Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Taksim Neden Yasak?

30 Nisan 2014 Çarşamba

Yarın 1 Mayıs. Neler olabileceğini aşağı yukarı biliyoruz. Yürütme gücü, işçilerin, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, sol siyasi partilerin işçi bayramını, işçilerin emek ve dayanışma gününü Taksim Alanı'nda kutlamasına izin vermiyor. Taksim'e yürüyenleri dağıtacağını, alana sokmayacağını önceden ilan etti. Anayasanın 34. maddesinde "herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" denilmesini ciddiye almadı. Göstericilerin haklı ve yasal isteğine karşı idare "burası miting alanı değil" kararını çıkardı. Açıkça anayasayı çiğnedi. Üstelik bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Taksim Alanı'nda kutlama yapılmasının engellenmesini mahkûm eden kararına karşın yaptı.
Ne diyelim; aldıkları bu kararın 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamaktan vazgeçmeyen kuruluşlara bir meydan okuma olduğu ortada. Demek ki yürütme, bir baskı gücü olarak kendini bir kere daha kanıtlama niyetindedir.
Şaşırtıcı mı?

***

Hayır değil. Yürütmenin gündeminde, Gezi benzeri gösterilere, otoriterleşmeye karşı bir tür halk direnişi olma eğilimi taşıyan eylemlere bundan böyle izin vermemek önemli bir yer tutuyor.
Bu inatlaşmanın
kuşkusuz bir "mantığı" vardır. Bu mantığın arkasındaki dürtü açıkça söylemek gerekirse korkudur.
Sandıkta ne kadar güçlü olursa olsun bu türden hareketler, eylemler iktidarlarda ürküntü yaratıyor. Bunun temel nedeni sandıkta belli bir güce sahip olmanın temel insan haklarını ortadan kaldırmak, kısıtlamak için kabul edilebilir olmamasıdır. Hiçbirsandık gücü, hiçbir oy desteği insan haklarının savunulmasını engellemeye yetmiyor, ona haklılık kazandırmıyor.
Bu da, insan haklarını savunan, sömürüye, talana, yolsuzluğa, çevrenin yani yaşadığımız ve yalnızca sermaye sahiplerine ait olmayan dünyanın kirletilmesine karşı çıkanların sandık kadar güçlü ve etkin olabileceğini gösterir.
Üstelik böyle bir gücün zaman zaman iktidarları yerinden edebileceğinin, sandık desteğini de hızla eritebileceğinin örnekleri sık sık görülüyor ve bu da iktidarları korkutmaya yetiyor.
Çareyi baskıyı artırmakta,
sistemleştirmekte, rejimin karakteri haline getirmekte buluyorlar. Çare değildir, pek kısa ömürlüdür.

***

Önümüzde bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. İktidar partisini ve liderini tanımlamak için "otoriter" kavramının yetersiz kaldığı, rejimi bu yönde değiştirmeyi amaçlayan adımların birbirini ve hızla izlediği, eleştirilere tahammülsüzlüğün had safhaya çıktığı bir ortamdayız. Lider, cumhurbaşkanı değil, cumhura başkan ve mümkünse kendisinin seçilmesini istiyor. Halktan istediği yalnızca kendi seçimini onaylamasıdır. Bunun da her koşulda kendisi için olumlu sonuçlanmasını yalnızca istemekle kalmıyor, bundan sonrası için "zecri" önlemler alıyor. Önüne çıkan ya da çıkabilecek her tür engeli yıkıp geçmekten yanadır.

***

Başbakan'ın, AYM Başkanı'nın rejim değişikliği hazırlıklarına denk düşmeyen, devleti modern kapitalist dünyanın kodlarına göre savunan konuşmasına kızgınlığının nedeni budur. Bu çıkışın, muhafazakâr, bugüne kadar pek sorun çıkarmamış bir kişiden geliyor olmasının da, Cemaat'le giriştiği ve her ne kadar kullanışlı olsa da hiç iyi gitmeyen kavgasından sonra bardağı taşıran damla olduğu anlaşılıyor.
Bardağı taşıran damlalar her zaman iyidir. Nesnel durumu, toplumsal iniş çıkışları, hastalık sayrılık durumlarını açıklıkla gösterir. Ama arada bir de "Bu taşan bardak kimin bardağı, hep mi egemenin bardağı taşar" diye sormakta yarar vardır.
Sağlık açısından yani...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları