Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sevgili Can, Sevgili Erdem (03.01.2016)

03 Ocak 2016 Pazar

Mahpuslar ve onları bekleyenlerin hikâyeleri her zaman hüzünlü, her zaman can sıkıcıdır. “Neresi daha iyi” edebiyatı dışarıdakiler biraz daha kendilerini iyi hissetsinler diye, içeridekiler azıcık rahatlatsınlar diye uydurulmuş, romantik, hisli sözcüklerle süslenmiş şiirsel bir bahaneden başka bir şey değildir. Bizim de dışarıda özgür olamadığımız doğrudur, ama bunda bir abartma, kendini aklama çabası, azıcık eli kolu serbest olma haline bahane arama niyeti var. Biz ne kadar sinik cümlelerle huzur bulmaya çalışsak da, boşunadır; siz dışarıda özgürlüğü solumalı, güneşli ya da kara bulutlu havaya çıkmalısınız; gökyüzünün altında, berbat trafikte, küfür ve sinirden birbirini boğazlayacak hale gelmiş insanlar arasında olmalısınız.

***

Tamam herkes biliyor; şimdi sokaklar da, denizler de tekin değil. Ölüm her yerde; can havliyle uzak ülkelerde hayat arayanların çürük takalarında, memleketin ışıkları iyice karartılmış, sokakları yasak kentlerinde kol geziyor. Çocuklar, o “sabiler”, o hayatın hiçbir suçuna bulaşmamış olanlar, hiçbir şey anlamadan mavi siyah bir karanlığın içine düşüveriyorlar. Büyük şairin yazdığı gibi “büyüyemez artık o ölü çocuklar.” Onları koruma derdiyle ellerinde beyaz bayraklarla yürüyen yaşlı, yaşadıklarının ağır yüküyle ihtiyar dedeler de çekip gidiyorlar o mavi siyah karanlığa; küskün, umutsuzdular. Bizse kötü bir filmin çaresiz seyircileriyiz. Dışarıdayız evet, ama ne kadar dışarıda.

***

İşte yine kendimizi kenara çekme, içeridekilerin daha şanslı olduğunu söyleme boş umuduyla hayata karışma, ne kadar kalmışsa ondan tat alma çabasındayız. Her an elimizden alınabilecek özgürlüğümüze bahaneler uydurmak için sözcüklerden medet umuyoruz. İyi değiliz aslında. Hiçbir şey iyi gitmiyor. Çözemediğimiz sorunları tartışabilmek için başvurduğumuz yöntemlere alıcı çıkmıyor; cümlelerimiz kırık, inatlarımız inat; sözcüklerimize yüklediğimiz anlamlardan emin değiliz; yine de onlarla giriştik birbirimize. Çıkıp da ne yapacaksınız bu bunalımlı dünyada. Yok siz çıkın yine de, neden biz bu alacakaranlıkta eksik kalalım ki!

***

İçerisi ve dışarısı üzerine karaladığım bu mektupta bir anlam aramayın, yoktur. Ankara’da öldürülenler, Suruç’ta hızla unutulanlar, Sur’da, Nusaybin’de, Cizre’de hendeklerin iki yakasında silah sesleri arasında ışıkları sönenler yüzünden yok artık sözcüklerin anlamı. Çıkın bir an önce. Belki çıkınca kısa bir süreliğine sizin dışarıda olmanızın sevinciyle daha kolay unuturuz unutmak istediklerimizi. Ya da daha beter oluruz; acılarımız tazelenir, üstümüze kirli bir kar yağar, yağmur karanlığı çöker üstümüze.

***

Sevgili kardeşlerim, içim daralıyor, ne yazacağımı bilemedim bu yeni olduğuna dair hiçbir şey bulamadığım, göremediğim yılın başında. Affedin. Ama geçer, biliyorum. Biliyorum, çünkü Proust’un çok sevdiğim o cümlesindeki gibi, “... insanlar, yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günlerden oluşan, birbirinden uzak dönemlerin hepsine aynı anda değerler.”
Zaman ve uzam içinde yaşadıklarımızı önemsizleştiren ve aynı anda devleştiren başka ne olabilir ki zaten...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları