Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Mayıstan Sonra...

04 Mayıs 2014 Pazar

Sokaklarda yasağın saldırısı, direnişin kavgası vardı. Meydanlar yasaklandığı içindi sokaktaki kavga. Neresinden baksanız bize, insanımıza tıpa tıp benzeyen bir kavgadır. Ruhları kanatır, öfkeye diş biletir. Gerçekler hayatın içinde ele avuca sığmaz kırlangıçlar gibidir. Gökkuşağının renkleri en kirli renklerle cebelleşir. Daha dün içinde yolsuzluğun olmadığına hiç kimsenin inanmadığı bir soruşturmayı kapattı savcılar; yokmuş öyle bir şey. Polisler bir delikanlının boynuna zorla bir poşu sararak “suç delili” üretmeye çalışıyorlardı. Bizde delil yoktan üretilir zaten. Kızdığının cebine esrar koyarsın mesela, asılsız bir ihbar mektubu yazarsın.
İndiğin derinliklerde derinleşmeden nasıl kalınabildiğini çok iyi biliriz. “Solcu gençlerin biber gazı tutkusundan” söz etmek bize mahsustur; ruhumuzdaki kırıklık, bir fotoğraf çektirmenin dayanılmaz çekiciliği alıp götürebilir bizi.
“İnsan işte budur ve biz böyleyiz” dünyasından, “ne yapalım malzeme bu” şaklabanlığından bunun için çıkıp gitmek isteriz. Çok benzediğimiz memleketi değiştirme tutkumuz buradan gelir. 11. Tez’e sevdamız bundandır.

***

Edip Cansever yazmıştı memlekete nasıl benzediğimizi. “Mendilimde Kan Sesleri”nde: “Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına/ Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına/ Minibüslerine, gecekondularına/ hasretine, yalanına benzer” demişti.
Demişti ki sonra; “Gülemiyorsun ya gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir/ Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi”
İşte benziyoruz her şeyimizle: İhanetlerimiz, pek ucuza sattığımız ilkelerimizle, kahramanlıklarımızın duyulmasından duyduğumuz utangaçlıkla, övgülerden sıkılan tabiatımızla, yan gözle baktığımız övgülerle kabaran ruhumuz, tavan yapan egomuzla, başımıza iş gelirse korkaklığımızla, kalabalıklarda büyüyen cesaretimizle, ama aynı zamanda kırmızı giysilerimizin gaza, siyahların TOMA suyuna dayanıklılığıyla, işte ne kadar benziyoruz Türkiye’ye.

***

Mayıs’a kavgayla, yasaklı meydanlarla girdik. Besbelli Haziran da öyle olacak. Yazın ilk günlerinde Gezi’nin ışıklı gölgesi düşecek üstümüze. Şehre doğru yürüyeceğiz hoyrat ve cesur adımlarla. Belki şehir ürkecek yine bizden; koynuna almak için alacakaranlığı, akşamı bekleyecek. Ayak seslerimizle titreyecek gün ışığı, apartman boşlukları, meydanlar, gecenin bir vaktinde sevdalarımızla birlikteyken öpecek gül yüzümüzü; utanç içinde yaşayanlardan, utancı hiç bilmeden yaşayanlardan, çalıp çırpmanın, halkın anasına küfretmenin erdemine inananlardan ayıracak bizi şehir.
Şehre doğru yürüyeceğiz delikanlı kızlarımız, dimdik omuzlarımızla. Kaygıyla bakacak bize şehir, üzülecek bir anne gibi. Geceleri kavganın sesi tükendiğinde usulca sokulduğumuzda alacakaranlığına sessizliğin, sarıp sarmalayacak uykusuz ve yorgun kahramanları; öpecek alınlarımızdan kurtarılmış nazlı bir sevgili gibi bu şehir, uzun kirpikleriyle üstümüzü örttüğü zaman tülü gecenin.

***

Tarihsel yorgunluğun birikmiş bilgeliğidir, tükenmez coşkusudur Mayıs’ı Haziran’a bağlayan. O nedenle şiirseldir ama o kadar da gerçeğin kafa kıran, düşündüren taşlarıyla örülüdür. Umutsuzluğun sürekli yinelenen yılgınlığını besleyen de, tozunu silkeleyen de odur.
Şiir ve şarkıyla geçilir Mayıs’tan Haziran’a.
Tam o sırada su sıkarlar üstümüze, ortalığı bir gaz dumanı sarar, bir fişek alnımızda patlar, tam o sırada işte, tam o sırada bir mendil kanar.
“Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar/ Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/ Mendilimde kan sesleri...
Mayıs’tan Haziran’a böyle geçilir, şehrin ve insanın tükenmeyen inadıyla geçilir. Umudun besleyen sütüyle, kine ve intikama hayat hakkı tanımayan öfkesiyle geçilir.
Geçilir ama en sonunda, geçilir...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları