Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kralların Terzileri

04 Temmuz 2014 Cuma

Kimi ünlü yazarlar olgunluk çağlarında daha bir dingin ve herkese pembe boncuk dağıtan ermişlere dönüşüyorlar. Engin hoşgörülerinin kaynağında ise kendi devrimci geçmişlerine duydukları öfkenin, “olmuyor işte” yılgınlığının büyük payı olduğunu düşünürüm hep. “Demokrasiye” olan hayranlıkları artar. Onu kutsamaya, temsili demokrasinin bir şeyi temsil etmediğini gözden kaçırmaya ve ama asıl önemlisi o tuhaf demokrasinin arkasındaki insanın sömürülmesine, doğanın talanına dayanan, aslında pek iyi bildikleri kapitalizmi görmezden gelmeye başlarlar.
Bunu diktatörlüklere karşı çıkarak yaptıkları için de başlarının üzerinde bir ermiş halesinin bulunduğunu varsaydıklarından, böylelikle büyük alkış almayı umduklarından da eminim. Ama yaşlanmamaya ve eğer mümkünse bu tür olgunlaşmalardan kendini uzak tutmaya bakmalı en iyisi. “Memleket yanıyor, zorbalık almış başını gitmiş; ‘ben yaptım, yapacağım, size kulak asmaya hiç niyetim yok’ diyen bir siyasetçi başkanlık koltuğuna doğru koşar adım giderken edebiyatın sırası mı” dediğinizi duyar gibiyim.
Sırasıdır aslında.

***

Üstelik tam da bu nedenle sırasıdır.
Dostum, arkadaşım Celâl Üster’in dilimize kazandırdığı Notos Yayınları'ndan çıkan “Edebiyata Övgü” adlı eserde de olgunluk çağının dervişi Mario Vargas Llosa ile hayata ölene kadar umut ışıkları ile baktığını, fazla olgunlaşmaya çalışmadığını düşündüğüm, 2012’de yitirdiğimiz Carlos Fuentes’in yazı ve konuşmaları yer alıyor.
Carlos Fuentes’ten kısa bir alıntı bizi edebiyatın siyasetle ilişkisi konusunda düşünmeye yöneltebilir. Şöyle diyor Fuentes: “Kafka’nın kurmacaları, kendi kurmacasını güçlü kılan bir gücü betimler. İktidar Şato’daki otoriteler gibi, gücünü şatonun dışındakilerin düş gücünden alan bir görünüştür. Bu düş gücü, güce güç katmayı bırakır bırakmaz kral çıplak kalır ve kralın terzileri ona yeni giysiler dikerken bunu açığa vuran o güçsüz yazar sürgüne, toplama kapına ya da darağacına gönderilir.”

***

Bizim de bir kralımız var ve şu sıralarda terzileri ona yeni giysiler dikmeye çalışıyorlar. Oysa kısa bir süre önce o kadar açık, net sözler, kayıtlar, belgeler görmüş, dinlemiştik ki “kral çıplak” diye bağırıyordu herkes..
Gücünü bizim düş gücümüzden, körleşmemizden aldığı da ortadaydı.
Şimdi görünmez ipekler ve görünmez ipliklerle yeni bir elbise için terzilerinin tüm yeteneklerini kullandığını, bizim de o muhteşem kralı yeniden kutsamak için düşlerimizin karanlık uykusuna yatmaya hazırlandığımızı görüyorum.
Aslında hâlâ çıplaktır o.

***

Edebiyatın, insanları uykudan uyandırmak gibi çok doğrudan bir görevi yoktur. Ama çağlar aşarak bugüne kadar gelen edebiyat eserlerinden de biliriz; iş dönüp dolaşıp çıplak kralların halini anlatmaya, insana ve doğaya sadık kalmaya bağlanacaktır. Edebiyat siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, çıplak kralları açığa çıkaracaktır. Onun gücünü, Balzac’ın “Goriot Baba”sını okurken Paris’i, Paris’in erdemden uzak sosyetesini, yeni zenginlerini nasıl lime lime ettiğini gördüğünüzde anlarsınız.

***

Gerçekçidir Balzac; rüyalardan kolay uyanılamayacağını anlatır.
Eugene de Rastignac ömrünü kızlarına adamış Goriot Baba’yı paradan, güçten, sosyeteden başka bir şey düşünmeyen kızlarının yokluğunda mezarına indirdikten sonra “Hadi bakalım, hodri meydan! İşte baş başayız şimdi!” diye kafa tutar Paris’e. Ama bir teslimiyetin kahramanlığıdır Rastignac’inki.
Balzac, kralın çıplaklığını anlatmıştı o müthiş romanda; ama krallar her zaman yeni ve utanmaz terziler bulurlar. Olsun, yine de çıplaktırlar. Ve edebiyat bize kralların hoyrat, nobran ama çıplak insanlar olduğunu anımsama ve anımsatma fırsatı verir her zaman.
Bu da edebiyatın hayatla bağıdır zaten.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları