Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Halkın Casuslarına Mektup

13 Aralık 2015 Pazar

Sevgili kardeşlerim, Sevgili Can, Sevgili Erdem, bugün pazar, bilmiyorum sizi güneşe çıkardılar mı; dayayıp sırtınızı beyaz duvara “toprak ben ve güneş, bahtiyarım” diyebildiniz mi? Uzun hapislik yılları, tüm ömrü mücadeleyle geçmiş Nâzım, hapisteki adamın hayat dolu serzenişiyle, memleketin, yoksulların, işçilerin, köylülerin dertlerini bir an bile unutmadığını, bir anlık mutluluğun da buralardan geldiğini anlatabilmek, “yaşıyorum” diyebilmek için yazmıştı. Biliyorum; siz de sizi hapse koyanlara inat yaşayabilmenin gururunu göremediğiniz bulut ya da güneşle birlikte tıpkı Nâzım gibi taşıyorsunuz.

***

Biliyorum, çünkü siz de gözlerinizdeki ışığı oralardan bir yerlerden aldınız. Silivri’nin kapıları üstünüze kapanırken değil, daha o adına saray denilen adaletsiz yerden yola çıkarken değil, masanın üstüne kapanmış, beyaz kâğıda şiir gibi cümleleri yazarken Can, “işte haber bu” diye yerinden doğrulur bir sigara daha yakıp pencereyi aralarken Erdem, ışık gelip yerleşirdi gözlerinize. Ne demiş savcı; “casus” mu? “Evet halkın casuslarıdır bunlar” diyordu gıptayla sizden söz eden bir arkadaş. Eskiden, çok eskiden Aksaray’da Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kitabevi vardı. Geniş penceresinden içeri bakmayı sever, kitaplar arasındaki Adam’ı görmek için yaklaşırdım iyice.
Bir gün cama büyük bir beyaz kartona bir şiir yazıp astı o Adam.

***

“Savcı, nedir düşündün mü? / Yazıları suçlu kılan? / Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı, / Ama nedir çağlar üzre, / Beni senden güçlü kılan” diye yazıyordu beyaz kartonun üstünde. Çok gençtim ve o Adam’ın cesareti, korkusuzluğu bana geçsin diye başımı gökyüzüne kaldırırdım. Kardeşlerim, bulaşıcı ilkelliğin üstüne üstüne gidilmezse; Can, senin fotoğraflarında durduğun gibi başı dik durulmazsa; Erdem, Ankara kıyımını yazarken acıyla kıvrılan kaşların gibi isyan çizilmezse, çoğaldıkça çoğalacak bu ilkellik. Ama bana öyle geliyor ki, biz bu tozlu ilkelliği yeneriz. O şairin dediği gece gibidir çünkü ve “yürekle büyür gündüzler geceye karşı.”

***

Zamanın kırılgan anlarında, vaktin dar zamanlarında, her ikisinin sürekli tekrarlanarak büyüyen diyalektiğinde bir vakit orada kalsanız da çıkacaksınız. Silivri her defasında gelip bizi bulan, vurabilirse vuran ilkelliğin, -ne çok, ne kadar karanlık anlamları var bu sözcüğün- mekânı, müzesi olacak. Biz de memleketin başına çorap örmeye gayret edenlerin karanlık izlerinin resmedildiği o müzede Nâzım’dan iki dize mırıldanacağız; “müzeyi gezmek iyi müzelik olmak fena” diyeceğiz. Öyledir; fenadır müzelik olmak. Şimdi yüksek tavanlı, parıltılı yerlerde iktidarın sürüp gideceği hayaliyle iş görenler de bir gün, Gezi halkının dediği gibi “kesin bilgidir”, müzelik olacaklar ama daha bilmiyorlar bunu.

***

Bizse Ignazio Silone’den Fontamara köylülerini okuyor, tıpkı onlar gibi gazetemizi çıkarıyor, “ne yapalım” diye soruyoruz sürekli. Ne yapalım? Sizi oradan çıkarmak için ne yapalım? Şairlere, halka soruyoruz, sokaktan geçenlere “şu sizin casusları nasıl kurtaralım” diye soruyoruz. Hepsi de “devam” diyor bize; “devam, az kaldı, umutla gerçek arasında zaman kısadır...”
Devam öyleyse yazmaya, çizmeye, devam gizli kalanı anlatmaya...
Ama bugün pazar ve siz dayayın sırtınızı beyaz duvara...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları