Erol Manisalı
Erol Manisalı erolmanisa@yahoo.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Evet’ ve ‘Hayır’da uzun lafın kısası

11 Nisan 2017 Salı

Ey Türk Milleti, hiç kafa karıştırmadan, en basit bir biçimde gerçeği görelim:
- Bir tek adamın (veya kadının) 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nde, siyasete, ekonomiye, orduya, kültüre, hiçbir denetim ve müeyyide olmadan, tek başına karar vermesine ya evet ya da hayır diyeceksiniz. Kısacası, rejimin tamamen değiştirilmesini kabul ediyor musunuz? Etmiyor musunuz?
- Ülkenin, mevcut anayasada olduğu gibi laik bir düzen içinde devamı mı? Yoksa İslami esasların hayatın her alanında egemen olduğu ve Türkiye’nin “Ortadoğululaştığı, Arapgil bir yapıya doğru gittiği” bir ülke mi?
- 80 milyon yurttaşın bireysel katılımlarıyla belirleyecekleri, sivil toplum örgütlerinde katılımcı olarak yer alacakları, Avrupa’da olduğu gibi siyasal partilerini kuracakları ve parlamentoyu oluşturacakları “katılımcı bir demokrasi” mi? Yoksa bir tek kişinin sorgusuz sualsiz her şeyde mutlak egemen olduğu bir ülke mi?
- Çocuklarınızın çağdaş ve uygar dünyanın bugüne kadar geliştirdiği olanaklarla eğitimi mi? Yoksa kızların ve erkeklerin tamamen ayrıştırıldığı ve eşitliğin ortadan kaldırıldığı bir düzen mi?
- Kadın-erkek ayrımının her alana yayıldığı, kadına sadece türban takma özgürlüğünün tanındığı, diğer özgürlüklerin Arap ülkelerinde olduğu gibi kısıtlandığı bir yapı mı?
- Emperyalizmin bu coğrafyadaki hesaplarına karşı çıkarak, 1 Mart 2003’te olduğu gibi bir duruş mu? Yoksa bir tek kişinin insafına bırakılmış ve bu yapının “her türlü zaafının ortaya çıkacağı bir risk ortamı” mı?
- Kul mu olmak istersiniz? Yoksa uygar bir ülkenin eşit haklara sahip yurttaşı mı?
18 maddenin teknik ayrıntıları içinde kaybolmadan, “evet” ya da “hayır” derken tercihinizi bunlara göre yapacaksınız. Ve bunun dönüşü çok zor olan bir yanlış olabileceğini hiç aklınızdan çıkarmayacaksınız.
Atatürk ve arkadaşları bağımsız, laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, karşılarında emperyalizmle işbirliği yapan örgütler ve kişiler vardı. Bunlar FETÖ’nün dünkü kaynakları olarak bugünkü zemini oluşturdular ve dini siyasete alet ederek en büyük günahı işlediler, cezalarını da gördüler.

Neyi seçiyoruz?
16 Nisan’da bir parti ya da adam seçimi yapılmıyor: Yarın nasıl bir Türkiye istediğimize karar vereceğiz; Avrupa’ya benzeyen bir Türkiye mi? Yoksa “Arapgil” ve Ortadoğululaşmış, hatta bölünmüş bir ülke mi?
Yarınki Türkiye’nin ne olacağını, vereceğiniz oylarla belirleyeceksiniz. Bu bir iktidar değişimi değil, rejim değişimidir. Onun için çocuklarınızın, torunlarınızın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini belirleyeceksiniz; uçurumdan önceki son yol ayırımı misali.
Atatürk, “Her millet kendi kaderini çizecek güce sahiptir” diyordu ve bunu da kanıtladı. Karşısındakiler ise “Her toplum layık olduğu hayatı yaşar” diyerek, hilafeti, gericiliği savunarak dini siyasete alet ediyorlardı.
Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” derken din tacirlerini ve emperyalizmle işbirliği yapanları karşısına alıyordu. Bunlar o günün FETÖ’cüleriydiler.
Bahçeli ve Barzani’nin aynı cephede yer alarak ortaya koydukları gerçek, durumun eski günlerden farklı olmadığının göstergesi değil mi?
16 Nisan bir anlamda 1 Mart 2003’teki cepheleşmenin tekrarı gibidir: FETÖ’cüler, din tüccarları ve emperyalistler 1 Mart’ta olduğu gibi boy göstermişlerdir.
Demokrasiyi savunmak, BOP’a karşı olmak, emperyalizm ve uzantısı FETÖ’ye karşı direnmek, bir bütünün parçalarıdır. Aynen 1 Mart 2003’te olduğu gibi. Bunları birlikte düşünmeliyiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları