Erol Manisalı
Erol Manisalı erolmanisa@yahoo.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Demokrasi Katılarak Gerçekleşir

23 Mart 2015 Pazartesi

Eğer “katılımcı demokrasi” işliyorsa gerçek demokrasi vardır. Katılımcı demokrasinin hiç bulunmadığı “biçimsel demokrasi”, örtülü totaliter rejimden başka bir şey değildir.
Katılımcı demokrasi kabaca şunları içerir:
-Bireylerin “birey olarak” katılmalarını sağlayacak “işleyen bir hukuksal zemin” bulunmalıdır.
-Sivil toplum kuruluşları, “örgütlü bir biçimde” demokratik haklarını kullanabilmeliler.
-İşçiler, işverenler çıkarlarını örgütlenerek koruyabilmeli. Aynı şey sanat çevreleri için de geçerlidir.
-Medya özgür ve tarafsız olmalıdır.
-Üniversiteler, özerk bir yapıda bilimsel “ve toplumsal” işlevlerini özgürce sürdürebilmelidirler.
-Adli sistem (ve kolluk) katılımcı demokrasinin “işlemesi için” vardır. Katılımcı demokrasiyi engellemeye kalktığında “faşizmin maşası haline gelirler.”


Ve ‘parlamenter’ kurumlar
Parlamenter organlar ancak “katılımcı demokrasinin öğeleri ile birlikte yaşarlar”. Katılımcı demokrasinin öğeleri işlemiyorsa meclisler, kukla antidemokratik araçlar haline dönüşürler.
Hele parlamentoyu (meclisi) oluşturan siyasal partilerin kendi içlerinde demokrasi çalışmıyorsa, o partilerin oluşturacağı rejim de demokratik olamaz.
Katılımcı demokraside sistem, “yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya çalışır.”
-Çağdaş ve işler bir hukuki zemin olacak.
-Örgütlenme özgürlüğü bulunacak, bireyler de çıkar grupları da örgütlenerek demokrasiye “katılacaklar.”
-Örgütlü zeminde halkın oluşturduğu “katılımcı ortam”, seçimlerle parlamentoyu oluşturacak. “Sandık” ancak diğerleri ile birlikte anlam taşır. Örgütlenerek kurulan yapı, aynen bir binanın temeli gibidir. Parlamenter organlar (kurumlar) bu zemin üzerine kurulur.
Böyle bir zemin yoksa “oluşturulan meclisler”, göstermelik, korsan güç odaklarından başka bir şey olmazlar. Antidemokratik kanunlar üretmenin aracı olurlar.
 
Gelelim bize
Bugün nasıl olduğumuzu, katılımcı demokrasiden ne kadar uzak bulunduğumuzu yaşayarak görüyoruz.
1961 anayasası ile, katılımcı demokrasiye açılma yoluna giren toplum 12 Eylül 1980 darbesi ile otoriter, tepeden inme, örgütlenmeyi yasaklayan bir yola sokuldu. Arada bazı değişiklikler yapılmasına karşın geldiğimiz nokta vahimdir.
Üstelik bugün, bırakın katılımcı demokrasiye gitmeyi, “tek adamlı otoriter bir yapıya sokulmak istenen” bir ortam yaratıldı.
İstanbul Üniversitesi’nde rektörlük seçiminde demokratik yolla seçilen kişi, antidemokratik yolla önünün kesilmemesi için feryat etti, başaramadı. Adeta demokrasinin sürüklendiği bataklığın resmini çizdi.
Geçen hafta 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nin 100. yılını kutladık. Atatürk’ün parladığı, “kurtuluşun” kıvılcımlarının başladığı bu zaferi yaşarken bile kaybolan demokrasinin sıkıntısını çektik: Halkın katılımı ve Atatürk sevgisi engellendi.
Demokrasiden uzaklaşmak, katılımcı demokrasiyi yaşamamak yalnız özgürlükler ve refah açısından değil bireysel ve toplumsal sevinç ve mutluluklar açısından da olumsuzlukların doğmasına yol açıyor. Türkiye mutsuzluk kriterlerinde Bangladeş’in düzeyine indi.
Katılımcı demokrasi olmayınca bireysel ve toplumsal her şey karanlığın içine gömülmektedir. Çıkış yolu ise demokrasiyi yeniden oluşturmak için herkesin çaba göstermesidir.
Önümüzdeki seçimler dananın kuyruğunun kopacağı bir süreci belirleyecek. Demokrasi mi yoksa tek adam rejimi mi? Bu belirlenecek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları