Adaletsiz dünya

11 Haziran 2022 Cumartesi

Birhan Keskin’in bir dizesi var: “İçimi açtım sana/ içimi açasın diye...” Yazı başına her oturuşum bir anlamda içimi dökmeye dönüşüyor. Son zamanlarda her satırın peşinden koşuşum başka acılarla buluşmaya doğru gidiyor. Her şey öyle tuhaflaştı ki kahrolmadan geçirdiğimiz bir an yok. Neredeyse bütün kapılar adalet sözcüğüne çıkıyor. Adalet mekanizmasını adamakıllı işletilmemesi ise toplumsal bir travma halini aldı. Neredeyse memleketin her köşesinden çığlık yükseliyor. Herkesin yarası büyük ama pansuman edecek malzeme yok.  

***

Masamın üstünde siyah beyaz bir fotoğraf... Bir adam delici bakışlarıyla karşımda duruyor. Briyantinli saçlarını arkaya doğru taramış. Yuvarlak çerçeveli gözlüğünün ardında olabildiğince sakin. Adı: Hans Litten. Hitler’i 1933 seçimi öncesinde yargılayan bir hukuk adamı. Her şey henüz Hitler’in Alman kamuoyuna, yargı ve hukukuna temiz göründüğü sırada başlıyor. “Kahverengililer” ya da “SA” olarak bilinen paramiliter yapının, Berlin’de komünistlerin toplandığı “Eden Palace”a yaptığı saldırının davası Alman Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Hitler, tanık olarak çağrılıyor. Litten’in tek amacı var: Nazilerin bu saldırıyı parti doktirinleri ile yaptığını kanıtlamak. Bu sayede faşizmin Almanya’daki etkisini sıfırlamak. O zamana kadar Hitler’in kanunlara ve demokrasiye saygılı olarak çizdiği imajının arkasındaki gerçek yüzünü, hatta ikiyüzlülüğünü gün yüzüne çıkarmak. Hitler iktidar olur olmaz nefretini ona yöneltiyor. Önce  adeta “suç yaratarak” tutuklatıyor. Yetmiyor toplama kampına gönderiyor. Yetmiyor sayısız işkenceye uğratıyor. Onca insanlık dışı uygulamaya direnemiyor Hans. En sonunda intihar ediyor. Daha doğrusu intihar ettiği öne sürülüyor. 

***

Son yıllarda Hans Litten’in yaşamını anlatan oyunlar yazılmış, belgeseller çekilmiş. Adına hukuk ödülleri verilmeye başlanmış. Bir de BBC yapımı film var: “The man who crossed Hitler.” Bir avukatın hukuk adına, adalet adına son nefesine kadar çırpınışının öyküsü bu. Ardında ise oğlunu kurtarmak isteyen bir annenin feryadı var. Onun peşinden koşan... Yabancı diplomatlarla görüşen... Yardım isteyen bir kadının çaresizliği nefes almamızı zorlaştırıyor. En sonunda bayan Litten İngiliz büyükelçisi ile konuşuyor. Onun, evladını kurtaracağından neredeyse emin. Ama zaten sıkıntılı olan iki ülke ilişkilerini daha da felce uğratmamak için İngilizler hiçbir şey yapmıyor. Hans Litten göz göre göre kurban ediliyor.     

***

Bizim gibi ülkelerde Hans Litten’in macerası bir hayli tanıdık. Oğlunun peşinden yıllarca koşan anaları, bacıları biliyoruz. Yakınının kemiğini bulmak için çırpınanların çaresizce gözyaşlarından taşıyoruz. Kimi zaman bir şarkıda yer buluyor acılar, kimi zaman bir dizede. Ne diyordu Kemal Özer, “Oğulları Öldürülen Analar”da: “Bir yanda kılıç gibi keskin bir acı/ bir yanda dünya.”    

***

Sokrates’e düzeni çimdiklediği için öldürücü baldıran zehrini içirdiler. 

Sacco ile Vanzetti’yi, ABD’deki komünist avı döneminde birer işçi önderi oldukları için komplo sonucu tutukladılar ve sınıf çıkarına kurban ettiler. 

Bruno’nun engizisyon yargıcına söylediği son söz, “Benim ölümümden benden daha çok korkuyorsunuz”dur. 

Camus her zamanki gibi haklıydı: “Adalet olmadan düzen olmaz!” 

***

Yaşadıklarımız, gelecekte iadei itibar içerikli filmleri, oyunları, belgeselleri yaptıracak bizlere. Bir kere daha Hans Litten’i anımsayacağız. O, “adalet” için başka ülkelerden, yapılardan medet ummanın sakatlığını bir kere daha fısıldayacak kulağımıza. “Kendi göbeğinizi kendiniz kesin!” diyecek. Biz bu ülkede adaleti sağlamak için çaba göstermek ve tesis etmek zorundayız. Yaşamak için başka şansımız yok. Bilmem anlatabildim mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları