Enver Aysever

‘Sümüklü imam, soğanın zaferi ve profesör...’

25 Kasım 2018 Pazar

1- Robert Musil, “Günlükler”inde “Yeni yılın ilk günlerinden başlayarak notlar tutacağım. Ellinci yaşımda neler başımdan geçecek bakalım! Fakat anlamsız şeyleri de not etmeliyim. Çok soyut biri olmaya başladım. Her gün olup bitenlere de önem vermeliyim” diye yazıyor. Yıl 1930. Çalkantılı, karanlık dönemde, yazarın ayakta kalması kolay değil. Bazen günlük olaylardan sıkılıp, kendimi kapamaya niyetlenirim. Herkes böyledir kuşkusuz... Güncel olan esir alır yaratıcılığımızı çoğu zaman. Hele yirmi birinci yüzyılda, tarih daha hızlı akarken... Onca farklı kaynaktan akan bilgi karşısında kendini güçsüz, çaresiz hissediyor insan. Kurşun kalemi yontmak ve yazmaya koyulmak tam da bu yüzden gerekli. Kalemin kâğıtla kurduğu ilişkinin tadını unutmak ne mümkün! Yaşadığını anlamanın yolu yazmakta geçiyor...

2- Eskiden takım tutmanın lezzeti vardı. Adına “endüstriyel futbol” denen acayip eğlence biçiminden uzağım. Bile bile lades! “Şike var mıdır” sorusu ahmakça gelir bana. Bunca büyük paranın, iktidarın, şöhretin olduğu yerde mafya da olacak, şiddet de, kuşkusuz şike de! Artık ayak topu oyunu siyasal iktidarın dilini olduğu gibi kullanıyor. Görgüsüzlük, kuralsızlık (hukuksuzluk) egemen! Babamın kahramanı Lefter’di, benimki Selçuk Yula. Artık Başakşehir devrindeyiz. Arda Turan, Emre Belözoğlu bayağılığına, sığlığına mahkûmuz! Betondan şehrin takımı da böyle olur işte... Şaşkınlığım Süheyl Batum’a. Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı’ndan ağırbaşlı olmasını bekleriz, temsil ettiği kurumun adı değerli. Sanki bu yazdıklarımı bilmez gibi, koca Profesör Fatih Terim savunusu yaptı. Kimdir Terim? RTE tarafından adına stat açılmış biri. Oyuncularına milli formayla, rakibinin “ayağını kır” talimatı veren biri. Yani dönemin ruhunu en iyi yansıtan kişi! Bizim Fenerbahçemize, Beşiktaşımıza, Galatasarayımıza çoktan şike yapıldığının farkında değil mi Batum? Cumhuriyetin takımları küme düştü haberi yok! Ayak topundan söz edince hemen ergen dil egemen oluyor.

3- Dorinda Autman’ın “Aydınlanma” kitabı hayli ilginç veriler sunuyor okura. Coğrafi keşiflerin aydınlanma sürecinde ne denli önemli rol oynadığını okuyoruz. Tanrı (inanç) ile akıl arasındaki çatışmanın kökünü görüyor ve bunca yol almış olmasına karşın insanlığın, hâlâ aynı sorunla karşılaşmasına şaşıyorsun! Kısaca şu sonuç çıkıyor: “Vahiy varsa, aydınlanma yok!” Aklını kullanma cesareti kolay ortaya çıkmıyor. Bugün tüm otoriter iktidarların ve buna heveslilerin inatla yetkiyi Tanrı’dan almak istemesi bundan. Vahiye tabi olunca, gelen buyruğu sorgulamak ne mümkün! RTE, “Büyük ile küçüğü aynı terazide tartamazsınız, güçlü ile zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Erkekle bayan 100 metreyi beraber koşsunlar. Bu adalet olur mu? Kadın kadınla, erkek erkekle koşar. Olması gereken budur. Yaradılışa, fıtrata uygun olan budur” dedi. Aydınlanma yolculuğunun neresindeyiz anlamak için ibretlik bu sözler!

4- Evdeki soğanlara sevgiyle bakıyorum. Soymaya, yemeye kıyamıyorum. Geçen gün soğan deposu basıldı, otuz ton bulunmuş, zenginliğe bak kardeşim! Devlet görev başında… Gözlerim soğanın bu başarısıyla yaşarıyor.

5- İlker Başbuğ Cumhuriyet gazetesinde soruyor “İmam hatipler neden çoğaldı” diye. Yüzüme acı tebessüm yerleşti hemen. Elimde Sabahattin Eyüboğlu’nun “Mavi ve Kara” kitabı, 1964’te kaleme aldığı yazısında şöyle diyor üstat: “Köy Enstitüleri Atatürk ilkelerine harfi harfine bağlıydı ve bu bağlılığı ölçüsünde de solcuydu. Bununla beraber Atatürk’ün çevresinde olduğu gibi Köy Enstitüleri’nde de için için ya da açıkça sağcı olanlar vardı... Memleket ölçüsünde sağa kaymanın Atatürk devrimlerini yıpratma hareketinin ilk kurbanı Köy Enstitüleri oldu.” Yanıt bu kadar sade işte! Yani; 12 Mart’ta Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i; 12 Eylül’de Erdal Eren’i (yaşını büyüterek) darağacına gönderen TSK ilk sorumlusudur bu gerici kalkışmanın. Sonrasında sümüğüne sahip olamayan bir imama teslim olması da acıdır Mustafa Kemal ordusunun. Köy Enstitüleri ABD’ci (Nato’cu) anlayış tarafından yok edildiği için her yer imam hatiptir!

6- Hürriyet’in sahibi Demirören ailesinin ilk icraatı baba Erdoğan Demirören’in RTE’ye ağlayarak yalvardığı ses kaydıyla çıkmıştır ortaya. Baba Demirören, onu bu işlere bulaştıran RTE’ye “Kurtar beni” diye yalvarıyordu. Kısa süre sonra öldü, akılda bir tek bu olay kaldı. Belki yaşamında iyi yaptığı işler de vardır Erdoğan Bey’in, kimse bilemeyecek. Bu grubun Medya Holding İcra Kurulu Başkanı veryansın etti geçen gün. “Neden kimse 1 lira verip gazete almıyor” diye soruyor! Birader, Erdoğan Demirören’in acıklı ağlaması kulaklarımızda hâlâ. O duruma düşen medya patronunun gazetesini kim, niye okusun?

7- Ayşe Arman para ile söyleşi yapıyormuş. Meslek etiği tartışması bir yana, Arman’ın söyleşi yaptığı herkes zan altında! Benle de söyleşti Arman. “Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı” adlı kitabım çıktığında. Yayıncım para ödememiş, ben de ödemedim. Burada kayıt altında olsun da ne olur, ne olmaz! Bence söyleşi veren herkes aklanmak zorundadır artık... Bu konu üzerine Hıncal Uluç’un kalem oynatması acıklı, onu geçiyorum. Bir de Ahmet Hakan’ın para alarak yatak reklamı yaptığı, köşesini bu işler için kullandığı savı geldi gündeme. Bu gerçek mi, bilemem. Lakin keşke tek kusuru bu olsa Hakan’ın! Tahir Elçi’yi hedef göstermesini ne yapacağız asıl, buna karşın yazıyor olmasına ne diyeceğiz?

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları