Çiğdem Toker

Ucuz hayatlar

10 Temmuz 2018 Salı

Parmağın, telefon ekranı üstündeki her yukarıya doğru hareketinde 16/18 satır geçiyor.
Her birinde görevleri, kurumlarıyla birlikte kamu görevlilerinin isimleri.
Ekranı her itiş hareketinde, kurum kurum listeler akarken ailelerle birlikte 60’ar, 70’er kişi, mutfak alışverişi, kredi kartı, çocukların okul giderleri, ev kirası ilaç parası tasaları bir yumak olmuş geçiyor.
Pazar sabahı, yakınında bir masaüstü bilgisayar bulunmayan kamu görevlileri, 18 bin 632 kişilik listenin içinde isimlerini böyle aradı. 17, 18.
Bakanlar Kurulu’nun tarihe karışmadan bir gün önce yaptığı son büyük icraattan biriydi 701 sayılı OHAL KHK’si.
TBMM oturumlarında, mikrofon önünde, seçim bölgelerinde “millet millet” diyen onca bakan, haklarında idari soruşturma ya da ceza soruşturması olmayan binlerce insanın kamu görevinden atılmasına -kimisi önceden hazır edilmiş-fiyakalı imzalarıyla onay verdi.
Altına imza attıkları o listenin, nefesler tutulmuş baş ya da işaretparmağıyla ekranlar üzerinde taranacağını, ihtimal ki düşünmeden.
Binlerce çift kısılmış gözün, her parmak hareketiyle ekrana gelen küçük tabloda, gerilimli bir kaygıyla kaderini arayacağını hayal etmeden.
İhraç edilenler arasında kamu görevlisi olma niteliğini kaybetmiş kaç kişi olduğunu şimdiden bilme olanağı yok. Ancak kesin olan, bu sayı içinde haklarında idari ya da ceza soruşturması açılmamış pek çok insanın mutlaka olduğudur.
Onlar şimdi kıyıcı, zorlu bir mücadele alanının içinde girdi.
Kamu görevlisi olma niteliklerini halen taşıyan binlerce “muhrec” kamu görevlisi yeni rejimde, haklarını aramaya çalışacak.
 
Boşlukta sallanan ray
Tekirdağ-Çorlu’da devrilen tren, insan yaşamına ucuz bakış kadar bakıştaki ucuzluğu da isyan ettiren bir biçimde gözümüzün önüne koydu.
O trende bulunanların yakınlarının tek ihtiyacı olan şeyin haber olduğu saatlerde konulan yayın yasağı insanların acılarıyla alay etmekti. Parti medyasının dünyadaki büyük tren kazalarının hemen dolaşıma soktuğu haberi, “Bu facia o kadar da büyük” değil demeyen getiren, “normalleştirme” amaçlı gayri insani ama bir o kadar da “görevli” bir tutumdu.
Adında düne kadar (artık değişti) haberleşme kelimesi de geçen bakanlığı açıklaması inandırıcı değildi.
Boşlukta öylece sallanan, havada asma köprü gibi duran raylar, mühendisliğe en uzak insanlara bile facianın aşırı yağışlardan olmadığını anlatırken yapıldı bunlar.
Mühendislik dediğimiz bilim, menfez ile ray arasındaki toprağın, yağış olsa bile boşalmamasını sağlamak için değil midir? Rayları yaptığınız zeminin doğası, bu tür taşkınlara eğilimliyse ve siz oradan bir demiryolu geçireceksiniz projesi ona göre yaptırılmaz mı?
İnşaat teknolojinin bu kadar geliştiği mühendisliğe, müşavirliğe bütçeden avuç dolusu kaynak aktarılan bir ülkede yağmurda eriyecek bir toprak dolgu yapıp/yaptırıp insanların hayatını nasıl tehlikeye atarsınız?
Bir söz de ana muhalefete:
Yol bekçileri kadrolarının kaldırılması, bakım hizmetlerinin TCDD personeliyle değil ihaleyle yapılması, kârı önceleyen anlayış, menfezlerin aşınması önleyen malzeme kullanılmaması, rayın altına döşenecek malzemelerin yeterince kaliteli ve uygun olmaması...
Bunların hepsi ama hepsi siyasidir.
Dolayısıyla o trenin devrilmesi sonucu gencecik insanların, çocukların aralarında yer aldığı 24 kişinin yaşamını yitirmesi, 338 kişinin yaralanması da öyle.
Hem de kamu yararının değil müteahhit yararının gözetildiği, kayırmacılığın normalleştiği bir iklimde sadece siyasidir.
Dolayısıyla yaşamını yitiren insanların hakları aranacaksa bu hak arama işi öncelikle siyasi zeminde olmak zorundadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları