Çiğdem Toker

‘SpeakUp!’ önce AB’ye lazım

07 Kasım 2015 Cumartesi

“Sesini yükselt!” anlamına gelen “SpeakUp”, Avrupa Birliği’nin (AB) ifade ve medya özgürlüğü alanında düzenlediği konferansların da adı.
3-5 Kasım’da Brüksel’de üçüncüsü yapılan toplantı, bu kez Türkiye ile Batı Balkan ülkelerinden, 300’e yakın gazeteci, hukukçu ve akademisyeni bir araya getirdi.
Gazeteciliğin her türlü baskıyı (siyasal, yargısal, fiziksel) en şiddetli düzeyde yaşadığı bir dönemde, Türkiye’den davetli olduğum bu toplantıyı karmaşık duygu ve düşüncelerle izlediğimi söylemeliyim.
AB politikalarının kurucu ve yürütücüsü konumundaki Avrupa Komisyonu’nca düzenlenen toplantının ilk günündeki mesajları iki gün önce haberleştirdik. Komisyon Başkan Yardımcısı Johannes Hahn’ın “İfade özgürlüğünün müzakere edilecek bir yanı yoktur” sözüyle; Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Yardımcısı Ulrike Lunacekin “İlerleme Raporu seçimden sonra değil önce açıklanmalıydı” sözleri, öne çıkan mesajlardı.

‘Hasıraltı etmeyeceğiz’
Aslında Lunacek’in bu sözünü, özeleştiriden ziyade; AB bünyesindeki bir asli organın, diğer asli organa yönelik ağır bir eleştirisi olarak değerlendirmek daha anlamlı. Özellikle “İlerleme Raporu yayımlandıktan sonra, medya özgürlüğüyle ilgili sorunları hasıraltı etmeyeceğimiz kendi raporumuzu da yayımlayacağız” ifadesiyle birlikte okunduğunda...
İlerleme Raporu’nun seçim sonrasına bırakması nedeniyle, “mülteci pazarlığı” kaynaklı olarak pragmatist bir tutum içinde olmakla eleştirilen Avrupa Komisyonu’nun, tam bu nedenle yakın gelecekte nasıl bir yol izleyeceği merak ediliyor.
Daha açık anlatımla, AB’nin “mülteci” sorunundan olabildiğince az etkilenmek adına, yaşadığımız ağır hukuksuzluk ortamına güçlü ses vermeyerek, temel kuruluş değerlerini çiğneyip çiğnemeyeceği...
“SpeakUp!3” toplantısı bu bağlamda, Türkiye’deki medya özgürlüğünün (!) hal-i pür melalinin olabildiğince berrak ve yüksek sesle dile getirildiği bir platforma dönüştü.
Prof. Yaman Akdeniz (Kerem Altıparmak ile birlikte Twitter yasağı konusunda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapan akademisyen) “medyanın Türkiye’de abluka altında olduğunu”, ayrıca sadece akademisyenlerin değil, sosyal medya ortamında Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkililerini sosyal medyada eleştiren hemen herkesin cezai soruşturmaya uğradığının altını çizdi.
Gazeteci Yavuz Baydar, gazetecilerin Türkiye’de bir mayın tarlası, bir açık cezaevi içinde işlerini yapmaya çalıştıklarını verilerle aktardı. “AB ülkeleri mülteci akınının Avrupa’yı etkilememesi için politik anlamda kötü bir pazarlık için Türkiye’ye ile anlaşma konusunda istekli göründüğünü” vurgulayan Baydar, “Tüm AB üyesi dostlarımıza buradan sesleniyoruz. Ortak değerler ve temel ilkeler üzerinden haklarımızı gözardı etmeyin ve zalimce bir anlaşma yapmayın. Yaşananları görmezden gelmeyin” çağrısında bulundu. AB’nin diğer asli organı Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, Ankara katliamıyla ilgili yayın yasağı, İpek Koza Grubu’na operasyon, Ahmet Hakan’a saldırı, Bülent Keneş’in tutuklanması, Digiturk’ten çıkarılan TV kanalları başlıklarını tek tek anarak, Türkiye’de medya özgürlüğünün gerilediğini kaydetti. Muiznieks, “Baskı altında kalırsanız, ofisimizi mutlaka bilgilendirin” demeyi de ihmal etmedi.
İfade özgürlüğü, AP Başkan Yardımcısı Lunacek’in de yinelediği gibi, demokrasinin, en temel değeri. Komisyon Başkan Yardımcısı Hahn’ın söylediği gibi de “Müzakere edilecek bir tarafı yok.”
Ne ki, bu sözler, seçim sonrası Türkiye-AB müzakere sürecinde belirlemeye başlayan “mülteci pazarlığı” ile ifade özgürlüğü arasındaki talihsiz denklemi çözmeye yetmiyor.
Şimdilik tabii... Ekonomik çıkarlara dayalı pragmatizmin ne kadarına elvereceği meçhul olsa da bu kirli denklemde çözümün yolu, AB’nin, medyaya yönelik saldırılara insanlık değerleri adına, daha güçlü ses çıkarmasından geçiyor:
“SpeakUpEU!”(*)

—————
(*) (AB, sesini yükselt!)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları