Çiğdem Toker

Hani öldürülen çocuklarımız?

01 Ekim 2015 Perşembe

Salona girerken çalan neşeli müziğin ömrü pek kısa sürdü.
Kılıçdaroğlu, ATO Kongre Merkezi’ne gelmek üzere evden çıkarken TV’den duymuş ve “Şehitlerimiz varken müzik olmaz” diyerek telefon talimatıyla kestirmişti sesi.
Sadece bu simgesel ayrıntı bile, iki bildirge arasında geçen kısacık sürede, toplumsal psikoloji açısından nereden nereye geldiğimizi sergiliyor.
Şu bir gerçek ki, bütün partiler gibi, CHP de olanca enerjisini, Saray müdahalesiyle hükümsüz kılınan 7 Haziran seçimleri için harcadı. O yüzden 1 Kasım bildirgelerine, partiler açısından bir “zorunluluk mesaisi” olduğunu hatırda tutarak bakmalı.
Bütün mesele ise Türkiye’nin sorunları, dört ay öncesiyle kıyaslanamayacak kadar ağırlaşmışken bu zorunluluk karşısında nasıl bir fark yaratıldığında düğümleniyor.

***

Bu çerçeveden bakıldığında, 7 Haziran kampanyasına emeklileri yerleştiren CHP’nin bu kez gençleri hedeflemesi, kapsama alanı ve iddia açısından yenilik içeriyor.
7 Haziran bildirgesinin temelini oluşturan ve göreli bir çekim alanı yaratan ekonomik vaatlerini koruyan CHP, 1 Kasım için fark yaratma potansiyeli taşıyan yeni hedefler koymayı başarmış görünüyor.
Statlarda şiddeti önleme bahanesiyle sunulan ve son tahlilde bir fişleme ve sermaye aktarım mekanizması olan Passolig’in kaldırılma vaadi bunlardan biri. (Passolig’in altyapısı dört yıl önce çıkarılan bir yasayla kurulsa da yürürlüğünün Gezi ertesine geldiğini anımsatalım.)
Keza, gazi ve şehit yakınlarının, milletvekilleri ile aynı sağlık olanaklarına sahip olacağı ve bu sorunun çözümü için Başbakanlık’a bağlı ayrı bir birim kurulacağı taahhüdü de öyle. Gazilerin yaşamsal ihtiyacı olan “protez” konusunda yaşadıkları güçlüklere değinen Kılıçdaroğlu’nun sorunu, “Her şeyden tasarruf olur ama gazi ve şehit yakınlarının ihtiyaçlarından olmaz” özetlemesi yankı bulacaktır.

***

7 Haziran bildirgesini 1 saat 40 dakika gibi uzun süren bir konuşmayla sunan Kılıçdaroğlu, bu kez hem süre, hem de eski çıktıların arkasına tuttuğu notlar bakımından daha ekonomik ve toparlayıcı bir sunum yaptı.
Ancak bu “toparlama”nın fazlasıyla daraltıcı ve düşkırıklığı yaratan bir anlam içerdiğini söylemeden geçemeyeceğim.
Kendisi de bir baba olan Kılıçdaroğlu’nun, iki bildirge arasında geçen dört ay boyunca, Doğu’da, Güneydoğu’da öldürülen çocukları hiç anmamasının yol açtığı bir düşkırıklığı bu.
Kürt sorununu en iyi CHP’nin çözeceği iddiasında olan ve meselenin güvenlikçi politikalarla çözülemeyeceğini net biçimde ortaya koyan, AKP iktidarını eleştiren, sorunun yalnızca Meclis’te çözülmesi gereği konusunda haklı da olan Kılıçdaroğlu’nun, iki bildirge arasında geçen sürede öldürülen çocukları anmamasının nasıl bir gerekçesi olabilir?
Açık bir insan hakkı ihlali olan 8 gün boyunca Cizre’deki sokağa çıkma yasağına, Özel Güvenlik Bölgeleri’ne, gençleri bildirgesinin omurgasına yerleştirirken 33 gencin yaşamını yitirdiği Suruç katliamına, o günden bugüne, evinde otururken, parkta oynarken, sokakta gezerken, çalıştığı fırının önünde öldürülen ve yaşları 8 ile 17 arasında değişen 20 çocuğun öldürülmesine hiç değinmeyişine ne engel vardı?
Ola ki, böyle bir değinmenin “teröre destek hassasiyeti” yaratacağı çekincesini taşıyorsa CHP lideri, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden de mi söz edemezdi?
Aile sigortası, taşeron işçiliğe son, emeklilere ikramiye vaatlerinin sıralandığı “CHP İktidarının İlk 100 Gününde ve İlk Bir Yılında” yapılacaklar listesinde de bu soruların yanıtlarını boşuna aradım.
Her sayfası “Önce Türkiye” sloganıyla damgalanmış kitapçık kolumun altında, kendi yanıtımla ayrıldım salondan:
Hiç ama hiçbir sorun bir ülkede, çocukların öldürülmesinden, daha korkuncu bunun sıradanlaşmasından daha önemli olamaz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları