DP ve ANAP'tan Beri İktidar-Hukuk Maçı!

20 Eylül 2011 Salı
\n\n\n

Parodi demokrasisinin yurtiçi ve yurtdışında nasıl yaşandığını üst üste ele aldık. Uzaktan kurumlarına bakıldığında demokrasiyi andıran, ancak işleyişte bir demokrasinin içinde bulunması gereken özgürlük, güven ortamı veya güçler ayrılığından eser olmayan bir ucube”!

\n

Peki, böyle bir ülkede güç nasıl yaşanıyor? Bu sorunun yanıtı iç açıcı değil. Parodiyi yöneten parti lideri, üzerinde hiçbir denetim mekanizması kalmamış bir konumda, ülkeyi istediği gibi idare edebilir ve her türlü padişahvari yetkiler kullanabilir. Yargı fiilen hükümetin atama yetkileriyle bağımsızlığını kaybettiği için çoğunlukla iktidarın görmeyi umduğu kararları alır, aynı nedenle üst yargı organları da alt mahkemelerin kararlarıyla ters düşmemekten mutluluk duyabilirler.

\n

Mesela Özalın tek parti iktidarında, arada sürtüşmeler yaşadığı TSKyi saymazsak, yargı, basın ve Cumhurbaşkanı, her an onun her kararına karşı çıkabilen ve veto edebilen, hatta dünyayı başına yıkabilen kurumlardı. 1980’in demokrasi açısından 1961e göre çok gerilemiş anayasasına rağmen, Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu veya basın, Başbakanın veya Bakanlar Kurulunun kararlarını veya kanun hükmünde kararnamelerini her an sorgulayabilen, reddedebilen veya ağır mizah konusu yapabilen, birbirinden çok farklı güç odaklarıydı. Tabii bir de tüm bunlara ANAPa Erdal İnönü dışında, Meclisi dar eden rahmetli Cüneyt Canver, Kamer Genç veya tabii Deniz Baykal gibi SHP siyasetçileri eklenirdi SHPnin o günlerde aldığı çeşitli eleştirilere rağmen ANAPa benzemeye çalışmak, tarikatları mazur göstermek, türbanı demokrasi olarak tanımlamak, Atatürkçü kitleleri yalnız bırakmak gibi merakları yoktu. Yani ANAPın oylarını alabilmek için, ANAPtan daha ANAPçı görünmeye çalışmıyordu. Böyle bir ortamda Özal gibi bir aşırı güç meraklısı bile, umduğundan çok daha azını kullanabiliyor, sol yayınlar bir yana, Sabah gibi büyük patron gazetelerinde bile manşetlerden lime lime edilebiliyordu. Siyaset er meydanıydı, tüm baskılara rağmen gençler, kitle örgütleri, sanatçılar muhalefet görevlerini yerine getirmekten kaçınmıyorlardı. Özal da bunlara karşı elinden geleni ardına koymaz, gerek Muzır Yasasıgibi bir hukuki ucube veya tazminat davalarıyla hıncını muhaliflerden çıkarırdı.

\n

Objektif herkesin bildiği gibi, demokrasiden uzaklaşma çabaları aslında siyasi literatürümüze Demokrat Parti ile girdi. Menderesin tek güç olma merakı, ülkeyi kaosa taşıdıktan sonra, keşke mecbur edilmeseydi dediğimiz süreçler başladı. 27 Mayıs Devrimini yapan kadro, en iyi hukukçuları toplayıp şu talebi iletti: Bu ülke kötü niyetli siyasilerden çok çekti. Bir daha bunların yaşanmaması için öyle bir anayasa hazırlayın ki, kimse iktidar gücünü suiistimal edemesin”. İşte hâlâ özgürlükçülüğü, demokratikliği ve mükemmeliyeti ile dillere destan 27 Mayıs Anayasası, bu şekilde yazılabildi. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer Tunaya, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, Nail Kubalı ve İsmet Giritli hukuk hocaları olarak daha ilk sabahtan askeri Ankaraya giderek çalışmaları başlatmışlardı. İşte 1961 Anayasasının getirdiği onca yenilik arasında özellikle Anayasa Mahkemesi, HSYK ve MGK, artık rejimin bir daha hiçbir zaman 1960 öncesi korkunç ortama dönmemesi için getirilmiş üç emniyet supabıydı: Aynen vücudun lenf bezleri gibi, bu üç güvenlik karakolu sayesinde her gerilimli sorun, gerek iktidarın rotası, gerek ülkenin sağlık durumu ve hukuki açıdan masaya yatırılıyor, yeni darbelerin akla bile gelmemesi için yapılan tartışmalarla hayati kararlar alınabiliyor, krizlerinin önceden önlenebilmesi mümkün oluyordu.

\n

Bugün bu güvenlik karakolları, amaçlarından uzaklaştıkları bir konuma geçirildiler. Muhalefet ve sol duyulu basın, 12 Eylül referandumunun HSYK ve anayasa açısından nelere mal olacağını aylarca anlattılar ama dinlenilmediler. MGKye gelince üst üste açılan davalarla fiili olarak felç edilen TSK, bir de istifa müessesesini en yanlış şekilde kullanıp mevzilerini terk edince stratejist iktidar sahipleri, en zeki şekilde bu boşluğu YAŞ ve MGKde doldurdular ve yeni oturma düzeni adı altında bu kritik masalarda tek hâkim oluverdiler. Zaten adedi arttırılmış sivil koltukların arasına şimdilik karışık düzen oturtulan kuvvet komutanları, belki daha ileri safhalarda yalnız Genelkurmay Başkanı tarafından da temsil edilebilirler!

\n

Zaten ülkede darbe tehlikesi de uzaktan yakından kalmadığına göre, bu Yeni Düzenin adını tarifine sığdırmaktan başka sorun ortada pek gözükmüyor! Tarif derken, Parodi demokrasisini tartışmıyorum! Daha geniş adlandırmadan yani çocuğun adını koymaktan söz ediyorum

\n

Sonuç mu? Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine!

\n

\n\n



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erken seçim mi dediniz? 18 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları