AKP'yi Kapatmak mı? Yoksa CHP'yi Açmak mı?

29 Ekim 2008 Çarşamba

Mizah yazarı Vedat Özdemiroğlu’nun o ince ve sade cümlesini size ileride açacağımı fısıldamıştım: “Mühim olan AKP’yi kapatmak değil, CHP’yi açmak!” İşte gerekçeli kararın Anayasa Mahkemesi tarafından yayımlanıp bizler gibi sade fanilerin, bu partinin, en önemli yasaları hiçe sayarak yaşamasına rağmen, neden “açık” kaldığını, pek de ikna olmadan öğrenirken, aklımız kaçınılmaz olarak hayatımızı bir kâbusa çeviren siyasi yaşamımıza takılıyor.

Öncelikle itiraf edeyim: Benim gibi yıllardır -ne yazık ki- her öngördüğü felaket şaşmadan gerçekleşmiş bir kara gün habercisi baykuşun bile artık öngöremediği senaryolara kapıldık, gidiyoruz! Örnek mi? Türkiye’nin uçuruma ısrarla itildiği şu akıl almaz ortamda dahi, sandım ki; AKP’yi “rejim”, “devlet”, adına ne derseniz deyin, kapatmadığına göre; bu parti bir durulacak, elalemin yaşam tarzına, içkisine, özgürlüklerine olan saldırılarına bir son verecek, nefes alıp vermeye devam ettiğine şükredip gerginliği artık azaltacak, tutarsız davalardan medet ummaya son verecek ve “beraber yaşama kültürü”nü bu sayede olgunlaşarak içine sindirecek…

Ne gezer! Garabet öyle boyutlara ulaşmış ki, benim gibi bir kötümserin bile ümit arayan öngörüleri anında çöpe gitti. AKP, yazın Haşim Kılıç’ın nurlu ağzından “AK Parti kapanmıyor” sözlerini duyduktan sonra, basına, içkiye, internete, ana muhalefet partisine olan saldırılarını pervasız boyutlara taşıdı, hedefinin özgürlüklerimizi tamamen yok etmek olduğunu kanıtladı.

Kanıma göre bu “gerekçeli karar” ikna edici olamadı. O “gerekçelerin” neler olduğunu ileride tarih fısıltı kitapları hazin bir şekilde duyurabilir, orasını bilemem. Ama şayet Anayasa Mahkemesi üyeleri “üniversitelere neden türban giremez?” konusundaki kendi gerekçeli kararlarını okurlarsa, bu kararla nasıl çeliştiklerini görürler. Daha önce, Anayasa Mahkemesi üyelerinin kaleme alacakları gerekçeli kararın son derece hayati olduğunu ve davanın takipçisi olarak Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP’yi sıkı denetim altında tutacağını bildirmesi gerektiğini yazmıştım. Nerdeee… AKP bu metni, önüne serilmiş yemyeşil bir halı gibi görecek.

Aklıma takılan çok şey var tabii… Örneğin Haşim Kılıç, İBDA-C örgütünün dergilerinde ciddi görevler aldığına dair kanıtlar ortaya dökülmesine rağmen, bunları gerçek anlamda tekzip eden hiçbir belgeyi ortaya koyamadı; kuru kuru “iftira” demek dışında… Bence Avrupa ADD’leri Federasyonu Başkanı Dursun Atılgan’ın kendisine yazdığı ve neden her kararında laiklik karşıtı görüşleri savunduğunu irdeleyen açık mektubu dikkatle okuyup, geçmişiyle ve vaatleriyle yüzleşmeli, bunun sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmalı.

Peki, AKP’nin freninin artık toptan patladığı bu karanlık günlerde, ana muhalefet ne durumda? Ben şahsen Baykal’ın konuşmalarının yüzde doksanının altına imza atarım. İyi bir hatip, iyi bir Cumhuriyetçi, iyi bir polemikçi… Ama biliyoruz ki, CHP ve başkanının “haklı” sözleri haftada bir grup toplantısında, haftada bir de TV’de canlı yayında söylemesi, bu ükenin karartılmasını durdurmaya yetmiyor. Yetseydi, en önemli, en saygın Atatürkçülerin birçoğu “Ergenekon”la toplanıp malum şartlarda yargılanabilir miydi? Demek ki sistem böyle yürümüyor. Özet alternatif formül şu: CHP’nin ivedi olarak kapılarını halka açması, “içeriye ışığın girmesine izin vermesi” (let the sunshine in!), mitinglerde ortalığı inleten o muhteşem kitlenin gönül rahatlığıyla partiye üye olmaları ve CHP ile beraber iktidar olacaklarına inanmaları lazım! Bunun da basit nesnel formülleri var. “CHP’de Demokratik Devrim!” kitabımda bunları netleştirmiştim.

Peki, Baykal bu devrimi isterse yapabilir mi? Bence evet, hatta artık “yapmalı”nın da ötesinde, zorunlu! Çünkü kredilerimizin tümü artık harcandı. Şu anda Anayasa Mahkemesi’ne, Yüksek Yargı’ya, üniversite rektörlüklerine hangi atamaların yapıldığını, hangi güvenli dağlara karlar yağdığını biliyoruz. Çankaya’da hangi zihniyetin egemen olduğunu da unutmamız mümkün değil.

Dünyanın her şirketi, her hükümeti, her partisi, işler kötü gittiği zaman oturup bir beyin fırtınası yapar ve “Hatam nerede?” sorusunu sorar. Çevreden aldığı eleştiriler ve yönlendirmelerle kendine yeni bir strateji belirler. Bunun yerine “Ben hatasızım, hiç yanlış yapmadım; beni eleştirenler yok etmeye çalışan klikler” demenin bir faydası olsaydı, bugüne kadar bu “faydayı” görürdük değil mi? Baykal ve CHP, artık partinin kapılarını açıp, iktidarı “sevgiyle” yürütmeyi başarmalıdırlar. Bu Türkiye’nin “tek” çıkışıdır…\t



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erken seçim mi dediniz? 18 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları