Adnan Binyazar

Eğitim düzenimiz

22 Ocak 2021 Cuma

Eğitim, durağanlık değil, devingenlik ister. Durağanlık, toplumu eylemsizliğe sürükler. İnsanı düşünmeye yönelten, bilgiyle beslenen devingenliktir. Bilimde, sanatta, teknikte gelişme, kökü eğitime dayanan düşünmeyle oluyor.

Her yeni kuşak, var olanla yetinmez, yeniliklerin ardına düşerek kendi eğitim ortamını yaratır. Bu da eğitimi düşünebilme yolunda geliştirmekle olur. Yeni kuşakların toplumsal yaşamda yer tutması da buna bağlıdır.

Kendimize şunu soralım: Gelişiminde insanın yaratıcı gücü olan hangi bilim, sanat, teknik olduğu yerde kalmış. Rönesans ressamı Raffaello’nun çizimi-renk arayışı, çağımızın ressamı Picasso’nunkiyle aynı mıdır? Öteye gitmeyelim, yüzyıl öncesinin tek adamlı uçağının içine şimdi beş yüzün üstünde kişi sığıyor...

GELİŞİM

Bilgi aktarımıyla değil, öğrenme isteği yaratmakla gelişir düşünce. Örneğin öğrenmeye koyulan, kanımca, ancak Prof. Dr. Ali Nesin’in açıkladığı düzeyde direnç gösterirse, bilgi alanını genişletip onu düşünsel düzeye erdirebilir:

Hayat imkân verdiği ölçüde matematik çalıştım. Ama şunu da söyleyeyim, hiçbir zaman açım, üşüyorum, param yok gibi nedenlerle çalışmadığım olmadı. Hep çalıştım. Liseyi bitirdiğimde kendi kendime söz vermiştim, başarılı olacaktım. Bedeli ne olursa olsun, hiçbir özrün ardına sığınmadan, daima çalışıp mutlaka başarılı olacaktım. Bu sözümü büyük ölçüde tuttuğumu sanıyorum. Evde televizyon seyreden oda arkadaşımdan kurtulmak için ara katta bulunan buz gibi tuvalette bile çalıştığım olmuştur.

KÖY ENSTİTÜLERİ

Atatürkçü eğitim anlayışının önemli atılımlarından biri olan Köy Enstitüleri, “iş içinde eğitim” anlayışının gerçekleştirildiği okullardı. Orada öğrenim gören, çözülecek sorunlar karşısında “Ben bunu yapamam!” demez, onu gerçekleştirmeye çalışırdı. Orada yetişmiş biriyim, bir kış günü, yollar kardan kapanmıştı. Kürekleri topluca elimize alıp üç beş saatte yolu trafiğe açmıştık.

1950 yılında değişen iktidarın ilk işi, “iş içinde yaparak” eğitimi sağlayan Köy Enstitülerini kapatmak, halkevlerini dağıtmak olmuştu. Sonraki yıllarda liselerden felsefe-mantık-sosyoloji gibi düşünceyi geliştiren dersleri kaldırmakla kalmamış, Tercüme Bürosunu işlevsiz kılarak klasiklerin basımını durdurmuştur.

Ne acıdır ki ondan sonra gelen iktidarların hiçbiri bu boşlukları doldurmayı aklının ucundan bile geçirmemiştir.

SALGIN GÜNLERİ

Dünyaya yayılan salgının toplumlara uyarı olduğunu düşünenler var. Toprakların, denizlerin, ırmakların çöplüğe dönüştürülmesi, ağaçların kökünden sökülüp yerine bina dikilmesi, mevsimlerin özelliğini yitirmesi, çağımızın en önemli sorunudur.

Her gün salgından kurtuluş haberleri okuyoruz gazetelerde. Üç gün önce, Rus bilim insanlarının, salgını kökünden önleyecek bir ilaç buldukları açıklandı. Böyle haberlerin, gerek bedensel, gerek ruhsal yönden umudunu yitirenleri rahatlatmak için uydurulmuş olduğunu düşünmek istemem. Ama bu tür haberlerin araştırılmasını bilim kurullarının görevi olduğunu anımsatmak isterim.

Son yıllarda “her şeyin daha iyi olacağı” söylemi, dünyada avutucu iksire dönüştü. Böyle bir ortamda, yetkin bir uzmanın “2022 yılında salgının sonunun geleceği” yolundaki demecine bilmem inanacak çıkar mı!

İyi bir eğitimden geçmemiş olmak ne acı, neredeyse kendimize aşı yerine kötümserlik aşılayacağız...

Kötümser olmaktansa, umuda sığınmak insanın doğasında var, yüzünü içinin aynasına o umutla çeviriyor. Ben de ona uyayım:

Umut mevsimidir bahar, ona sığınanları düş kırıklığına uğrattığı görülmemiştir!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları