Adnan Binyazar

Ayasofya gerçeği

31 Temmuz 2020 Cuma

Müze, bilimde, sanatta, kullanımda tarih boyunca yarattığı yapıtların saklanıp korunduğu yerlerdir. Müzeler, içinde sergilenen yapıtların türüne göre adlandırılmıştır.

Fransızca Musée’den Türkçeye geçen “müze” sözcüğü, eski Yunancada “Sanat Tanrıçası” anlamına gelen mouseîon kökünden türemiştir.

Yıllardır müze olarak anılan Ayasofya’nın adı iki sözcükten oluşuyor. Aya, eski Yunancada “kutsal, azize”, sofya ise “bilgelik” demek. Ayasofya sözcüğünün Türkçede karşılığı ise “Kutsal Bilgelik”tir.

Ayasofya

532-537 yılları arasında Bizans İmparatoru 1. Justinianus döneminde kurulan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra camiye, 1934’te de Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle müzeye dönüştürülmüştür.

Fatih, Doğu kültürünün yanında Batı kültürüyle de bilgi alanını genişleten bir padişahtı. Bellini’ye resmini yaptırttığına göre Rönesans kültürünün de yabancısı değil. Öbür dinlere beslediği hoşgörüyle, mimarlık sanatının başyapıtı Ayasofya’yı camiye çevirerek İslamlığın güvencesi altına almıştır.

Birçok ülkenin başkentindeki büstüne, dünya barışının temel ilkesi sayılan “Yurtta barış, dünyada barış” sözü kazılan Mustafa Kemal Atatürk, Fatih’le aynı hoşgörü ruhunu taşıyor olmalı ki, Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek insanlığın ortak mabedi kıldı.

Değerbilmezlik

Yaşadığı yüzyılın koşullarında Fatih Sultan Mehmet’in, Ayasofya’yı camiye çevirmesi ne denli önemliyse, Atatürk’ün, İstanbul’u işgal güçlerinden kurtarıp bağımsız kıldıktan sonra, mimarlık tarihinin bu üstün yapıtını her ulustan insanın ziyaretine açması da o ölçüde önemli sayılmalıdır.

Fatih’te dinsel inanç egemendir, Atatürk’te evrensel insanlık bilinci...

Ayasofya’nın, yasalara dayanılarak yeniden camiye dönüştürülmesinin, uzun süre gündemden düşmeyeceği kanısındayım. Kan kurumaz; Fatih gibi ülkemizin bağımsızlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Atatürk’ü, “lanetleme”ye kalkanların toplum vicdanında açtığı değerbilmezlik yarasının kanı da kurumayacaktır.

Ayrıca, güncelliğini yitiren olaylar bir süre sonra unutulabilir; ama Müslümanlığı en üst düzeyde temsil eden bir din bilimcinin şu ağır sözleri tarihin pas tutmaz belleğinden silinmeyecektir:

Fatih Sultan Mehmet Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar.

Çünkü tarih, yıkım üzerine kurulmaz. İç öfkelerinin coşkusuna kapılarak çürük sözler edenlerin bıraktığı iğrenç lekeler de unutulmaz.

Son günlerde sıkça görüldüğü gibi Atatürk’ü aşağılayıcı sözcüklerle küçük düşürmeye kalkanlar, çok iyi bilmelidir ki Atatürk, çağdışılığı tarihe gömüp, ulusunu esen kılan en şiddetli fırtınalardandır!

‘Tarih bilenler’

Bu değerbilmezlik ortamında, Latin alfabesinin kullanımına karşı çıkanlar, bir derginin kapağını Arap alfabesiyle yazıp “Hilafet için toparlanın” diyenler birden türeyiverdi...

Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirme amacının bir yana itilip, dindarlığın öne çıkarıldığı bir eğitim ortamında yetişenden başka ne beklenir!

Düşünce bilimsel yönüyle değerlidir; Osmanlı döneminden günümüze çağdaş Türkiye’nin tarihini inandırıcı kanıtlarla besleyen Prof. Dr. İlber Ortaylı, düşünce yoksunlarına gerçeğe vardıran yolu gösteriyor:

Kimsenin şüphesi olmasın; hukukunu müdafaa edemeyecek tarihi büyüklerimizin savunmasını tarihçiler ve tarih bilenler yapacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları