Yoksulluk yüksek: Önce işsizi düşünün

Prof. Dr. Özgür Orhangazi: Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’ı yoksunluk ve sosyal dışlanma tehdidi altında. Bunları dert etmeden, Ar-Ge yapmayla, pahalı ürün üretmeyle sorunlar çözülmez.

Yoksulluk yüksek: Önce işsizi düşünün
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.06.2019 - 22:27

Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Türkiye’nin dış sermaye girişlerine bağımlı, inşaat odaklı büyüme modelinin tıkandığını vurgulayarak, ikinci bir kur şoku ya da borç krizi şokunun Türkiye ekonomisini daha da dibe götürebileceğini söyledi.

Hukukun üstünlüğü ve demokrasinin savunulması gerektiğine dikkat çeken Orhangazi, “Buna yabancı yatırımcı gelsin diye değil de kendi geleceğimizi nasıl belirleyeceğiz, bunu rahat rahat konuşalım diye ihtiyacımız var. Özellikle en dipte yer alan kesimin krizden mümkün olduğunca az hasarla çıkması için buna ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı. Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’nın sosyal dışlanma tehdidi altında olduğunu, bunları dert etmeden, Ar-Ge yapalım, pahalı ürün üretelim demekle sorunların çözülmeyeceğini anlatan Prof. Dr. Özgür Orhangazi ile Türkiye ekonomisinin yaşadığı problemleri ve krizden çıkış yollarını konuştuk.

Şu an ekonomide nasıl bir tablo görüyorsunuz?
- Türkiye ekonomisi 2000’li yıllardaki dış sermaye girişlerine bağımlı, borç artışına dayanan inşaat odaklı büyüme modelinin sonuna geldi. Çok açık ve net, bu model tıkandı. 2018’den itibaren ekonomi yavaşlamaya başladı, peşi sıra kur krizi geldi. Büyümenin düşmesi işsizlik artışını getirdi. Uzun süredir işsizlik yüzde 10’un üzerinde seyrediyor. İşgücüne katılım oranı düşük. İthal ürüne bağımlılık ve kur şoku enflasyonu da artırıyor.

Türkiye’deki büyüme modelinin en büyük çelişkisi faizleri yükselttiğiniz zaman içerideki talep çöküyor, kredi büyümesi çöküyor. Faizleri düşük tutarsanız kur kontrolden çıkıyor. Ama şu net ki Türkiye’nin kısa vadeli problemlerinden ziyade ana büyüme modelinde problem var.
Yoksulluğu dert etmeliyiz

Herkes yeni bir büyüme modelinden de bahsediyor, nasıl bir model olmalı?
- Yeni bir hikâye diyorsak eskinin ne olduğunu, ne tür problemler olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz krizin aslında bizim yıllardır benimsediğimiz büyüme modelinin krizi olduğunu kabul etmezsek bir yere varamayız. Katma değeri yüksek ürünler üretelim, Ar-Ge’ye yatırım yapalım deniyor, ama bunların hiçbirisi şu an karşı karşıya kaldığımız sorunları doğrudan çözemeyecek. Birincisi, modeli biraz sorun etmek ve bunun üzerine tartışmak gerekiyor. İkincisi, amacımız ne, gitmek istediğimiz hedef ne? Ekonomide amacımızın ne olduğunu belirlemeden, oraya gitmeye çalışmak anlamlı gelmiyor. Kitlelerin ihtiyacı nedir, bunu belirleyip bunu karşılayacak, istihdam yaratacak, yaşanılabilir bir ücret seviyesi yaratacak, gelir ve servet eşitsizliklerini gündeme getirecek, bunları çözecek, yoksullukla mücadeleyi ön plana çıkaracak bir plan gerekiyor. Türkiye’deki nüfusun yüzde 40’ı yoksunluk ve sosyal dışlanma tehdidi altında. Bunları dert etmeden, Ar-Ge yapalım, pahalı ürün üretelim çok havada kalan şeyler oluyor.

Bunu hayata geçirecek siyasi irade var mı?
- Bunlar Merkez Bankası’nın birtakım faiz ve kur politikalarıyla ekonomiyi düzlüğe çıkarabileceğini düşünmek kadar ütopik değil. Ya da Hazine’nin açıkladığı birtakım teşvik programlarıyla ekonominin kurtulacağına inanmaktan daha ütopik değil. Bu yönde bir siyasi istek ve arzunun olmadığı çok açık.

 

Kolay ve hızlı çözüm yok

Şu anda ekonomide en can yakıcı sorun hangisi?
- Sokaktaki insan açısından en can alıcı sorun işsizlik. İkinci sırada enflasyon geliyor. Büyüme modelinin sürdürülemez olduğuna geliyor yine konu. Bir yandan muazzam bir dış borç yükü altındayız, bir yandan yurtiçi borçluluk oranları çok yüksek. Bir iktisatçı olarak, önce şunu ayırıp çözebiliriz diyeceğimiz noktayı geçmiş durumdayız. Tam teşekküllü bir problemle karşı karşıyayız.

Var mı bir çıkış yolu?
- Şunu net söyleyelim, kolay ve hızlı bir çözüm yok ortada. Dış sermaye girişleri de bir nedenden dolayı mucizevi şekilde birden bire artmadığı sürece, bizim düşük büyüme, yüksek işsizlik, yüksek faiz ve TL’nin değersiz olduğu bir döneme kendimizi hazırlamamız gerekiyor.

Her şey daha mı kötüye gidecek yani?
- İşsizlik yükselme eğiliminde. Enflasyon biraz stabilize olmuş gibi görünse de kurdaki herhangi bir oynama yeniden onu zıplatabilir. Ekonomik büyümenin devam edeceğine dair herhangi bir işaret yok. Hem şirketler hem hane halkları faizlerin bu kadar yüksek olduğu bir durumda daha fazla borç alıp harcama yapabilecek durumda değiller. Talepte ciddi yavaşlama var. Üretim tarafında da maliyetler çok yükseldiği için arz sıkıntıları var. Kısa bir sürede kendiliğinden bir çıkış beklemeyelim.

Yeni bir şoku kaldıramayız

Krizden çıkış ve büyüme ne zaman olur?
- İktisatçıların öngörüsü yüzde 99.9 yanlış çıkar zaten. Herhangi bir ikinci kur şoku yaşamazsak, borç krizi birdenbire kontrolden çıkmazsa 2020’de yavaş yavaş bir toparlanma olması gerekiyor. Başka herhangi bir kriz olmazsa, jeopolitik bir sürü risk var, S-400 sorunu, ABD Başkanı Trump’ın İran politikası vs... Böyle bir ortam da 2018 de yaşadığımız şoka benzer bir şoku tetiklerse bütün öngörüler zaten çöpe gider.

Krizde dip nokta görüldü mü?
- Emin değilim. Ama ikinci bir şok bizi çok daha derin bir dibe gönderebilir. İkinci bir kur şoku, ikinci bir borç krizi şoku dengeleri çok daha fazla bozabilir.

Şu anda acil atılması gereken adımlar neler?
- Bir numaralı adım krizden doğrudan etkilenenleri, işsiz kalanları ya da enflasyon yüzünden gelirleri ciddi bir biçimde düşen kesimleri koruyan kollayan politikaların devreye sokulması gerekiyor. Bunlar insani politikalar olmakla birlikte aynı zamanda iktisadi politikalardır. Ekonomide ki talebin çökmesini de engeller. Tabanda krizin etkilerini kontrol altına almak gerekiyor. İkinci adımda açık şekilde sorunu masaya yatırıp, dış borç sorununun nasıl çözüleceği bir program çerçevesinde tartışmak gerekiyor.
Üçüncüsü hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Bunu yabancı yatırımcı gelsin diye değil de kendi geleceğimizi nasıl belirleyeceğiz bunu rahat rahat konuşalım diye ihtiyacımız var. Özellikle en dipte yer alan kesimin krizden mümkün olduğunca az hasarla çıkması için buna ihtiyacımız var. Mesela insanlar ‘ekonomik kriz var’ dediği için yargılanmamalı.

 

Yama yapa yapa...

Hem şirket hem hane halkı borçları artıyor, batık borç miktarı artıyor, bu borçlar döndürülebilir mi?
- Şu anda Türkiye ekonomisi üzerine çalışan iktisatçıların en büyük problemi çoğu şeyi bilmememiz. İstatistiklerdeki problemler var bir yandan, diğer yandan kimin ne kadar borcu var şeffaf değil. 2017 Kredi Garanti Fonu geldi, ne kadarına kamu garantisi verilmiş bunları bilmiyoruz. Ama teknik olarak tüm borçların ödenmesi mümkün değil. Ekonominin küçüldüğü bir ortamda bunu görmek çok zor değil. Şirketler bir miktar dış borcun ödemesini yapıyor o zaman yatırıma para kalmıyor.
Hane halkları da borçlulukta sınıra geldi. Faiz oranlarının yüzde 25’e geldiği bir ortamda gelirler aynı oranda artmıyor. Gelir yaratmıyorsanız borçların ödenmesi de zorlaşıyor. Bu noktada bazı borçların ödenmemesi gündeme gelecek. Bu da borç krizi olur. Borç konusunda sorunun ne olduğunu net bilmiyoruz. Lokal ortaya çıktıkça yama yapa yapa çözülmeye çalışılıyor. Ama bütüncül bir yaklaşım yok ortada. Ne sermaye ne de geniş kitleler emekçiler açısından bütüncül bir bakış açısı yok.

Ciddi yapısal sorunlar var

Hukukun üstünlüğü yatırımcı için önemli mi? Son yıllarda bu konuda ciddi tahribatlar oldu.
- Çok önemli. Ama yaşadığımız problemlerin ana nedeni hukukun aşınması değil. Türkiye ekonomisinde ciddi yapısal sorunlar var. Hukukun aşınması, kurumların aşınması belirsizlikleri artırıyor. Evet yatırımcılar belirsizliklerin artmasından hoşlanmazlar. Diyelim ki borçlarını ödeyemeyen bir şirket, mahkemeye gidiyor konkordato ilan ediyor kurtarılıyor batmaktan. Gerekirse borçları yapılandırılıyor vs.. Borçlarını ödeyemeyen bir işçi herhangi bir şey yapamıyor. Varsa evine haciz geliyor, bu da hukukun işlemesi, yani hukukun üstünlüğü var orada, ama hangi hukukun üstünlüğünden bahsediyoruz önemli olan bu.

Piyasaya tekrar güven sağlanması için hangi adımlar atılmalı?
- Eğer derdimiz sermaye girişleri devam etsin, biz de büyümeye devam edelim ise yapılacak olan çok basittir. Dış sermaye Türkiye’ye kâr etmek için gelir. Onların güvenli biçimde kâr edebilecekleri ortamı hazırlarsınız. Borç verdiklerinde bunun ödeneceğinin garantisinin olmasını isterler. Dolayısıyla sorun dış sermaye girişlerini artırmak olarak mı ortaya konmalı yoksa Türkiye ekonomisinin dış sermayeye olan bağımlılığını nasıl azaltırız gibi mi ortaya konmalı? Diyelim ki dış sermaye girişleri devam etti ve bu korkulu dönemi atlattık, belki mucizevi bir şey olursa bir iki yılı kurtarırız. Peki ama bir sonrakinde ne yapacağız? Çünkü bir sonrakinde daha da artmış bir dış borçla karşı karşıya kalırız. Her yıl dış sermayeye faiz, temettü geliri ve benzeri ödemelerimiz 15 milyar dolar civarında.

Seçim sadece krizi geciktirir

Ardı ardına seçim yapılması ekonomiyi nasıl etkiliyor?
- Seçim ekonomisi, ekonominin dengelerini bozar ve fazla harcamaya neden olur. Ekonominin yavaşladığı dönemlerde krizin derinleşmesini geciktirici etkisi olabilir, ama ileride daha büyük problemlerin de ortaya çıkmasına neden olur.

Yurttaş TL’ye güvenmiyor, döviz mevduatı artıyor. Bu nereye varır?
- Bunun devam edeceği görülüyor. 1990’larda insanların maaşını alır almaz dövize çevirdiği bir kriz ortamı vardı. Belirsizliklerin arttığı dönemde o tarafa doğru yönelim oluyor. Bu kadar spekülasyona açık bir ortamda herkes kendisini korumaya çalışıyor. Ufak bir birikimi olanlar da kendisini korumaya çalışıyor.

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler