Yalanı yenebilmenin anahtarı bilimdir

.

Yayınlanma: 06.07.2020 - 17:03
Yalanı yenebilmenin anahtarı bilimdir
Abone Ol google-news

Türkiye’de yapay zeka deyince ilk akla gelen isimlerden biri Prof. Dr. Cem Say. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Öğretim Üyesi. Ama ötesi de var. Ergenekon, Balyoz, Odatv davaları gibi kurmaca suçlamalarda dijital delilleri inceleyip sahteliklerini ortaya çıkaran bilgisayar uzmanları arasında yer aldı. Anlayacağınız, haksızlıklar karşısında susmayan, bilgi ve birikimlerini doğruları gözler önüne sermek için seferber eden biri. Koronavirüsle birlikte gelen karantina günlerinde hazır okullar da kapanmışken o da eve kapandı ve bir kitap yazdı. Lisede okuyan Kızı Aslı da kapak tasarımını üstlendi. Cem aynı zamanda arkadaşım, aynı zamanda Herkese Bilim Teknoloji dergisinin de yazarı. Bir öykü tadında kitabından yola çıkarak içinde bulunduğumuz dünyanın dinamikleri ve bilimin bunlarda oynadığı role ilişkin küçük bir söyleşi yaptık. 

"SÖZELCİLER"DEN OLUMLU TEPKİ ALDIM

Yeni Dünya, Yeni Ağ adını verdiğin son kitabında bilgi çağını anlatırken; evreni, hayatı ve insanlığın yükselişini geniş açılı bir perspektiften ele aldın. Seni böyle bir kitap yazmaya iten ne oldu? Bunda uzun yıllar Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermenin etkisi nedir?

Beni bu kitabı yazmaya iten baş etken ilk popüler bilim kitabım 50 Soruda Yapay Zekâ’ya sadece meslektaşlardan değil, aynı zamanda bilim ve teknolojiyle içli dışlı olmayan ama hayatlarına yapacağı etkiyi de merak eden “sözelci” okurlardan, özellikle de her alan ve seviyedeki öğrencilerden gelen olumlu tepkiler oldu. Uzmanı olduğu konuları herkesin anlayabileceği eğlenceli bir dille anlatma süreci insanı çok net ve “Türkçe” düşünmeye zorluyor, birçok ayrıntıyı bu sayede daha iyi öğrenmiş oluyorsun; bundan çok zevk alıyorum. İlk kitapta yapay zekâ projesini anlatırken bizim bilim dalının da genel bir özetini vermiştim ama bilgisayarların öyküsü bundan ibaret değil. Bilgisayar mühendisliği gözde bir meslek ve insanlığa (bazılarımızın “evde kalmasına” olanak vererek bu salgından daha az kayıpla çıkmamızı sağlayan internet başta olmak üzere) eşsiz armağanlar sunuyor ama bunlar buzdağının görülen kısmı sadece. “Bilgi” denen şeyin aslında evrenimizin kaderiyle bağlı, ölçülebilir bir nicelik olduğunun keşfi fizikten biyolojiye, tıptan hukuka, siyaset biliminden ekonomiye bu yeni kitaptaki “bilgi bilimi” penceresinden bakmamızı sağladı. Boğaziçi hocası olmam da öyküyü bu çerçevede kurarken bu alanların çoğunun uzmanlarına danışmamı kolaylaştırdı elbet.

“Bir bilgisayar mühendisi olarak mesleğimin temellerini atan iki adamın, Alan Turing ile Claude Shannon’un tanışıp dost olduklarını öğrendiğimde çok mutlu olmuştum” diyor ve “neden böyle harika detayları hocalarım derste anlatmadılar bilmiyorum. Ben anlatıyorum” diye de ekliyorsun.. Gerçekten önemli bir nokta; biri 26 diğeri 30  yaşlarında iki matematikçinin adım adım nasıl yol aldıkları. Ama öte yandan bir şeyi sevmek için bilmek gerek. Buradan bizim ezberci eğitim sistemimize uzanırsak neler söylersin kısaca?.. 

Turing’le Shannon’ın karşılaşma hikâyesi bir casus filmi kadar heyecanlı. Teknik bir konuyu meslek edineceklere öğretmek için formüller, grafikler, ispatlar filan göstermek şart kuşkusuz. Ama ders sadece bunlardan ibaret olursa hocanın ders kitabından veya internette sayıları giderek artan ders videolarından ne farkı kalır? O formülü bulan kişi neden bu yola çıktı? O ispat için kaç sene uğraştı, kaç kez duvara tosladı? Rakipleri kimdi? Formülleri kafalarına atıp sınıftan çıkmak yerine yanlarında bu insan hikâyelerini de anlatırsak öğrenciler tüm bu bilgilerin sadece ezberlenip kullanılacak şablonlar olmadığını, kendileri gibi genç insanlar tarafından doğadan çıkartıldıklarını görür, kendilerinin de böyle yeni buluşlar yapabileceğini anlar.

TÜRKİYE'DE KURULMASAYDILAR...

“Bilgi denen şey tam olarak ne?” sorusunun yanıtını arıyorsun kitabın büyük bölümünde; insanın bu arayış yolculuğunun kesitlerinden örnekler veriyor ve öykülerine kısaca değiniyorsun... Öyle bir noktaya geldi ki insanlık, bilgi her şeyin temeli oldu. Bilgiyi bilimin konusu haline getiren ve bundan yeni yaratıcı ürünler ortaya koymayı başarabilen toplumlar, ülkeler  bilgiyi büyük bir güce çevirip kazananlar oluyor. Türkiye’yi bu konuda tökezleten unsurlar ne sence? 

Türkiye’de buluş yapmak, yeni teknolojilere dayalı bir şeyler üretmek isteyen insanların karşılaştığı “sürtünme faktörü” kimi diğer ülkelerdekinden daha fazla olagelmiş. Kendi alanım özelinde hep verdiğim örnek Ekşi Sözlük’ün Facebook’tan yıllar önce kurulmuş olması. Eğer Türkiye’de değil de ABD’de kurulsaydı herhalde bir zamanların önüne geleni tutuklatan “bavulcu” yazarının hedef göstermesi gibi bin türlü saçmalıkla uğraşmaz, şimdi dünyayı kaplamış olurdu. Bu ekstra zorluklar kimi zaman “yetkili”lerin yeni teknolojiyi anlamamasından (Ali Akurgal’ın “yazılım”ı metre ile ölçen gümrük memuruyla ilgili anısı meşhurdur), kimi zaman da farklı çağların örgütlenme biçimleri olarak devletle internet arasındaki doğal çelişkiden kaynaklanıyor, kitapta da tartıştığım gibi.

Bilgisayarların sadece birer hesap makinesi gibi olduğu değil; evrenin işleyişi hatta kaderi ile ilgili olduğunu söylüyorsun.. İnsan beyninin, zihnin fiziksel temelini sorguluyorsun.. Dijital bilgisayarlar bir  gün gelip insan beynini tamamen taklit edebilirler mi?

Yarın değil, on yıl sonra da değil ama bir gün evet, edebilirler. Fizik ve biyoloji hakkında bildiğimiz her şey bunu gösteriyor. Ama entelektüel ilginçliği bir yana, bunu cidden istemek bana çok mantıklı gelmiyor. İnsan beynine zaten sahibiz, üstelik bildiğimiz birçok eksik ve zayıf yönü, “kandırılabilir” tarafları var. Onu değil, ondan daha iyisini hedeflemeliyiz. Bedenleri öldükten sonra zihinlerini bilgisayara “indirmeye” heves edenler beynin tıpatıp taklit edilmesini hedefliyor tabii, kitapta o tartışma da var.

“Bilgiyi elle tutulur, ölçülür bir nicelik haline getiren bilim insanı Claude Shannon’un mezartaşının arkasında bilgi miktarı formülü yazılıdır ama görmek zordur çünkü dikenli çalılarla kaplıdır. Kararlı bilimseverler bu zahmete katlanarak bu formülü okuyabilirler.” yazıyorsun... Merak ettim, sen bakabildin mi? 

İnsan bu işlere merak sarınca yurtdışı gezilerinde ziyaret ettiği yerlerin arasına mezarlıklar da giriyor! Boltzmann’ın entropi formülü ve Hilbert’in “Bileceğiz!” sözü de mezar taşlarına kazınmıştır. Shannon’ın mezarını henüz ziyaret etmedim ama o çalılarla boğuşan bir meraklının çektiği bir fotoğrafını gördüm, varoluşunu sağladığı internet sayesinde.

Kitapta bir dâhiler geçidi  var. Bilimin bugün oluşmasına katkıda bulunmuş çığır açmış insanlar. İçlerinden kiminin örneğin John von Neumann; Leo Szilard; ABD’ye göç edip nükleer silahların yapımında çalıştıklarını görüyoruz. Neden sence? Bilimin karanlık yüzüne hizmet etmek için bu çaba niye? 

Adını verdiğin iki kişi de Macar kökenli dâhiler ve kişisel deneyimlerinden Nazi Almanyası’nın atom bombasına sahip olmasının ne kadar korkunç bir şey olacağını anlıyorlar. Von Neumann bir “patlama” uzmanı; savaştan sonra ABD ile SSCB arasındaki nükleer dehşet dengesinin de matematiğini yapıyor. Özellikle Szilard’ın ilginç yaşamöyküsü bize “karanlık taraf”a hizmet etmenin tersine, sahip olduğu bilginin sonuçlarını öngörüp felâketin boyutlarını sınırlı tutmak için çırpınan bir insan gösteriyor bana kalırsa.

Devlet-birey ilişkisi de hayli yer tutuyor kitapta; tabii bilgi bağlamında...Yönetici sınıfların saplandıkları ideolojinin bilimsel gerçeklerle uyumsuz olduğu durumlarda gerçeği sansürlemekten kaçınmamasını anlatıyor ve örnekler veriyorsun. 

Galileo’nun dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü anlattığı  kitabı engizisyonca yasaklandı;  202 yıl yasaklı listesinde kaldı.. Bizde evrimin ortaokul ders kitaplarından adım adım çıkarılışı...Günümüzde bilginin yasak altında tutulması engellemesi o kadar da kolay değil, internet sayesinde ama...İşin bir de öteki  yönü var. O da aynı zamanda bir bilgi çöplüğü haline gelmesi büyük ağın.. İnsan doğru bilgiye nasıl ulaşacak, nasıl ayırt edebilecek. Okulda ders kitaplarında evrim okumamış tam tersine bilgiler ile kafası doldurulmuş bir öğrenci örneğin..

Bu çok önemli bir konu. Gerçek de yalan da internette eskisine göre çok hızlı yayılıyor, maalesef yalan gerçekten daha hızlı üstelik. Devletler de Wikipedia’yı kapatmak gibi saçma işler yaparak soruna katkı yapabiliyor. İnternetin bir merkezi, bir “otorite”si olmadığından “işin aslı”nı anlamak için alışılmış yöntemler burada işlemiyor. Şairin dediği gibi “annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta” yalanı yenebilmek yine bilim insanlarının kendilerine, gönüllülere, Herkese Bilim Teknoloji, Evrim Ağacı vs. bu yeni mecrayı doğrunun sesini duyurmada iyi kullanabilen bilim yayıncılarına düşüyor. 

"DEVRİM DİYE BUNA DERİM"

Bilgi teknolojileri devriminin,  insanlara halen çok dengesiz dağıtılmakta olan ‘iyi eğitimi’ dünyanın her yerine ve her katmana yayması mümkün diyorsun. Eğitimde eşitsizlik ne yazık ki fazla azalmıyor. Koronavirüs online eğitime geçirtti zorunlu olarak ama çıktıları o kadar da başarılı olmadı. Neyi farklı yapmak gerek? 

İnternet eğitim için bulunmaz bir nimet. Birçok konuda sıfır maliyetle dünyanın en iyi dersini alabiliyorsun. Ama ona erişebiliyorsan! Bu yeni çağın insan hakları arasında internete erişim hakkı olmalı. “Her çocuğuna yüksek hızlı bir internet bağlantısını ve gerekli cihazları sağlayamayan devlet olur mu? O kadar vergiyi niye veriyoruz?” İnsanlar böyle düşünmeli. Yüzyıllar öncesinin şartlarının şekillendirdiği kimi eski eğitim alışkanlıklarımızdan da vazgeçmeliyiz. Mesela alışılmış öğrenci ve gözetmen sayılarıyla uzaktan öğrenim sistemlerinde yazılı sınavlarda kopya çekilmemesini garantilemek imkânsız. Ya öğrencilerin kendi odalarına gözetleme kameraları koyup bilgisayarlarının uzaktan izlenmesine izin verdikleri bir “yüksek güvenlik” zihniyetine sapmalı, ya da “sınav” ve “not” kavramlarını yeniden ele almalıyız. Devrim diye buna derim.

Gelecek konusunda iyimser olduğunu söylüyorsun? Sanırım bunun ipuçlarını duymaya hepimizin ihtiyacı var. Küçük bir tüyo verebilir misin? 

İnsanlar çok uzun erimli planlar yapamıyorlar; genellikle bir soruna buldukları çözüm, şimdiki iklim krizindeki gibi, yeni bir soruna yol açıyor, bu sefer onunla uğraşmaya başlıyorlar, o yüzden her çağda günlük haberlere baktıklarında “işler kötü!” diye düşünüyorlar. Oysa insanlık uzun vadede iyiye gidiyor. Şiddet yoluyla ölen insanların oranı, ortalama ömür, ortalama eğitim, bunlar tarih boyunca iyileştikçe iyileşmiş. Diğer canlılardan farklı olarak biz insanlar, neye inanıp neye inanmayacağımızı belirlemekte kullanabileceğimiz “bilim” adında bir yöntem keşfettik. Bugünümüzü bu “en hakiki mürşit”e borçluyuz. Birileri insanlığı bu yoldan alıkoymak isteyebilir ama doğayla zıtlaşan fikirlerde inat edenler yenilir, her yıl masum, meraklı, kontrol edilemez yeni bir nesli çıkan gençliğe karşı hiçbir yapı direnemez. Sadece “başaracağım” diyenler başarılı olur, umut sağlığa da yararlıdır. Başaracağız.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler