Saylan: Yaşananlar şaka gibi
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, AKP iktidarı döneminde tamamen kendi ideolojileri doğrultusunda "gerici ve ilerlemeyi engelleyen bir eğitim sisteminin" tercih edildiğini belirtti. Saylan, "Türkiye'de bir bakıyorsun ki çağdaş eğitim diye bir şey yok ortada, eğitim diye bir şey var tamamen fırsat eşitsizliği üzerine kurulmuş, her dakika siyasete alet edilmiş kadrolaştırılmış içeriği giderek geriye çekilen içinden bütün çağdaşlaşmanın çekildiği bir eğitim sistemi mevcut" dedi.
Ergenekon soruşturması kapsamında merkez ile şubeleri basılarak arşivlerine el konulan ÇYDD’nin Başkanı Türkan Saylan, operasyon öncesi yaptığımız söyleşide iktidarın eğitim politikalarına ilişkin eleştirilerini sıraladı. Operasyonda Saylan'ın evi de polis tarafından basılarak özel belge ve CD'lere el konmuştu. “Ben kendimi Atatürk’ün kızı olarak görüyorum” diyen Saylan, 1989 yılında derneği kurduklarında “Atatürk İlke ve Devrimleri’ni korumak, bunun yanında geliştirmeyi” amaç edindiklerini söyledi. Türkan Saylan’ın Cumhuriyet Haber Portalı’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
- Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olarak eğitimdeki önceliklerinizi anlatabilir misiniz?
Türkan Saylan: Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği 1989 yılında kurulurken dedik ki ‘biz niye kuruluyoruz?’ Biz Atatürk İlke ve Devrimleri’ni korumak, bunun yanında geliştirmek amacındayız. Bunu da ‘nasıl yapabiliriz’ öncelikle çağdaş eğitim, çağdaş insanı oluşturur; sonra çağdaş toplumu oluştururuz. Bu bir süreçtir. Burada bir bakıyorsun ki çağdaş eğitim diye bir şey yok ortada, eğitim diye bir şey var. Tamamen fırsat eşitsizliği üzerine kurulmuş, her dakika siyasete alet edilmiş, kadrolaştırılmış, içeriği giderek geriye çekilen, içinden bütün çağdaşlaşmanın çekildiği bir sistem var. Eğitimcilerin bir kısmı, hepsi değil içlerinde çok iyi yöneticiler var. Aslında onlar susmak zorunda kalıyorlar, herkesin ekmek parası ama Türkiye’de gerçekten özellikle şehiriçi mezunları hocalarımız son derece geleceği gören yetenekli insanlar var ama kimse bilmiyor. Ben bir kitap yazdım, yüzlerce makale yazdım eğitim konusunda bazen ileriye gittim mi diye düşündüm ama hakikaten bir türlü gelişme kaydedilemiyor. Tamamen politize olmuş yani bu öğrencilerden nasıl yararlanırız, bu öğretmenlerden nasıl yararlanırız, bu velilerden nasıl yararlanırız. O kadar büyük bir eşitsizlik yaratıldı ki. Bu makro düzeyde tabii ki. Yani bir yerde bir okul var, bir tane bilgisayarı yok, diğer yanda başka bir okul 20 tane bilgisayar var; bu büyük bir eşitsizliktir. Biliyorsunuz Thomas Jefferson’ın bir söz vardır: En büyük haksızlık eşit olmayanları eşit saymaktır. Biz ne yapıyoruz? Hakkâri'deki çocukları öğretmensiz okullardaki çocuklarımızla, İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da bol bol öğretmenle okumuş, özel kurslara gitmiş çocuklarımızı aynı sınava tabi tutuyoruz. Sonra Hakkâri sınıfta kaldı diyoruz; utanılacak bir şey. Eğitim sistemimizde okullaşma konusunda işte köy okulları, öğretmen lojmanları konusunda büyük bir açık var. Bir eksik var, bize durmadan eposta geliyor. Sobayla ısınan okuluz diyor, -40 derece pencerelerimizden soğuk geliyor. Ve biz sobayı yakıp etrafında 20-30 kişi donarak çalışıyoruz diyor. Asla ders yapmamız mümkün değil. “Bize pencere yapar mısınız?” diyorlar. Peki pencere yapalım size dedik, para bulduk. Bu sefer de orada, Erzurum’un bir yerinde, pimapenciler çalışmıyor; kışın pencere takılmaz diye dükkânlarını kapatmışlar. Ya da ayakkabısı yok çocuğun, ailede mesela 4-5 çocuk okuyor... Bir çocuk okula gidiyor, sabahçı oluyor ya da birkaç çocuk, üç çocuk. Üç çocuk geliyor üzerlerindekileri çıkarıyor, ayakkabılarını paltolarını öbür kardeşlerine veriyor. Onlar da öğlen okula gidiyor böyle bir haksızlık. Türkiye’de bu düzeyde bir haksızlık var. Şimdi bu çocuklardan biz aynı performansı bekliyoruz. Kursları yoktur, varsa çok ucuz olması lazım ki onlar gidebilsinler. Bir tek şansları “Mehmetçik Okulları” vardır. Asker onlara kurslar açar, kurslara giden çocuklarda çok başarılı olurlar. Yurt yoktur, kızlar 5’i bitirirler, 8’i bitirme şansı olan kızlar liseye gidecekler... İlçeye gelirler, ilçede kız yurdu yoktur. Cemaat-tarikat yurtlarına gitmek istemezler, evlerine dönüp kocaya giderler. Yani kızsanız genel yapısal özellikleriniz konusunda hemen hemen hiçbir şey yapılmıyor, her şey göstermelik. Çok bağışlar oldu, bağış okullar yapıldı. Bir de milletvekillerinin kendi bölgelerine yaptıkları okullar var. Yani ben bir bölgeye giderim bir yatılı ilköğretim okulu yapmışlar, biz onlarla çok ilgiliyiz hemen basına yansırlar. Dedim ki bu muhakkak bir milletvekiline aittir. 'Nereden bildiniz?' derler hakikaten adam kendi arsasını pazarlar, oraya yatılı bir okul yaptırır. Dağın başına yapmışlar. Dedim ki bu muhakkak bir milletvekilinin arsasıdır. Hakikaten adam kendi arsasını pazarlar, oraya yatılı bir okul yapmış, ilden ilçeden çok uzakta çocuklar orada hapishane gibi kısılmış bir vaziyetteler. Ya da inşaatlarda mesela teknik şekilleri son derece kötüdür, ihaleler aşiretlerin başkanları tarafından kapışılır. Onlar vali tayin edilir, zaten onlar yapıyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar şikâyet ediyorlar. Yani bir okul yapılacak verdikleri müteahhit ya bırakır gider ya da eksik yapar ama parasını tıkır tıkır alır. Geçenlerde bir okul bitti. Haber veriyorlar, lise, anadolu lisesi hem de çok da önemli bir şey. Üç gün sonra okulu su basmış; neden çünkü müteahhit suyu içeriye bağlamamış, pat diye içeriye gömülmüş, su basmış. Onu yaptırmışlar zorla, bir müddet sonra lağım basmış, çünkü lağımı bağlamamış. Adam her şeyi bırakmış gitmiş. Okul bitirilmeden alanlar da almış yani, anlamak mümkün değil. Dolayısıyla milli eğitimde bu konuda büyük bir yozlaşma var. Yani giderek kötüleşiyor, devletten, hükümetlerden iyileşme beklediğimiz halde kötüye gidiş var. Onun yanında bir de içerik sıkıntısı var. Kitaplar berbat vaziyette; onları düzeltmeye çalıştıklarını söylüyorlar. Talim Terbiye’yi duyuyoruz durmadan insan yiyor. Yani bir insan gelip biraz çağdaş bir unvan getirmeye çalışsa hemen onu oradan alıyorlar. Şimdi TÜBİTAK’taki Darwin meselesi, bütün okulların baş meselesidir. Zaten oralarda hep Harun Yahya’nın kitapları dağıtılır, okunur. Sonra bir şey olunca da 'yanlışlık oldu' diyorlar; birisini cezalandırdık, görevden aldık diyorlar. Şaka gibi oluyor bitiyor, birisinin başına kalıyor.
- Özellikle son iktidar döneminde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yoğun kadrolaşma görüldü. Bu kadrolaşma nasıl bir eğitim düzeni yaratmayı açıklamaktadır?
Türkan Saylan: Tamamen kendi ideolojileri doğrultusunda, tam şeriat demesem bile gerici ve ilerlemeyi engelleyen bir eğitim düzeni mevcut. Şimdi gazetede okudum, her gün bir şey okuyoruz, adam demiş ki küpe yasak, kot pantolondan nefret ediyoruz, kadın öğretmenler kocalarını aldatır. Sen böyle bir önyargıyla yönetici olursan... Kim bilir bu nerden geldi? Allah bilir kendisi neyin nesidir! Kızlara evlenin, okuyacaksınız da ne olacak diyen eğitimciler var. Biz onlarla da karşılaşıyoruz. İnanılmaz boyutlarda bir gerileme, geriye gitme var. Kadrolaşıldığı için zaten ilericiyi alıyor, yerine kendi adamını koyuyor. Kendi adamı da sırf bu iş için geliyor.
- Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki eğitim hamlelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce çağdaş eğitimdeki kırılma hangi dönemlerde ve nasıl gerçekleşti?
Türkan Saylan: Şimdi tabii ki ben Cumhuriyet çocuğuyum ve Kemalistim; hep öyle söylüyorum. Atatürk’ün o geniş kıvılcımı inanılmaz boyutlarda ve Atatürk birçok işi bir arada yapan büyük bir önderdi. Bunu ben değil, bütün araştırmacılar söylüyorlar. Hayalleri o kadar büyük ki çocukluğundan itibaren her şeyi bir arada düşünüyor. Yıl yıl yapılan işleri çıkartıyor. Bir yerde isyanlar, bir yerde savaşlar, bir yerde çilek ekme yasası çıkıyor. Ya da bilmem nereye fabrika kurma yasası çıkıyor. O kadar çok şeyi bir arada yapmışlar ki. Ve eğitim eğitim eğitim... İlk başta karma eğitimi getiriyor. Karma eğitim çok çok önemlidir. Kızlarla erkekler birlikte okuduğu zaman birbirlerini tanımış oluyorlar. Kaç göç kalkmış oluyor ortadan, ki bu yeni hükümetlerin en çok kızdıkları şeydir. Onun için kız imam hatipler, erkek imam hatipler vesaire kuruyorlar. Yani kızlarla erkekler bir arada olursa çok kötü. Meclis’te ilk defa 8 yıllık temel eğitim kabul edildikten sonra Merve Kavakçı’nın (dayısı Zeki Ünal galiba) bir soru önergesi veriyor. 5’e kadar okuyordu kızlar, erkekler neyse şimdi 8’e kadar birleştirildi. 14 yaşına kadar kızlar erkekler birlikte bunlar birbirleriyle birleşiyorlarmış ve hamile kalıyorlarmış ‘Kaç kız hamile kaldı?’ öğrenmek istiyormuş. Onun üzerine milletvekilleri komisyon kuralım diyorlar. Bunun başına Abdullah Gül geliyor, Cemil Çiçek geliyor bu adamların her şeyi belden aşağı yani. 14 yaşında çocuklar bir arada olursa kızlar erkekler hemen yatmayı düşünüyorlarmış, çocuk yapmayı düşünüyorlarmış. Yani böyle bir bakış açısı var. Her şey cinsellik üzerine. Güya cinsellik ayıptır derken en radikal (büyük) ve en iğrencini onlar yapmış oluyorlar. Ve çocuklara bunu empoze ediyorlar. Bir çocuk böyle intihar etti. Zannediyorum olay Bingöl’de gerçekleşmişti. Çok çalışkan Anadolu lisesinde okuyan bir kızımız, erkek arkadaşıyla bir fotoğraf çektiriyor. Evlenmeye karar vermişler, liseli bir kız, ilerde evleniriz diye plan yapıyorlar. Kızın elinde fotoğrafı görmüş bir öğretmen, gelmiş müdüre söylemiş. Müdür kızı çağırmış sen fahişesin. Seni babana söyleyeceğim, görürsün, ‘nasıl yaparsın bunu?’ kız da ağlıyormuş. ‘Müdür baba ben kötü bir şey yapmadım, yapmam da, el ele bir fotoğraf çektirdik bir şey yok bunda'. Müdür ‘hayır babana söyleyeceğim’ demiş. Kız gidiyor 7. kattan kendini atıyor, öldürüyor. Hayatları gidiyor çocukların. Bir kıza fahişe muamelesi yapmak ne kadar kötü, üstelik bunu yapan bir öğretim görevlisi... Cumhuriyet müthiş bir şey. Karma eğitim geldi, kız enstitüleri açıldı. Liseler açıldı, teknik liseler açıldı, üniversiteler açıldı, üniversiteye kızlar gitmeye başladı. Osmanlı döneminde çok az sayıda kız zorla öğrenim görüyordu. Sınıflara ayırıyorlar, sonra bakıyorlar 3 kıza 30 tane erkek zar zor birleştirmişler. Cumhuriyet bunları birleştirdi. Üniversiteler kurdu, müthiş konservatuarlar kuruldu. Düşün o savaş zamanlarında konservatuar kuruluyor. Harika çocuklar bulunup yurtdışına gönderiliyor. Yani Batı müziği Türkiye’ye getirildi. Hani diyorlar ya, yasaklandı alaturka falan, böyle bir şey yok. Ama mümkün olduğu kadar çok sesli müziği de aradık çünkü çok seslilik çok önemli bir şey demokrasiyi çağrıştıran bir şeydir. O getirilmeye çalışıldı. O balolar danslar, giyimler kuşamlar. Atatürk, Cumhuriyet'i harf devrimini, ve tesettürü kaldıracağını 12 yaşlarında çocukken not ediyor ve bunları hayata geçiriyor. Yani her şey o kadar güzel gidiyordu ki; ama Atatürk 57 yaşında vefat etti. Tabii ki Osmanlı’dan gelen çok insan vardı. Cumhuriyet'in kurucuları, Atatürk’ü çok sevdiği için dürüst insanlar ve vatansever oldukları için devrimlere ‘peki’ dedi. Ama için için onlarda saltanatlarının bozulmasından zarar gördüler. Yani çok karılıydılar tek karılığa geçtiler. Meclis’te ikide bir, savaşta erkekler öldü yine dönelim tekeşliliğe diyorlardı. Yani kolay bir şey değil. Yani bu şekilde bir kadro geldi, ufak bir kadro. Köy enstitülerini kapattılar. Köy enstitüleri Türkiye’nin kurtuluşuydu. Eğitimdeki ilk kırılma böyle başladı. Daha CHP zamanında, Atatürk’ün ölümünün hemen arkasından, ağalar gittiler hükümete dediler ki 'bizden oy istiyorsanız siz köylüyü okutmayın' çünkü köylü okur, cahil kalmazsa bu köy öğretmenlerini yetiştirirseniz, köy enstitülerinde onlar köylüyü eğitirlerse bizi soru soracaklar 'Ağa sen parayı alıyorsun biz aç kalıyoruz. Sen temiz çay içiyorsun biz kurtlu çay içiyoruz, bizim köyümüzde su, yol yok, sen saraylarda yaşıyorsun' diye sorarlar. Sorduğu sorulara nasıl cevap vereceğiz; veremeyiz tabii ki. Ama siz bizden oy istiyorsunuz. Benim 50 bin oyum var, 200 köyüm var diyorlar. 200 köyü olan insanlar hâlâ var. ‘21. yüzyılda böyle bir insan olabilir mi?’ Var. Onlar marabalar işte, korucular hepsi ağanın eline bakıyorlar. Adam pazarlık ediyor, hangi parti ona kaç tane bakanlık verecek, kaç tane milletvekilliği verecek. Ondan sonra gidiyor, köylüyü topluyor. Köylüyü toplamasına da gerek yok muhtarları topluyor. Muhtarlara diyor ki 'ben anlaştım seçimde siz şu partiye oy vereceksiniz.' Bitiyor olay. Yani bu sistem o zaman da vardı. Ağalar diyor ki bunu, yani köy enstitülerini kapatacaksın ve kapatılıyor köy enstitüleri. Yavaş yavaş, ismi değişiyor. Öğretmenleri alınıyor, öğrencileri alınıyor. Kimsenin gıkı çıkmıyor. İşte adamlar anlatırken kendilerini bunu da söylüyorlar, gıkı çıkmadı, halk kimsesizdi, örgütlü değil, tepki göstermiyor. Tepki gösterirsen de adamın canını okuyorlar, dolayısıyla köy enstitülerinin kapatılmasıyla kırılma başladı. İlk kırılma böyle oldu. İkincisi ezanın Türkçe’den Arapça’ya çevirilmesiyle oldu. Adnan Menderes’in seçim vaadiymiş meğer. Seçim konuşmalarında onunla başlıyor, arkası çorap söküğü gibi geldi. Yani neyi temsil ettiler, neyin kavgasını verdiler? Diyorlar ki bunun devamı gelir. Devamı olması lazım devrimlerin, halbuki karşıt olarak din sömürüsü var. Din değil, din sömürüsü başlıyor. Bu din sömürüsü de biri bir taraftan çıkıyor, biri bir taraftan çıkıyor ve bugünkü hale geliniyor.
- Türkan Saylan adının Cumhuriyet ile özdeşleşmesi size neler hissettiriyor?
Türkan Saylan: Beni çok mutlu ediyor. Öyle olması da gerek. Ben kendimi Atatürk’ün kızı olarak görüyorum. Yani hepimiz tabii ki Atatürk’ün çocuklarıyız. Yani bir kere cumhuriyete gönüllüyüm ve her ne kadar Avrupalı bir annenin çocuğuysam da kendimi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kabul ediyorum. Annem bile İsviçre vatandaşlığını reddetti. Türk vatandaşı oldu, çifte vatandaşlık yasaktı bir zamanlar. Biz böyle bir aileyiz. Biz Atatürk’e ve Cumhuriyet’e çok bağlıyız. Dolayısıyla ben de kendimi çok mutlu hissediyorum. Bu ülke çok heyecan verici bir ülke, her dakika bir olayın yaşandığı bir ülke. Gelişmeler olsa çok mutlu olacağım ama kötülükler olduğunda da her bir kötülük, sanki benim etimden et koparılmış gibi üzüyor.
- Kendinizi çağdaş eğitime adamanızda neler etkili oldu? Eğitimin çağdaşlaşması konusunda amaçlarınıza ulaşabildiniz mi?
Türkan Saylan: Bir ülkenin kalkınmasının temel sorununun eğitim olduğunu hepimiz biliyoruz, dünya biliyor. Anadolu’ya gittiğimizde gördük, biz yaptığımız işleri işkembeden atmıyoruz. O eksiklikleri de birlikte görmüş olduk, çözümleri de. Biz dedik ki çağdaşlar olarak, sorunun değil çözümün bir parçası olmalıyız. Dolayısıyla hepimiz bu amaçla paylaşırız. Amaçlarımıza ulaşabilme sorusuna gelince; amaçlarımıza ulaşmış olamayız, hiçbir zaman amaçlarımıza ulaşmış olamayız. Ve senin, benim, bizim çocuklarımızın hangi tip eğitim almasasını hangi şartlarda yaşamasını istiyorsak, bütün çocukların aynı fırsat eşitliğine sahip olması lazım. O çocuk bizim çocuğumuzdan zeki olabilir, benden zeki olabilir oradaki Ayşe Hanım. Ama eğer Ayşe Hanım eğitim görme şansına sahip değilse okuma özgürlüğüne sahip değil ise kuma olacak berdel olacak, öldürülecek, bir şey olacak! Mutluluk hakkı gidiyor. Ayşe Hanım da denemeli, nereye kadar götürebilirim? Ben bunu hayal ediyorum. Biz hepimiz bunu hayal ediyoruz. Ama bunların hiçbirisini biz şimdi yaparız diye çıkmıyoruz, biz sadece iyi modeller gösteriyoruz. Mesela 36 bin kıza ulaşmışız. Biz 100 bin kızımıza ulaşmak istiyoruz. Üniversitelerde okuyan 29 bin genç insana burs vermişiz. Biz bunu 100 bine çıkarmak istiyoruz. 100 bin çocuk okutabilirsek biz bugün çağdaş öğretmen doktor, mühendis olarak Cumhuriyet içerisinde bir yer bulmuş olarak düşünüyoruz. Onun için çok fazla sevinirim.
- Atatürk’ün çağdaş toplum özleminin gerçekleşebilmesi için eğitimde nasıl bir yol izlenmeli?
Türkan Saylan: Devlet ne yapacağını çok iyi biliyor, ne yapmayacağını da ordan çıkartıyor yani devlet biliyor ki çağdaş insanlar yetiştirmesi lazım. Düşünen sorgulayan, soru soran, ayakları üzerinde duran, meslek sahibi ve mesleğinin geçerli olduğu, kız - erkek ayrımı yapmadan işsiz kalmayacağı mesleklere yönlendirilebilecek çocuklar yetiştirmesi lazım. Bunu biliyor ama bunu hiçbir zaman uygulamak istemiyor. Kızlar eve gitsin diyorlar, evde otursun diyorlar, gayet rahat konuşuyorlar. Bir aile planlaması yok kafalarında, böyle bir şeyi hiç düşünemiyorlar. Nasıl olur 3 çocuğu olsun diyor, 9 çocuk yapıyor, 17 çocuk yapıyor hatta aynı kadından 17 çocuk yapıyor. Ya da 2-3 kuması var. Onlardan da çocuk yapıyor adam; adlarını bile bilmiyor. Onları okutacaksın da nasıl okutacaksın? Dolayısıyla Atatürk’ün planladığının asla gerçekleşmeyeceği belli. Ama bir gün belki gerçekleşir arkadan çok iyi bir gençlik geliyor. Müthiş bir gençlik geliyor bakma sen. 12 Eylül gençleri artık orta yaşa geldiler. Şimdi yeni gençlik sorgulamayı öğrendi, bir yerlerden öğreniyorlar. Biz de buna çalışıyoruz yani bizim çocuklarımız sorsunlar, soru sorsunlar diye uğraşıyoruz.
- Geçtiğimiz günlerde Vehbi Koç Ödülü’nü aldınız bu ve size verilen tüm ödüllere ilişkin hissettiklerinizi öğrenebilir miyiz?
Türkan Saylan: Bunlar şöyle oluyor. Yani birileri sizi takdir ediyor, bunu duymak istiyor. Herkes de küfretmiyor, herkes de tehdit etmiyor. Birileri de iyi şeyler yaptığımızın farkında. Özellikle Koç Grubu’nun böyle bir şeyi fark etmesi ve ödül vermesi bana ayrı bir keyif verdi. Yani ayrı bir dünya onlar. İş dünyası, ne bileyim; TÜSİAD dünyası adına ne dersen yani bizim gibi orta sınıfa farklı bir grup ama onların böyle bir şey düşünmesi ve buna değer vermesi çok önemli. Bu kadar büyük bir ödül bizim kızlara gitti, özellikle o para, kızlar için böyle bir kaynak olması beni çok mutlu etti. Benim onlara verecek 100 bin dolarım yoktu hiçbir zaman ama böylece birdenbire oluverdi.
- Son olarak 100 bin kız öğrenciye eğitim sağlanması yönündeki hedefinizi açıkladınız, bunun için yapılması gerekenleri açıklar mısınız?
Türkan Saylan: Çok basit. Son derece basit! Mesela Mercedes firması, diyelim ki Metro firması, 1000’er çocuğumuzu okutuyor. 100 ile başladılar fakat o çocukların başarısını gördükçe 1000’e çıktılar. 1000 tane çocuğu iyi bir firma okutabiliyor. Peki bu sayıya ulaşmak için 36 bin-40 bin kızımız var diyelim 60 bine ihtiyaç var. 60 tane firma 1000 kızımız okutsa bitti. Türkiye’de 60 tane firma yok mu? Bitti. Mesela Türkiye’de bizden valilerin istediği 488 lokaditeye yurt istiyorlar çok acil kız yurdu. Ki cemaatlere tarikatlara gitmesin. Evlerine gidip kocaya gitmesin kızlar diye. 488 tane işadamı o bölgeden çıkmış. Orada doğmuş mesela... Karar verseler; hep birlikte karar verseler her biri bir yurdu üstlense kaç ay sonra, 5 ay sonra birer yurt çıkıyor. Yani Türkiye’nin sorunları o kadar basit ki, yeter ki paralar uygun yerlere gitsin. Ama paralar hiçbir zaman uygun yere gitmiyor. İşte yıkılan yollar yapılıyor, duble yollar sonra bilmem onlarca yıl süren tüneller açılıyor. Plan olmadığı için İstanbul curcuna vaziyette görüyorsun. Trafiği düzelteceğim derken batırıyorlar. Yok 3. köprüler kurmaya çalışıyorlar böyle bir yanlışlıklar komedisi içinde yaşıyoruz.
En Çok Okunan Haberler
- Erdoğan belayı satın aldı
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- Elazığspor'dan maça çıkmama kararı!
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Ali Koç'tan çok sert Kayserispor açıklaması!
- Al Nassr'dan Talisca açıklaması!
- Yetki kısıtlayan teklif komisyondan geçti
- Çete lideri savunma yaptı, tutukluluğa devam kararı!