Fazıl Say: Asıl mesele sırrı çözemememiz

Fazıl Say, "Türkiye’de biliyorsunuz sanattan spora siyasete kadar her konuda tartışmalar var ama bu tartışmalar yaşanırken eksik olan bir konu da var. O da felsefe… Türkiye’nin felsefe ortamı zayıflıyor. Filozoflar eksik. Böylesi bir ortamın izdüşümü olarak şunu söyleyebilirim; bu albümdeki tüm şiirler bir felsefe içermekte" diyor.

Yayınlanma: 30.11.2020 - 15:55
Abone Ol google-news

Fazıl Say, yeni kitabı “Suya Yazılan’ın ardından yeni bir albümle buluştu sanatseverlerle: “Şu Dünyanın Sırrı.” Albüm, bestecinin pandemide içe döndüğü anların ürünü. Serenad Bağcan’ın güçlü yorumuyla da öne çıkıyor. Bağcan’la daha önce de çalışmıştı Say. Birlikte Anadolu’dan bir demet sunuyorlar çağlayan misali . Say, “Bazı dönemler ‘içinden ne geliyorsa onu yap’ diyorum kendime. Ve içimden yine şairlere dönmek, şiirlere şarkı olmak geldi” diyor. Metin Altıok’un “Kendinin Avcısı”, Aziz Nesin’in “Sivas Acısı” ve Sabahattin Ali’nin “Ruhumun Dalgaları” şiirlerine yaptığı besteler de var albümde. Şairlere dönmekle çok iyi yapmış usta besteci, keyifle, hüzünle dinlemek düşüyor bize de...

"Türkiye, felsefesiz bir ülke değildir. Sadece biz bunları kolaylıkla unutuyoruz. Bu albüm sadece şair hatırlatmak için yapılan bir albüm değil, biraz da felsefe hatırlatmak için yapılan bir albümdü. "

Fotoğraflar: Ece Dağıstan Say

Albümünüz hayırlı uğurlu olsun. Çok güzel... Albümün ismine gönderme yaparak hemen şunu sormak istiyorum: Nedir dünyanın/hayatın sırrı?

Bence asıl mesele; bu dünyanın sırrına eremememiz ve sırrı çözemememiz. Ömer Hayyam bin yıl önce yazdığı bir rubai ile bunun cevabını en iyi şekilde vermiş. Galiba ona kulak vermek gerek. 

“Dedim: Artık bilgiden yana eksiğim yok;

Şu dünyanın sırrına ermişim az çok.

Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:

Ömrüm gelip geçmiş, hiçbir şey bildiğim yok.”

Şarkıları oluştururken nasıl bir sıralama yaptınız? Nasıl bir hazırlığın ürünü bu albüm?

Bu albüm, pandemi döneminde tamamen kendiliğinden oluşmuş bir albüm. Parçaların çoğunu pandemi döneminin ilk başladığı aylarda, Urla’daki evimizde besteledim.  Yoğun bir konser ve çalışma döneminin ardından, pandemiyle birlikte kendi içime dönebildiğim ve bu anlamda kendimi özgür hissettiğim zamanda bestelendi parçalar. İçimden yeniden şairlere dönmek geldi. Pîr Sultan gibi, Yûnus Emre, Kaygusuz Abdal gibi yüzyıllar öncesinin şairlerine dönmek istedim. Bunun yanı sıra ilk kez bestelediğim bir Sabahattin Ali şiiri de var albümde. Hem fikir olarak ortaya çıkması hem de eserlerin bestelenmesi, kaydedilmesi ve albümün yayınlanması anlamında, pandemi döneminde kendiliğinden doğan bir albüm olduğu için; bir hazırlık süreci var diyemeyeceğim. Bu süreçte ben de öğrendim ve beslendim. 

TÜRKİYE FELSEFESİZ BİR YER DEĞİL

Anadolu’nun acıları ve coşkusu... Bende ağır basan duygu oldu. Sizin sunmak istediğiniz neydi, neyi paylaşmak istediniz Anadolu’dan...

Türkiye’de biliyorsunuz sanattan spora siyasete kadar her konuda tartışmalar var ama bu tartışmalar yaşanırken eksik olan bir konu da var.  O da felsefe… Türkiye’nin felsefe ortamı zayıflıyor. Filozoflar eksik. Böylesi bir ortamın izdüşümü olarak şunu söyleyebilirim; bu albümdeki tüm şiirler bir felsefe içermekte. Türkiye’de, Anadolu tarihinde felsefe yok değil, aksine hep var. Hatta alası var. Yûnus Emre’nin inancında, içine kalbine dönmesi konusunda yaşadığı kendi hesaplaşmalarında, Kaygusuz Abdal’ın ince bir mizah içeren anlatımlarında, Pîr Sultan’ın, hayatına mal olmuş onu tehdit eden öğelere karşı kendi düşüncelerini ortaya koyduğu sorgulamalarında, 20. yüzyılın yaralı şairleri diyebileceğimiz Sabahattin Ali’de, Aziz Nesin’de ve Metin Altıok’da biz bu felsefeyi fazlasıyla görüyoruz. Türkiye, felsefesiz bir ülke değildir. Sadece biz bunları kolaylıkla unutuyoruz. Bu albüm sadece şair hatırlatmak için yapılan bir albüm değil, biraz da felsefe hatırlatmak için yapılan bir albümdü. 

Albümde 'benim için yeri ayrı' dediğiniz eser hangisi?

Besteciler için genellikle son besteleri önceliklidir. En son çocuğumuz, tabii ki değerlimizdir. Şu Dünyanın Sırrı’ndan sonra pek çok yeni beste de yaptım. Bu albümdeki parçaların hepsi benim için değerli. Bestelerden birinin yeri, diğerinden ayrı diyemem.  Albümde yer alan sekiz parça arasında ayrım yapmak saçma olur.  Çünkü çok farklı şairlerin, birbirinden çok farklı felsefeleri dünyaları yer alıyor. Albümü yaparken, hit denilebilecek bir parça yapma gibi bir amaç yoktu. Burada önemli olan sunumdu. Bestecilik anlamında, teknik ve etik olarak sanatsal zarafetti. 

"Toplumun içerisinde farklı düşünce ve yaşayışta insanlar, farklı sosyo-kültürel yapılar mevcut. Maddi imkânlar ya da imkânsızlıklar, gelinen çevre gibi birçok neden neticesinde… Türkiye’de her kesimi ilgilendiren sosyal sorunlar var. Türkiye’de hepimiz, hepimiz için bir şeyler düşünebilirsek var olacağız gibi bir gerçeklik var. Ben haklıyım, sen haklısın tartışmasının sonu hiçbir yere varmıyor, bir çıkmaz sokak gibi."

SAY MÜZİĞİNİN YORUMCUSU

Serenad Bağcan'ın yorumunu nasıl buldunuz?

Bugüne kadar Serenad Bağcan ile çok fazla çalışmamız oldu. Nâzım Oratoryosu, Hermias, Sait Faik gibi sahne eserlerimde birlikte çalıştık. İlk Şarkılar, Yeni Şarkılar albümlerinin ardından Şu Dünyanın Sırrı albümünü de yine birlikte yaptık. Serenad Bağcan‘ın yorumu ile ilgili olarak şunu söyleyebilirim; bunlar hakikaten söylemesi çok zor parçalar.  Serenad, klasik kökenli bir şancıdır ve altodur. Bunun yanı sıra; Bağcan ailesinin halk müziği geleneklerindeki gırtlak kullanımını, nostaljik müzik kullanımını çok iyi kombine ederek, kendine özgü bir sentez oluşturuyor. Benim şarkılarımı birebir, tam istediğim gibi yorumlayan, bu parçaların sesini yaratan bir yorumcudur.  Fazıl Say müziğinin yorumcusudur. Bu şarkıların salt bir operacı gibi söylenmesini istemiyordum. Ben bu şarkıların, Serenad’ın sentezindeki gibi, tonunun bulunarak hayat bulmasını istiyordum. İlk Şarkılar albümündeki parçaları 1994 yılında besteledim. Albümse neredeyse 20 yıl sonra çıktı. Yani aslında parçalar yorumcusunu yani Serenad Bağcan’ı beklemişti. 

Fazıl Say deyince önce müzik tabii ki sonra da ülke meseleleriyle ilgili fikirlerinizi samimiyetle paylaşmanız benim aklıma geliyor. Pek çok kişi “sadece işimi yaparım” diyebiliyor.  Siz konuşmayı seçenlerdensiniz. Neden? 

Bu yüzyılın çok sallantılı başından itibaren, son yirmi yıldır öyle bir dönem yaşıyoruz ki… Bu süreç boyunca tabii ki susup akvaryumdaki balık gibi kalabilirdik.  Ben de kalabilirdim, herkes kalabilirdi. Ki kalanlar da oldu.  Ama bir şeyler dememiz gerekiyordu. Güçlüyken de güçsüzken de dememiz gerekiyordu. Başımıza bela açabilirdik ya da açmayabilirdik. Her türlü riskin olmasına rağmen gerekiyordu bu! Ben gerekenleri her zaman söylediğime inanıyorum. İyi bir savunmayla, bu ülkede bazı değerleri korumakta bir faydam olduğunu da düşünüyorum. İyi ki yapmışız diye düşünüyorum. 

HEPİMİZİN MUTLU OLABİLECEĞİ BİR ÜLKE

Türkiye’de kutuplaşma uzun zamandır konuşulan bir mesele. Bir Başkadır dizisiyle de bunu gördük. Hemen her konuda sevenler, reddedenler var. Ortası yok gibi. Siz alıştınız mı bu duruma, ortama? Nasıl görüyorsunuz toplumumuzu hem kutuplaşma konusunda hem de dinamikler açısından?

Bu kutuplaşma ve ötekileşme sorunu; 15-20 yıldır, hatta daha da uzun, belki 30 yıldır hepimizin konusu oldu.  Toplumun içerisinde farklı düşünce ve yaşayışta insanlar, farklı sosyo-kültürel yapılar mevcut. Maddi imkânlar ya da imkânsızlıklar, gelinen çevre gibi birçok neden neticesinde… Türkiye’de her kesimi ilgilendiren sosyal sorunlar var. Türkiye’de hepimiz, hepimiz için bir şeyler düşünebilirsek var olacağız gibi bir gerçeklik var. Ben haklıyım, sen haklısın tartışmasının sonu hiçbir yere varmıyor, bir çıkmaz sokak gibi. Hepimiz, hepimizin mutlu olabileceği bir ülke ve dünya için çalışmalıyız diye düşünüyorum. Korona sürecinde bile çok şey öğrendik aslında. Hepimiz yaşamlarımızı sorguladık. Bir virüs tüm dengeleri değiştirirken, bunun ardında neler olabileceğini, virüsün nasıl ortaya çıktığını, doğal olarak mı oluştuğunu yoksa laboratuvarda mı üretildiğini, bundan sonra neler olabileceğini, vs… düşündük. Birçok konuda, birçok şeyi sorguladık. Aslında hayatlarımızı düşünmemiz, sorgulamamız ve yaşamımıza sahip çıkmamız için de bir fırsat, yeni bir bakış açışı oluşturdu korona.

"Eminim sadece ben değil, birçok insan yeryüzünde siyasetten ve dünyayı yönetenlerden memnun değil. İnsanlar mutsuz. Demek ki dünya, bu siyasetçilerle bir yere varamıyor." 

DÜNYA BU SİYASETÇİLERLE BİR YERE VARAMIYOR

Müzisyen olmasaydınız, aktif siyasette olmayı düşünür müydünüz? 

Aktif siyasette var olmayı asla düşünmüyorum. Ben bir müzisyenim. Müzisyen olarak doğdum, müzisyen olarak da öleceğim. Kendimi ifade etme şeklimin müzik olduğunu düşünüyorum. İnsanlara yararlı olabilecek müzikler yapmayı istedim her zaman. Bunu yaptığıma inanıyorum. Bundan sonra da bunun için uğraşmaya devam edeceğim. Son kitabım “Suya Yazılan” ve daha önceki kitaplarımda da yazmıştım.  “Ben artık siyaset sevmiyorum. Siyasetçileri de takip etmiyorum” diye… Eminim sadece ben değil, birçok insan yeryüzünde siyasetten ve dünyayı yönetenlerden memnun değil. İnsanlar mutsuz. Demek ki dünya, bu siyasetçilerle bir yere varamıyor. 

EN ÇOK KİMİ ÇALMAYI SEVİYOR

Beethoven, Mozart, Bach, Chopin. Bu dört isimden hangisini çalmayı en çok seviyorsunuz. Neden? 

Bakın, bizler yorumcu olarak o anda neyi çalışıyorsak, en çok onu severiz. Mesela o günlerde Bach mı çalışıyoruz, Bach severiz. Mozart mı çalışıyoruz, Mozart severiz. Çünkü hayatta bir şeyi öğrenirken, hiçbir zaman bir “tamamına ermişlik” olmuyor.  Ve her seferinde, bu dipsiz kuyuda, her şeyi yeniden keşfetmek gerekiyor.  Bu besteciler, çok derin besteciler. Özünde matematik de yatan müzikleri, olabildiğine derinlemesine bir okyanustur. Keşfedecek daha çok şey barındırıyor.  Elli yaşımdayım ve bir yorumcu olarak 50 cd yaptım. Bir besteci olarak da… Yine en baştaki sorunuzun yanıtına döneceğiz, Ömer Hayyam’ın sözlerine… Bildiğimiz tek şey; aslında hiçbir şey bilmediğimiz. Dünya basınında da birçok basın mensubu tarafından bana şu sorulmuştur; “Hangi besteciyi çalmayı, daha çok seviyorsunuz?” Bunun yanıtını vermek çok zor. Önemli   olan, tüm bestecilere eşit değer vermek zorundayız. Çünkü bunları “iyi” çalmak eşit zorlukta bir şeydir. Ve eşit oranda emek gerektirir. 

Albümde 8 eser var.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler