Botoks, retweet, like, kelle paça!

Aşk nesnel gerekçe istemeyebilir, dostluk için aynı cümleyi kuramam; birini neden sevdiğimizi, söyleştiğimizi, bilmeli, tarif etmeliyiz. Gülünç, anlamsız, başkası tarafından boşuna sayılsa da, artık o gerekçe ortadan kalktığında ısrar etmenin anlamı yoktur.

Botoks, retweet, like, kelle paça!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.04.2020 - 19:01

1.

“Herkes bir gün on beş dakikalığına ünlü olacak” derken Andy Warhol kehanette bulunmuyordu; eldeki verileri iyi tartmış, popüler kültüre duyduğu ilginin sonucunda bu kanıya varmıştı. O günlerdeyiz artık. Bilişim olanaklarının zenginliği, sosyal medyanın tuhaflığı sayesinde uçucu ünlenmeyi herkes yaşıyor. Bilinmek, sevilmek, takdir edilmek her kişinin farklı tonlarda da olsa hoşuna gidecek duygular doğurur. “On beş dakikalık şöhret için kişi ne yapıyor peki?” asıl soru budur. “Her ne olursa olsun adım, fotoğrafım görünsün, tanınsın” diye çabalamanın anlamı nedir? 

Kılıktan kılığa girerek, kendini rezil etme pahasına öne atılanlara rastlıyoruz sıkça. Hangi gerekçeden fikrinin sorulduğunu bilmediğimiz kimseler akıl verir oluyor, giderek bu kolay kavranan(!) sözler bilgi sayılmaya başlanıyor; bu kez yanlışı düzeltmek için çırpınanlar, esas görevlerini unutup, on beş dakikalık şöhretlerle boğuşmak zorunda kalıyor. Üstelik müritlik öylesine güçlü bir bağ kuruyor ki bu ne olduğu belirsiz ünlülerle takipçileri arasında, bir de onların koro halinde hakaretlerine, iftiralarına maruz kalıyorsunuz. Bunca iletinin, bilginin bombardıman halinde yaşamımızı işgal ettiği dönemde özgün olmak, kendin gibi davranmak pek kolay değil. Diyeceğim; sosyal medya ün getiriyor, hızlı iletişim/etki sağlıyor, lakin özgün fikre, nitelikli tartışmaya rastlayamıyorsunuz. 

2.

Kişilerin kolaylıkla birbirine ulaşması, iletişim kurması demokratik bir ortam sağlıyor gibi durabilir ilk bakışta. Oysa ölçüt kaybolunca, değerler yitince, görüntüde sağlanan eşitlik, özgürlük cehaletin egemenliği halini alıyor. Bilime en çok gereksinim duyulduğu süreçte “kelle paça lobisi” iktidarı ele geçiyor; “neden?” derseniz, çok izlenme fetişizmi geniş toplulukları uyuşturarak ele geçiriyor, buna karşı özgür düşünceyi savunmaksa nerdeyse suç sayılıyor. Ekrana çıkıp, yazar/psikolog sıfatını kullanan bir kişi, tepeden ayağa yalan yanlış bilgileri(!) çekinmeden savuruyor. Herhangi bir ölçü, ilke, değer olmadığı için de bu tutum demokrasi içinde meşru sayılıyor. Olağan koşullarda kültür/bilim dünyasından silinmesi beklenen bu tipler, tersine, güçlü bir iktidarı paylaşıyor.

3.

Muzaffer Buyrukçu içinde bitip tükenmeyen ünlü olma duygusundan söz açar Günlükler’in de! Bir zaman utanır bu halinden, oysa bu günden bakınca, kendi demesiyle: yaratısının fark edilmesini istemek, gelecek kuşaklara kalmayı arzulamak, insanlık için yararlı işler yaptığını göstermek kötücül bir arzu değildir. Çocukça bir yanı varsa da bu duygunun, anlaşılır olduğunu kabul etmeliyiz. Oğuz Atay tek tük satan romanlarının ardından üzüntüyle baktığında, onu avutmak için söylenen: “Büyük yazarsın, gelecekte anlaşılacaksın” sözlerine; “Ben şimdi anlaşılmak istiyorum” yanıtını verir. Elbet uçuşu, on beş dakikalık ünlüler dünyasında, bu türden insanlara yer yoktur. Herkesin ederi rt ve like ile ölçülür halde şu günlerde. Aslında ömrü de o kadar. 

4.

Korona günlerinde, eve tıkılınca tuhaf sorunlar açığa çıkmaya başlıyor. Botoks zamanı gelen kimselerin derdini düşünsenize ya da saç dipleri görünmeye başlayan insanların talihsizliğini, çaresizliğini. Önemsiz değildir bu türden sorunlar da, insan nasıl olmak, görünmek isterse öyle olabilmelidir; koşullar öncelikleri değiştiriyor, sonuçları daha ileride görmek kaydıyla, erteliyoruz bazen. Aile içi şiddet vakalarının artması şaşırtıcı değil, boşanma davalarının artması da! Bir de onca yıllık emeğini bir çırpıda yerle bir edenlere rastlıyoruz. Ekrandan birilerine yaranmak için bilim insanı olma vasfını feda edenler, en acıklı durumda olanlar. Ün, beraberinde iktidar getiriyor; nasıl geldiği önemli olmazsa eğer, hızla tükeniyor, geride insan enkazları kalıyor. Hazin…

5.

“Dostlukların da ömrü vardır” diye yazmıştım “Dostlar Kitabı”nda. Zorlamak, uzatmak için çabalamayı yersiz bulduğumu söylemiştim. Bir süre kendini kandırsa bile kişi, sonra inadından vazgeçmek zorunda kalıyor. Ölüm nasıl yaşamın doğal parçasıysa, dostlar da, koşullar değişince ilişkinin sona erdiğini kabul edebilmeli. Ölüm yenilgi değildir. Aşk nesnel gerekçe istemeyebilir, dostluk için aynı cümleyi kuramam; birini neden sevdiğimizi, söyleştiğimizi, bilmeli, tarif etmeliyiz. Gülünç, anlamsız, başkası tarafından boşuna sayılsa da, artık o gerekçe ortadan kalktığında ısrar etmenin anlamı yoktur. 

6.

Gecikmiş olarak “Kör Baykuş”u okudum. Sadık Hidâyet’in romancı olarak intiharını nasıl kurguladığını gördüm. 9 Nisan 1951 günü Paris’te oturduğu evin gaz musluğunu açarak intihar eder Hidâyet. Tertemiz giyinmiş, tıraş olmuştur. Parası vardır. “Kör Baykuş”un bir yerinde kahramanı şöyle diyor Hidâyet’in:

“Yazmak bir ihtiyaçtı, zorunlu görevdi benim için. Uzun süredir bana işkence eden bu devi öldürmek istiyordum, çektiklerimi kâğıda geçirmek istiyordum.”

Evinde cansız bedenini bulan arkadaşları, yanı başında yakılmış müsveddelerini görecekti.

7.

Kapitalizm ahmakla bilgeyi eşitler. 





Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler