Bizim yok sayılan hikâyemiz

Burçe Çelik, geçen mart, bu konuda çalışan feminist aktivistlerle işbirliği için Hindistan’a gitmiş. İngiltere’de de sözlü tarih çalışmalarının yaygın olduğunu söylüyor. 1930’larda İngiltere’de günlük hayatı kaydeden bir projeden ilham almış. “Dünya iletişim tarihinde Türkiye’nin esamesi okunmaz, kimse yazmamış çünkü. Kaydetmezseniz hafızanız olmaz. Hafızanız olmadığı zaman ne oluyor? Yokmuş gibi oluyor, temel bir problemdir bu. Kadınların hikâyesini yazmadıkça geriye dönüp bakınca yokmuş gibi oluyor” diyor. Kadınların sözlü tarih çalışmasına dair gelişmeleri Twitter’da @BizimhikayemizO adresinden takip edebilirsiniz.

Yayınlanma: 03.07.2020 - 18:15
Abone Ol google-news

Kadın odaklı sözlü tarih çalışması “Kadınların Hafızası, Kadınların Medyası”, bu günlerde Bizimhikayemiz.org üzerinden erişime açılacak. Tamamı kadın araştırmacılardan oluşan ekip, herkese açık çok önemli bir arşiv oluşturuyor. Kadınlar anlatıyor, günlüklerini paylaşıyor, bulundukları kentte nerelere gidiyorlarsa, haritalar oluşturuyorlar. Loughborough Üniversitesi’nin desteğiyle yürütülen projenin sözlü tarih görüşmelerini Kampüssüzler yapıyor. Günlük hayat notları, kadın hakkı savunucularına da yol gösterecek, tarihe iz bırakacak. İşin içinde bir de iç dökme var ki ben en çok heyecanlandıran kısmı o. Bütün kadınlar bilir ki hikâyeler paylaştıkça, yükler hafifler, köprüler kurulur, dayanışma başlar...

Projenin fikir annesi Burçe Çelik, "Çoğu zaman ‘kadınlar şunu yaşıyor, bunu yaşıyor’ diyoruz ya, biz istedik ki kadınlar ne yaşadıklarını kendileri anlatsın" diyor.

Kadınlar nasıl yaşıyor?

Burçe Çelik, dört yıl önce Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisiydi. Barış akademisyenleri hakkındaki davalar, işten çıkarmalar direkt kendisini etkilemese de ortam artık onun için de tatsızdı. Yurtdışı seçeneğini araştırdı, İngiltere’deki Loughborough Üniversitesi’nden kabul alınca, 11 yaşındaki oğluyla Londra’ya taşındı. Oğlunu doktora yaparken Kanada’da doğurmuş, ‘gezenti bir ikili’ olarak İstanbul’dan göçmek zor olmamış onlar için. Pek çok bekar akademisyen annenin bu süreçte yurtdışına gittiğini söylüyor. Bizim Hikâyemiz Platformu’nun fikir annesi. İletişim tarihi çalışan, feminist tarihle ilgilenen ve sözlü tarih çalışmalarının içinde yer alan bir doçent. “Hep eksikliğini hissederiz, belli konularda tarih çalışmaları hiç yoktur. Kadınların tarihin içindeki rolü, hayata katkısı hep görünmez kılınır, bu pek çok feministin söylediği bir şey” diyor. Bu fikirden yola çıkarak son 20 yılın kadınlar üzerindeki etkisine odaklanmaya karar veriyor. Türkiye’deki otoriteryanizmin kadınların hayatında neleri değiştirdiğini, kadınların otoriterliğe nasıl yanıt verdiklerini merak ediyor. Projenin özü, kadınların gündelik hayattaki hikâyelerinin nasıl oluştuğunu, yaşamı nasıl kurduklarını görmek. Kadınların hikâyeleri herkesin erişebileceği açık bir arşivde toplanacak. Platformun web sitesi de çok yakında açılacak. Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep’ten orta/alt sınıf kadınlarla görüşmeler yapıldı. Kendini modern seküler diye tanımlayan kadın ya da ev işçisi kadın, kültür emekçisi kadın, gazeteci kadın ya da emekli öğretmen kadın neler yaşar? Son yıllarda hayatlarında bir şeyler değişti mi? Katılımcılar, bunun gibi pek çok soruya yanıt verdiler. 

12 Eylül vurgusu dikkat çekici

Çelik, ses dosyalarını arşive aktarırken, kadınların kimliklerini anonimleştirdiklerini söylüyor: “İstiyoruz ki araştırmacılar gazeteciler, sanatçılar, aktivistler bu arşivden yararlansınlar. Bizim bir eksiğimiz de araştırma verimizin kısıtlı olması. Kadınların bire bir gündelik hayatın içindeki sorunlarını, yaşam mücadelesini ortaya koyduğu için politika geliştirenlere ya da kadın örgütlerine yardımcı olmasını istiyoruz bu verilerin. Çoğu zaman, ‘kadınlar şunu yaşıyor, bunu yaşıyor’ diyoruz ya, biz istedik ki kadınlar ne yaşadıklarını kendileri anlatsın.” Çelik’i şimdiye kadarki görüşmelerden en çok 12 Eylül vurgusu etkilemiş. “O yılları yaşayan kadınların hayatında darbe çok vurucu” diyor ve ekliyor: “Siyasi mücadelenin içinde olsun olmasın kadınlar darbeden direkt etkilenmişler. Güvensizlik hissiyatı, engellenme hissiyatı çok yoğun. Kadın cinayetleri çok konuşuluyor, Ensar Vakfı’nda çocukların yaşadığı istismar kadınları çok etkilemiş. Ötelenen kimliklere ait kadınların hissettikleri farklı. Mesela bir Kürt kadın, bir Kürt erkekten daha farklı şeyler yaşıyor. Mutlaka üzerinde durmamız gereken, AKP kapitalizmiyle yaygınlaşan inşaat sektöründe çalışan kadın mimarların, kadın çalışanların çok özel dertleri var. Daha pek çok hikâyeyi dinleyeceğiz. Bu uzun erimli bir proje.”


Kampüssüzler ekibinden Meral Camcı: Kadınların yok sayılan tarihini görünür kılmak ve o tarihi geri almak aslında en genel anlamıyla projenin amacı...

Amacımız tarihi geri almak

Meral Camcı, yargılanıp beraat eden barış akademisyeni, bir  ‘kampüssüz.’ Kampüssüzler ise bir dayanışma akademisi. 2016’da farklı üniversitelerden, farklı bölümlerden ihraç edilmiş ve çoğunluğu kadın olan barış akademisyenlerinden oluşuyor. Grupta kendini kampüssüz hisseden ancak üniversite görevine devam eden akademisyenler de var. Yaz okulları, yaz kampları, ders ortaklıkları ve atölyeler yapıyorlar, farklı temalarda okuma grupları var. Edebiyatta Görünmeyen Tarihinde Kadınlar ve Kapitalizmin Toplumsal Tarihi konularında sonunda kitap olacak atölye ve araştırmaları yürütüyorlar. Diğer yandan da gasp edilen haklarını geri alma mücadeleleri sürüyor. Beraat ettiler ki -Camcı tutuklanarak cezaevine bile konulmuştu- ancak OHAL Komisyonu’nun önündeki dosyalarının kapağı dahi açılmadı henüz. “Bizi üniversite dışına atmalarının gerekçesi ortadan kalktı, ama haklarımızı, bizim olanı henüz geri alabilmiş değiliz. 406 Barış Akademisyeni KHK ile kamu hizmetinden men edildi” diyor.

 Bu süreci nasıl geçirdin?

 Dayanışma ve mücadele ile 

 Battaniye de ördün, İnstagram’da gördüm.

(Gülüyor) Ördüm ve hâlâ parçaları birleştiriyorum. Parçalar rengarenk bir bütüne doğru gidiyorlar. Duyguları dışa vurum işte... Metin oluşturmak gibi, biliyorsun benim işim metin oluşturmak... Gerçi senin de öyle... Dokumak. Sözcükleri bir araya getirir gibi motifleri bir araya getirmek. İki yıl Almanya’da Johannes-Gutenberg Üniversitesi’nde Çeviri Fakültesinde misafir öğretim üyesi olarak bulundum. Döndüm, Kampüssüzler’de üretime devam ettim, çeviri yapıyorum. Elimde şimdi bir roman ve bir doktora tezi çevirisi var. Aras Yayıncılık’tan yeni çıkan bir çevirim var; Aslan Kadının Mirası. Amerikalı Ermeni akademisyen Arlene Avakian’ın hayat öyküsü. Dağıtıma yeni girdi, heyecanlıyım...

 Bizim Hikâyemiz’den beklentilerin neler?

Kadın odaklı bir sözlü tarih çalışması, özellikle 20 yıllık süreci kapsıyor. Ben de sözlü tarih görüşmeleri ve araştırma yapan ekipteyim... 

 Kadınlar, ne söylüyor? 

Her bir yaşam hikâyesi biricik ama bir yerde kadınlık durumunun ortak kesenleri var. 70’lerinde emekli öğretmen bir kadın ile 30’larında, kırsaldan kente göçmüş ve meslek sahibi olamamış kadının ortak hikâyesi nedir, bunu göreceğiz. Mesela şu var, kadınların hangi şartlarda ve konumda olurlarsa olsunlar belli bir saatte eve dönme gereklilikleri var, mesela bu bir ortak kesen, işte orada buluşuyorlar...  Şu ana dek 20’ye yakın görüşme oldu. Günlükler birikiyor. Hikâyelerin birikiyor olması çok heyecan verici. Hedefimiz 5 ayrı şehirde, en az 120 kadınla görüşmek...

 Hikâye paylaşımı nasıl bir duygu, yükü var mı?

Göz göze olmak çok şeyi değiştiriyor. Araştırmacı ile görüşmecinin her ikisinin de kadın olması bu anlamda bir ilk. Araştırmacı olarak bu süreçte siz de değişiyorsunuz çok net... Birlikte gülüyorsunuz, hüzünleniyorsunuz, bir duygusal yakınlık ve ortaklık kesinlikle oluyor.

 Kadınların görünmeyen tarihi bu...

Evet, kadınların yok sayılan tarihini görünür kılmak ve o tarihi geri almak aslında en genel anlamıyla. Görünmeyen, biricik, özgün hikâyelerin ses bulmasını sağlamak bu tür çalışmaların ana amacı ve tarihe not düşmek, bir karşı tarih yazmak. Son derece erkek egemen olan tarih bilimi bakış açısının dışına çıkarak, önemsiz ve sıradan görünen tekil hikâyeye hak ettiği önemi atfetmek. Çünkü o hikâye yaşadığımız toplumsal dönem, tarihsel koşullar hakkında çok önemli bilgiler veriyor, bizim amacımız da işte o bilgiye erişmek.

 Senin hikâyende feminizm ne zaman başlıyor?

İlk politikleşmem lise sonunda oluyor. Özellikle dinsel öğretideki kadın-erkek eşitsizliği ve kadınlık durumlarına dair okuduğum edebi metinlerin bende bir isyan duygusu yarattığını hatırlıyorum. Toplumsal meselelere de oradan duyarlılaştım… Politik duyarlılığım kadın hareketine duyarlılığımdan yola çıkarak gelişti. Sonra edebiyatımızdaki kadın yazarları keşfettim. Kadın anlatıları çok çok ilgimi çekti. Seçenekler koskoca edebiyat kanonu içinde ezici bir şekilde erkek ve sen aslında kuyu kazar gibi buluyorsun onları, kadın yazarları ve şairleri… ve gerçekten nasıl pırıl pırıl olduklarını görüyorsun. Kadın üretimine odaklandım ve öyle devam etti. 

 En sevdiğin kadın yazarlar kimler?

Latife Tekin’i çok seviyorum, Leyle Erbil'i çok seviyorum, dönüp dönüp onu okuyorum, çok derin. Mine Söğüt’ün Gergedan’ı bu sıralar okudum ve çok sevdim, sarsıldım. Ayşegül Devecioğlu’nu seviyorum ve elbette Sevgi Soysal, Sevim Burak ve Tomris Uyar’la Gülten Akın’ın bendeki yeri ve izleri çok fazla… 

 

Çiğdem Anad, "Kadın hakları için çok iyi yasal düzenlemeler yapılmasına karşın, uygulamaya geçirilemiyor olması ise siyasi irade eksikliğinin açık ifadesi" diyor.

Asıl belirleyici siyaset

Çiğdem Anad, ekrandan iyi tanıdığımız bir isim. Gezi direnişinin ardından işsiz kaldı. Şimdi İngiltere’de Cambridge’de yaşıyor. ‘Yeni okumalar, araştırmalar ve yazılarla geçti üç yıl’ diyor. Bizim Hikâyemiz’in medya ayağını yürütüyor. Kadın hakları konusunda çok uzun yıllardır mücadele eden kimliklerle söyleşiler yapıyor. İlk konuğu CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’ydu, dileyen YouTube’den izleyebilirler. On beş günde bir yeni bir konukla kadınların meselelerini masaya yatıracak.

Kadınların eşitlik mücadelesinin (her anlamda erkeklerle eşit yaşamasının) önündeki en büyük engel nedir size göre? 

 Asıl belirleyici: Siyaset. Siyasetin biçimlendirdiği toplumsal düzende en çok kadınların kullanıldığı görülüyor. Ailede kadına verilen rolden, iş hayatında kadına biçilen role, çocukların yetiştirilmesinde asıl yükü anneye taşıtmaktan kadının doğuracağı çocuk sayısından, kılık kıyafetine kadar, kadını tek tipe sıkıştıran, bu tek tipin dışına çıkan kadınlar için ahlak sorgulaması yapan ve kadın cinayetlerini doğal afet gibi karşılayan erkekler topluluğunun belirlediği siyaset en büyük engeli oluşturuyor.

Kadın hakları açısından sizi en çok üzen, umutsuzluğa sürükleyen ve umutlandıran ne oldu yakın zamanda?

Sekiz Mart’taki “Susamam Anne” pankartı genç kadınların susmayacağını gösteren bir slogan. “Camiler de, sokaklar da, geceler de bizim” pankartı, başörtülü ve başörtüsüz kadınların dayanışmasını gösteren ve erkeklerin biçimlendirdiği toplumsal düzene karşı ortak bir direnişin ifadesi. Kadın hakları için çok iyi yasal düzenlemeler yapılmasına karşın, uygulamaya geçirilemiyor olması ise siyasi irade eksikliğinin açık ifadesi.

 Sizi bulmuşken ülke medyasının durumunu sormadan geçmeyeceğim. 

Açıkçası kim kendini nasıl kandırırsa kandırsın, kim başkalarını kandırmaya çalışırsa çalışsın, kim “ama fakat” diye lafa başlarsa başlasın, ana akım medya 2007 tarihinde tam bir kuşatma haline girdi. Sansür önce haberlerde başladı, ardından sıra programlara geldi, 2011 yılında programların nefes borusu da kesildi, 2013 yılında ise, ana akım medyanın defteri dürüldü.

İngiltere’ye alıştınız mı? Neler yapıyorsunuz? 

İngiltere öğretici bir yer. Bütün farklılıklara gerçekten saygıyla anlamak üzere yaklaşmayı, önyargıları kırmayı, daha sade hayat biçimlerini öğretti. Bu kadar zengin bir ülkenin bütün siyasetçilerinin en ufak harcama için bile her hafta parlamentoda hesap verdiklerini görmek çok etkileyici. Bizim üniversitelerimiz büyük kaynak sıkıntısı çekerken Londra’daki bir üniversitenin Türkiye’de kadın hakları araştırması için destek vermesi de ayrıca hepimiz için dikkat çekici değil mi!



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler