Kozak bir kurban!...

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet'in Ege'si için yazdı...

cumhuriyet.com.tr

Kozak Kuzey Ege’de, Bergama ile Ayvalık arasında uzanan, toprağın üstü fıstık çamı ağaçlarıyla, altı mavimsi renkli granit ve kuvars kayalarla kaplı bir yayladır.      

Uzaktan bakıldığında koyu yeşil bir cennet gibidir.

Ege Denizine uzaklığı 25 km, denizden yüksekliği ortalama 500 mt’dir. Kışın karı vardır, soğuğu sıkıdır. Yazın gündüzü poyrazlı, gecesi serindir.

Yaylanın kuzeyi Madra Dağıyla, güneyi Geyikli tepeleriyle çevrilidir. Akarsuları; batıda Madra Çayı Altınova’da, doğuda Selinos Çayı’yla önce Bakırçay’a sonra Ege Denizine kavuşur.

Kozak’ın fıstık çamlarının Latincesi “Pinus Pinea”dır. İtalyanlar onlara “Taş Çamı” ya da “Şemsiye biçimli Çam Ağacı” der. 

Görünümleri “patlamış bir atom bombasına” benzer. Bu görüntü Kozak’ı masalsı bir ortama dönüştürür.

Fıstık Çamı, Pinus Pinea’nın anavatanının İspanya ve Portekiz kıyıları olduğu,

son 6000 yıldan beri Akdeniz kıyıları boyunca yayıldığı bildirilir. Onu, dört bir yana taşıyanın, fethettikleri yerlere götürenin, antik çağın Romalıları olduğu söylenir. 

Yüzlerce yıl eski dünyaya başkentlik etmiş Roma bugün de bu görkemli ağaçlarla, “Pinus Pinea”larla, “Fıstık Çamları”yla süslüdür.

Hatta, 20.yüzyılın ilk yarısında “neo rönesans”, “neo barok” tarzında yaptığı bestelerle tanınan İtalyan besteci Ottorino Respighi bu “Fıstık Çamları” üzerine, seçkin müzik evlerinde hala çalınan sevinçli bir “senfonik şiir” yazar. 

Son yıllarında İtalyan faşisti Mussolini ile çatışan Respighi “Çam ağacı=I Pini” adını verdiği evinde 1936’da ölür.

Kozak yaylasının ortasında, heybetli doğal granit kayalarının arasında, “Çam Fıstığı Ağaçlarının” ayakları dibinde uyuyan eski bir kent vardır. Tarihsel kayıtlara “Perperene” adıyla geçer. Yörede, yeri tam olarak bilinmeyen Trarion adlı bir antik kent daha vardır.

Adına basılmış madeni parası bile vardır. Bu paraların üstüne dalından sarkmış, Kozak’ın iri taneli “güz üzümü” işlenmiştir! Günümüzde “Gemre” denen bu üzümlerden, yaylanın Demircidere köylüleri hala beyaz şarap yapar.

“Perperene”nin adı tarihte, tarihçi “Midillili Helenikos”la birlikte anılır. 

Helenikos, Ege ve Akdeniz kıyılarında en eski halkın Helenler olmadığını, onlardan önce Pelasgos adlı bir halkın bu çevrede yaşadığını yazar. Pelasgoslar’ın Anadolu’nun ilk halklarından Luviler’le ilişkili olduğuna yönelik görüşler vardır.  

Ege Denizinin karşı yakasında, Midilli adasında doğan, bir süre Makedonya krallarının saraylarında yaşayan “Helenikos” ömrünü İ.Ö.490 yılında, 85 yaşındayken, kalıntıları bugüne değin kalan “Perperene”de tamamlar.  

Tarihin ilk eşitlikçi köle isyanının önderi, herkesin eşit olduğu “Güneş Ülkesi” kurmak isteyen Pergamon/Bergamalı Aristonikos’u, kazandığı başarılardan sonra yenip tutsak eden Romalı Komutan Perperna’nın adı da ilginçtir ki Perperna ile benzerlik taşır.

Doğa ve tarihin kucak kucağa yaşadığı bir yurttur bu topraklar.

Bugün Kozak’ın en büyük yerleşim yeri, eskiden “nahiye” diye anılan Yukarıbey’dir. 

Yaylanın 16 yerleşiminde yaklaşık toplam 10.000 insan yaşar. Yaklaşık 7 bin hektarı örten yaklaşık 5 milyon Fıstık Çamı ağaçları vardır. 

Bu eşsiz yaylanın sakinleri on yıl önce, bu ağaçlardan elde ettikleri çam fıstığıyla geçimlerini sağlarlardı. 

Yerli kadınlar fıstığı yaprak sarmalarına, Halep dolmalarına, irmik helvalarına koyar, şekerle ezerek tatlısını yapardı.  İyi bir ihracat ürünüydü fıstık. Ağaçlar sahiplerine iyi para kazandırırlardı. 

3 yılda bir ürün veren bu ağaçlardan 2 bin ton çam fıstığı elde ediliyordu. Şimdi ağaçlardan 150 ton bile ürün alınamıyor. 

Türkiye’deki birçok yöreye göre çok varsıldı Kozaklılar.  Ağaçları Türkiye’nin belki de tek özel mülkiyetli çam ormanıydı! 

Kozaklı, fıstığının 1 kilosunun 1 gr altına eşdeğer olmasıyla övünürdü. (2011’in Mayıs ayı itibariyle 1 gr altın= 484 TL). Şimdi daha da pahalı fıstık (1kilo fıstık yaklaşık 500-600 TL). Bu sayılara göre göre 2 bin ton fıstık edilen Kozak’ın yıllık toplam geliri yaklaşık 1 milyar TL, kişi başı gelir 100 bin TL idi.

En yeni pahalı elektronik aletler, motorlu araçlar önce Kozaklılar’ın evine girerdi. 

Ancak devran değişti. Kötü çevre koşulları tüm bu zenginliği sildi süpürdü.

Yöre halkı son yıllarda gittikçe yoksullaştı. Yüzlerce yıldır insanlarına varsıllık saçan Fıstık Çamı ağaçlarında, Pinus Pinealar’da on yıldır ürün yok, ya da çok az. Çam kozalaklarının çoğunun içi boş. 

Neden?

Kozaklılar’ın yıllardır, çalmadıkları kapı, baş vurmadıkları yetkili kalmadı. Devlet Kurumları, Belediyeler, Milletvekilleri, Üniversiteler araya girdi.

Nedenler araştırıldı: Yok kuralık dendi, yok böcekler dendi: Öyle araştırıldı, böyle araştırıldı, soruna yanıt alındı belki ama hala açıklanmadı!

Ancak görünen köy kılavuz istemiyor!

Fıstık Çamının istemediği çevre koşulları belliydi. Çam ağacı kirli hava, atmosfer kirliliği istemiyordu! Yeraltı sularının tuzlulaşması, ürün vermesi için gerekli besinleri sindirmesini önlüyordu. Nemli havayı seviyor, çok kurak ve sıcak yaz ayları onu bunaltıyordu. Ağaçların gücü zayıflıyor, zararlı haşeratla mücadele edemiyorlardı.

Yüz yıllarca muhteşem doğasıyla çok değerli fıstık ürünü veren Kozak, vahşi kapitalizmin dünyada ve bölgede yaptığı çılgınca girişimlerle doğanın dengesini bozmaya başlamıştı. Etken çoktu. 

O mavi renkli granit taşlarının çıkarıldığı denetimsiz taş ocakları, Kozak Yaylasını delik deşik ediyordu. Yeraltı sularının darmadağın ediyordu. Çürük dişlerin ağızda bıraktığı boşluklar gibiydi, çam ormanlarının ortasındaki taş ocaklarının terk ettiği alanlar. 

Siyanürlü altın madenlerinin, çevreci toplulukların itirazına rağmen işletilmesi yeni bir felaketti. 

Yasaklayan mahkeme kararlarının etrafından dolanılarak topraktaki az miktardaki altını almak için yapılan kazılar da yeraltı sularını dağıtıyor, kirletiyor, kazıdan çıkan silikozlu tozlar yalnız ağaçların değil, insanların da akciğerlerini yakıyordu.

Bunların yanı sıra Bergama Ovacı altın madeni işletmesinde kullanılan tonlarca siyanürün vermiş olabileceği zararlar da tam bir muammaydı. Hepsi birkaç ton altın içindi.

Üstelik Kozak’ın güneyinde Aliağa, doğusunda Soma, Termik Santralları, kullandıkları sözde filtrelere rağmen, havaya zehir kusuyordu. Yoğun sanayi bölgelerine dönüşen Aliağa ve Soma’nın ısı santrallarının ürettiği sıcaklık artışı tabii ki buralara kadar ulaşıyordu. 

Gökten felaket mi yağıyordu? Yeraltı suları can değil ölüm mü taşıyordu!

Vahşi kapitalizm Pinus Pinea demiyordu! Kadim tarih, demiyordu! Kolayca, kısa yoldan para kazanmak “marifetti”! 

Koyu yeşil renkli, iğne yapraklı muhteşem görünümlü Çam Ağaçları binlerce insanın aş teknesiymiş, kime ne? 

Bir koy, beş al! Kılıcı doğaya saplayıp özünü almak başarıydı! Doğa ile tam bir kumar oynanıyordu. Para kazanma eylemi her şeyin üstündeydi! Önce menfaat!

Bölge insanlarının artık emek vererek, doğayla barış içinde yaşayarak, onun ürünlerini paylaşarak daha iyi, daha rahat yaşamaları gibi bir seçenekleri yoktu! 

Son yapılan gözlemler; Kozak Yaylasının, kirliliğin ve ısınan havanın verdiği tahribatın yüksek olduğu alçak kısımlarında çam ağaçların ürün vermediğini, bu durumun şimdilik daha az görüldüğü yüksek kısımlarındaki ağaçlardan kısmen ürün alındığını gösteriyordu.

Çevreciler yıllardan beri boşuna “küresel ısınma”, “önce doğa” deyip durmuyorlardı! Dünya, ülke kirleniyordu, tabii Kozak da. 

Üstelik Kozak’a yansıyan çevre zararı iki, üç kattı. Bu artışa duyarlı olan canlıların, varlıkların vay haline!

Kozak, “medeniyet” getirdiği iddia edilen kapitalizmin vahşetine kurban gidiyordu.

Belki tüm bu olumsuz faaliyetler durdurularak felaketin zararlarının artması önlenebilir.

Tabii ki film makinesini geri sarmaya, olan bitenden, var olan kirlenmeden yakın zamanda geriye dönmeye olanak yok.

Şimdi bu durum, çözüm için umutla bekleyen Kozaklılara anlatılmalı. Yeni bir yaşam kurmaları için ivedilikle yön göstermeli, kaynak ayırmalı, yardımcı olmalı. İnsanlar çaresiz ortada bırakılmamalı! Alçak yerlerdeki Fıstık Çamlarından ekonomi için ne yazık ki hayır yok! 

Kar hırsıyla saldırıp doğa yok edildikçe, daha neler gelecek bakalım insanlığın başına! 

Kozak bir kurban! 

Üstelik, yaşadıklarımız yaşayacaklarımıza yön gösteriyor!