Akdeniz’in sonsuzluğa açılan kapısı
Portekiz’in sarı turuncu ışığı insanı görmekten ziyade hissetmeye teşvik eder. Bu sarıp sarmalayan, kucaklayan ışığın tam ortasında gözleriniz kısık bir halde, etrafınızda uzanan sonsuz zamana dokunmaya çalışırsınız. Lizbon’a yaklaşık bir ay önce geldiğimde kendimi ilk teslim ettiğim yabancılık bu ışığa aitti. Artık başka bir ışığın altında gezinecek, nesneleri ve şeyleri bu yeni halleriyle tanıyacağım.
Ayşenur Tanrıverdi / Portekiz (Lizbon)İsviçreli yazar ve filozof Pascal Mercier, “Lizbon’a Gece Treni” romanında kentin ışığından şöyle bahsediyor: “Işığın pırıltısı, geçmişteki her şeyi çok uzak, neredeyse gerçekdışı bir şeye çeviriyordu; onun güçlü ışıltısı altında, olmuş bitmiş her şeyin iradenin üzerine düşürdüğü gölgeler kayboluyor, eldeki tek olasılık, nerede yer alıyorsa alsın, geleceğe doğru yola çıkmak oluyordu.”
Geleceğe doğru yola çıkmak... Portekiz kıyılarında uçsuz bucaksız uzanan okyanus, bir zamanlar dünyanın sonu olarak yorumlanıyordu. Belki de uzaklarda dev bir şelaleden sular dünyadan aşağı dökülüyordu. Hani, hep öyle tasvir edilir ya dünyanın sonu... Ancak üstün denizcilik yetenekleriyle bilinen Portekizli denizciler sonsuzluğa son verecek kadar yetenekliydiler. Coğrafi keşiflerin öncüsü gemici Henrique’nin desteğiyle Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a ulaştılar, ufuk belirginleşti. Yeni dünyanın kapısı işte şimdi tüm ihtişamıyla karşımızda duruyor: 1514-19 yılları arasında Tagus Nehri’nin okyanusa açılan ağzında oradan gelebilecek tehlikelere karşı bir savunma kulesi inşa edildi: Belem Kulesi (Torre de Belem). Burası Avrupa’nın yeni dünyaya açılan kapısı olarak görülüyordu. Gösterişli bu yapıya baktığım zaman kendimi bir başlangıcın eşiğindeymiş gibi hissediyorum. Kule denizciler için yolculukların başlangıcını ve karanın son görünüşünü belirleyen mekân oldu. Peki ışığın, keşiflerin, okyanusun, sıcağın böylesine ihtişamlı olduğu bir ülkede mütevazı, sade bir mimari stil beklenebilir mi?
Kule mimarisi bize Portekiz hakkında pek çok bilgiyi bir arada sunuyor. Öyle bir mimari arketip düşünün ki asırlar öncesinden beri büyük bir kültürün temsili olsun. Belem Kulesi, deniz gücünü kutsayan gemi motiflerini ve deniz keşiflerinin temsillerini içeren Manueline mimarisinin yoğun süsleme bolluğuyla, Kuzey Avrupa’nın gösterişli Gotik stiliyle ve özellikle gözetleme kulelerine uygulanmış Mağribi tekniğinin yeniden kullanılmasıyla görkemli ve özgün biçimine kavuşuyor.
Francisco de Arruda, Belem Kulesi’nin mimarıydı, aynı zamanda çok iyi bir heykeltıraştı. Kulenin dörtgen kenarlarına oyulmuş denizci ipleri, zırhlı küreler, kalkan şeklindeki siperler, kapıların üzerindeki kalkanlar, haçlar, çapalar, seyir aletleri ve tomurcuk kubbelerle taçlandırılmış silindirik gözetleme kulübeleri bir arada görülür. Henüz aklımızı yitirmedik, esere biraz daha yakından bakalım diyecek olursanız da Avrupa’nın ilk oyma Gergedan motifleri de karşınıza çıkar. Zira o dönemde Gergadan, Hindistan’dan Portekiz’e verilmiş bir hediyeydi.
Belem Kulesi, eteklerine çarpan dalgalara aldırış etmeden, kireç taşı duvarlarında büyüyen yosun ve su izleriyle asırlar boyunca bekliyor aynı yerde. Güzelliği idrakimizin dışına taşmış, artık tıpkı doğanın kendisine dönüşmüştür. Nasıl ki asırlık bir ağacın her detayını kavrayamaz, yalnızca onun yüceliğini duyumsarız, böyle yapılarda da doğanın bizim hayranlığımıza karşı gösterdiği ilgisizlik söz konusudur. Güzeli bakışla kavramak mümkün olmaz. Gücümüz yettiğince orasına burasına gözlerimiz uzansa dahi, bütünün altında yatan güzeli ayırt edemez, yalnızca hissedebiliriz.
Biz de Belém Kulesi’nin yalnızca göze çarpan manzarasına değil, onun tarihine, tanık olduğu keşiflere ve yolcu edip karşıladığı gemicilerin hikâyelerine çarpılırız. Kış ayları yaklaşıyor; ışık kışa özgü biçimde kırılmak için hazırlıklarını yapıyor. Gökyüzü şimdiden akan bulutların arasında turuncuya çalmaya başladı bile. Portekiz’in ağdalı ışığında gözlerimi güç bela açık tutmaya çalışırken aklıma Mercier’in romanından bir cümle daha geliyor; “Sanki bu yeni ışık benim alışıldık beklentilerimde bir gedik açıyor, bir şey ikiye ayrılıp benden yeni fikirler talep ediyordu.”
aysenurtanriverdi@gmail.com