Toplumsal bilinçle yazmak... Adnan Binyazar’ın yazısı...

Yazar yazmaya hemen başlamaz, yazmakla-yazmamak arasında uzun yol koşucuları gibi günlerce, aylarca, yıllarca konu-biçim-üslup arayışları içinde kendine bir yol çizdikten sonra alır kalemi eline. Öner Yağcı, Cumhuriyet Kitapları arasında yer alan Yediveren adlı romanını yazarken kimi yerde kendi üstlenerek, yeri gelince sözü olayların içinde yetişmiş kişilere bırakarak romanını çok yazarlı kılıyor. Onların arasında hayatı roman olan, aşklarının sonradan ayrımına varan, toplumlarını belli bir düzeye erdirmeye çalışan muhtarlar, işini örnek alınacak denli gerçekleştiren belediye başkanları, aydınlıklarını gittiklere yere saçan gerçek yurtsever kişiler var.

Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap Eki

YAZMA GEREKSİNİMİ

Toplumsal bilince eren yazar, iç dünyasında arayışlardan sonra eyleme geçer. Öner Yağcı, Cumhuriyet Kitapları arasında yer alan Yediveren adlı romanının başında Meslekî’nin “Kalem alıp yaz derdini/ Gülüm yaşaşça yavaşça” dizelerinden de esinlenerek yaşadıklarını, gözlemlerini, topluma yönelik düşüncelerini yazma gereksinimi duyduğunu, iç dünyasında kendine sorular yönelterek açıklıyor:

“Yarınlara güzellik aktarmayacak mıydım? Bugünlerin türküsünü taşımayacak mıydım yarınlara? (...) Tüketilen güzellikleri mi yazacaktım, solmaya yüz tutmuş? Ne yazacaktım? Nasıl yazacaktım? Solmaya yüz tutmuş çiçekler gibi hani; kurumaya başlamış ağaçlar, çürümüş su?”

Kitabın “Sancı” başlıklı, yazarın okurla bütünleştiği 9-47 sayfası bu soruların yanıtını içeriyor. Nice duraksamadan, hatta yazmayı bir kenara itme duyguları yaşarken bir anda yazmaya karar vererek konu alanını çiziyor:

“Yeni bir romana başlıyorum bugün. Evet yazmalıyım. Yazmak zorundayım. Yeni bir roman yazacağım. Damarlarımda tomurcuklanan kanı anlatacağım. Çocukluğumu... Oyunlarla ve öğrenmeyle geçen çocukluğumu... Gençliğimi... Öğrenmeyle, dövüşmekle, dostluklarla, gözaltılarla, mahkemelerle, hapishanelerle dolu gençliğimi... Sonra hep çocuk geçen günlerimi... Öğretmenliğimi... Edebiyat dünyamı... Kendimi anlatacağım işte. 42 yaşında bir çocuk...”

Thomas Mann’dan yaptığı alıntıyla roman boyunca da bu gerçeği göz önünde bulunduruyor:

“İnsan, yalnız kişisel yaşamını yaşamaz, aynı zamanda çağının ve çağdaşlarının yaşamını da yaşar, bilinçli ya da bilinçsiz olarak...”

Yağcı, sözcük seçiminden, ele aldığı konulara, yaşadığı dönemlere, tüm ayrıntıları bilincinin tartımından geçirerek sindirmiştir romanına.

Bunu gerçekleştirmek için giriştiği savaşımı nasıl bir inançla sürdürdüğü şundan da belli ki, Öner Yağcı yarattığı, “postmodernist dalgaya kapılmış, kendisinden başka herkese dudak büken, kendisini edebiyatın hakemi sanan, medyatik ilişkileri nedeniyle her yerde, her seçici kurulda, her kokteylde, her toplantıda boy gösteren” Hilmi Polat Haramioğlu tipini yaratarak, son yüzyılın en yüce dağlarından Einstein’ın “Ne hazin bir çağda yaşıyoruz. Bir ön yargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç!” sözünü bilinçle kavrayıp bütün ön yargıları ortadan kaldırıyor.

Bunu gerçekleştirmek için de, romanın birçok bölümünde kendini izleyici duruma sokuyor, gözlemlerini bilinçle kavrayıp düşünceye dönüştürüyor.

TOPLUMSAL KAYNAKLAR

Sorunlara yönelik romanların temelinde toplumsallık yatar. Victor Hugo’ya Sefiller’i, Tolstoy’a Savaş ve Barış’ı, Yaşar Kemal’e İnce Memed’i yazdırtan bu anlayıştır. Yağcı da Yediveren’de toplumsal olaylara düşünsel yönden yaklaşıyor.

Bu yargımı, Mehmet S. Aman’ın sorularını yanıtlayan Öner Yağcı doğruluyor:

“Küreselleşmenin yaşama kültürümüze ve sanatın her dalına yönelik kuşatma ve saldırısı, edebiyatçıları da etkiliyor. Buna eklenen çağdışı bağnazlıklarla yüklü ırkçı ve dinci ideolojilerin bunalttığı bir topluma dönüştük. Bu dönüşümden yazarlar da payını alıyor.”

Yağcı, toplumsal sorunları önde tutmasına karşın, kolay gibi görünen bu düzeyi, bilgece davranma tuzağına düşmeden yaratıyor. Yediveren’in gerçekçiliğinin kaynağının özünde bu aranmalı.

Muhsin Candan, Ural Armay, “Okumayan insan, insan mıdır? Bilgiyi nereden alacak?” diye sorup, ardından “Ben üniversitelilerden daha çok okuduğum için yaşamı daha iyi öğrendim.” diye konuşan Orhan Altay, o soydan kişilerdir.

HALK YARATILARI

Yazar romanda düşünselliği, belleğinde bilgi tohumları üreten dedelerimizin, nenelerimizin, sevda ruhlu kişilerin birden filizleniveren atasözü, deyim, deyiş, ezgisiyle yürek yakan türküleri, şarkıları belleğinde tutarak, bilgece tutumun tuzağına düşmeden gerçekleştiriyor.

Bu bağlamda halk sözleri, özdeyişler, şarkılardan dizeler, özellikle türkülerden alıntı yaparak romanına çağrışımsal alanlar açıyor.

“Türküler duyuyorum hep söylenen. Duyuyorum. Yüreğimin kulağıyla duyuyorum, beynimin kulağıyla. Mırıltı gibi, fısıltı gibi... Bazen de yanardağ gibi patlıyor türküler. Ben de türkülerimi söylüyorum duyuyor musunuz?

Öyle ya, öğretmen okulunda sevdalandığı Zahide’yi “Zahide” türküsüyle anmaz da neyle anar? Bir de 12 Eylül öncesinde Maraş Katliamını protesto ettiği için Sıkıyönetim Mahkemesince tutuklanıp Mamak Cezaevine tıkılmışsa!..”

Yazıyı Öner Yağcı’nın hapishane günlerinin yanından ayırmadığı can yoldaşı türkülere yönelik yorumuyla bağlayayım:

“Unutulmuş acı olamaz Sivas! İnsanlığın üstüne örtülen kara bir utanç şalı! Ne denli büyük olursa olsun örtebilir mi türkülerin üstünü. Örtebilmiş mi şimdiye dek? Kanlı, dikenli, süngülü, kesici, delici, zehirleyici, boğucu, yakıcı olsun istediği kadar...”

Yediveren romanı türküler çığlığıdır!