Sanat Çin'de olsa gidip bulunuz!

Antalya’da sanat, piyano festivali ve resim sergisiyle devam ederken az sayıdaki turist de pırıl pırıl güneşin tadını çıkarıyor.

Yazgülü Aldoğan

.Antalya’ya kimileri sadece yaz tatili için gider ama Akdeniz’in incisi bu güzel kente sanat için de gidilir. Altın Portakal Film Festivali’nin yanı sıra kentin 20 yıldır süregelen Uluslararası Antalya Piyano Festivali de bu yıl 21’incisiyle marka oldu. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından AKM Aspendos Salonu’nda düzenlenen festivalin bu yılki konukları arasında açılışı yapan Richard Clayderman’dan Can Çakmur’a, kapanışı dün gece yapan Anjelika Akbar’a, kimler yoktu ki. Ama en güzeli, Antalyalıların olmasıydı. 800 kişilik salonun biletlerinin satışa çıkar çıkmaz tükendiği festivalde müzikseverlerin tek bir arzusu oluyordu, bilet bulamadık, bir daha koyamaz mısınız? Festival, böylece yedi konserde altı bine yakın müzikseveri ağırlamış oldu.

ANTALYA’DAYIM!

Yıl sonuna denk gelen günlerde Antalya’da, uçaktan iner inmez, pırıl pırıl bir güneş ve sert bir rüzgâr karşıladı beni. Yol boyunca sıradağların zirvelerinde karı seyrederek gelmiş, heliski sevdalılarının nasıl çılgın bir iş yaptığını bir kez daha düşünmüştüm! Akşam Can Çakmur’un konserine davetliyim. Size daha önce de yazdığım gibi 17 yaşından beri peşindeyim. Can nerede çalarsa ben orada. Meğer benden daha fanatiği varmış, Türkiye’de yaşayan bir Japon hanımefendi. İnternetten Can’ın bütün programlarını takip ediyor ve hangi ülkede, şehirde çalıyorsa anne babasına da bildiriyormuş. Antalya’ya oğullarını dinlemeye gelmiş anne baba, “Biz de kendisinden öğreniyoruz, oğlumuz nerede” diye anlatıyorlar!

Can Çakmur, Antalya’daki resitaline çok özenle hazırlanmıştı, ilk kez 14 yaşında “Genç Yetenekler” adı altında burada önemli bir konsere çıktığı için Antalya’nın kendisinde ayrı bir yeri varmış.

Schumann’ın Papillions op. 2 eseri, kelebekleri anlatıyor. Her biri ayrı karakterdeki kelebekler tuşların üzerine konup kalkıyor adeta. Schumann’dan çaldığı ikinci parça da kısa ama 10 yılda yazılmış bir eserdi, kendi deyimiyle damıtılmış. Bu son derece zor ve çalarken parmaklarını takip edemediğimiz eseri de ezbere çaldı Can, tıpkı öteki parçaları olduğu gibi. “Ana yemek” dediği Schubert’ten Sona D 959 La Majör ise dört bölümden oluşuyordu ve yine yorumu zor, teknik ve duygu isteyen bir besteydi. Sonrasında alkışlar, alkışlar, alkışlar. Ertesi gün sabah koşusundan dönerken yakaladığım Can Çakmur’la vedalaşabildim, nisanda İstanbul’daki konserine bekliyor hepimizi. Annesinin doğum gününde onlarla birlikte ve ona da çalmış olmaktan mutluydu.

ŞAİRLER VE RESİM

Antalya’daki ikinci durağım, perşembe günü size haberini paylaştığımız sergiydi: Şairler neden resim yapar? Antalya Ticaret Odası tarafından yaptırılan Antalya Kültür Merkezi’nde küratör Dr. Necmi Sönmez tarafından düzenlenen serginin konusu da çok ilginç, yer alan eserler de sanatçılar da. Bir kere hepsi şair olarak tanıdığımız, sevdiğimiz, okuduğumuz isimler. Ama bir çoğunun aynı zamanda resim de yaptığını belki biliyoruz, belki hiç duymamışız.

Nâzım Hikmet’in resim yaptığını hepimiz biliyoruz ama en güzel otoportrelerini hapisanede yapıp sevdiği kadınlara duygulu kelimelerle yolladığını? “Şairler niye resim yapar”ın yanıtlarından biri... Sergide Tevfik Fikret de var, Cemal Süreyya da Lale Müldür de her şairin resimleri ve birkaç dizesi birlikte yer alıyor, lacivert üzerine yazılı kelimeleri okumakta ve sırasını bulmakta zahmet çekmeme rağmen sonradan bunu bir bulmacayı çözme oyununa dönüştürüp keyif aldım! İki kata yayılan sergide, şiirler, resimler, videolar birbirini kovalıyor ve her biri ayrı bir serüven. Serginin temasını, konseptini, sergilenişini çok beğendim, İstanbul’a da gelmeli ve burada büyük kitleyle buluşmalı diyorum. Çünkü ya benim gittiğim saatte öyleydi ya da Antalyalılar yeterince duymamış, o güzelim sergi bomboştu. Bir küçük eleştiri de ATO’ya. Tamam anladık, tüccarsınız da sergileri niye parayla gezdiriyorsunuz? İstanbul’da büyük kurumların çok kapsamlı sergilerinin hiçbiri paralı değil. Yaşadığımız kriz döneminde sergiye 20 lira giriş ücreti almak hiç akıl kârı gelmedi bana. Hele basından para alınması? Dünyanın her yerinde parasızdır medyaya? Elbette parasında değilim ama zihniyet yanlış. Bu da o kadar övgünün yanında eleştiri olsun.