En iyi zamanların ruhuyla...

Ankaralı müzik sevdalısı dostlarımızı hep konserlerde görürüz. Yağmur çamur demez, her güzel konsere akın akın gelirler İstanbul’a. Bu kez biz gidiyoruz, doluştuk arabaya. Tuhaf karşılamayın, bunun için sağlam bir nedenimiz var. Doyamamışız; 2005 ve 2017 yıllarında iki kez şehrimize gelen efsane topluluk Wishbone Ash, bu kez Ankara CSO Ada’ya geliyor. Thin Lizzy’den, Iron Maiden’dan çok önce, türünün ilk örneği olan ikiz gitarları yaratan; klasik rock’ın altın çağının kahramanlarından. Şimdi kadrodaki tek kurucu üye gitarcı Andy Powell’ın liderliğinde yaşantısını sürdürüyor.

Murat Beşer

Bir gün önceden gidip (başta Shades Süleyman olmak üzere) şehrin plakçılarını tavaf edip, önde gelen rocker’larını görmeyi ihmal etmedik. 15 Nisan akşamı konser saatinden iki saat önce salona vardık. Burası Altındağ ilçesinde farklı salonlardan oluşan devasa bir kültür-sanat kompleksi. Sağdan soldan kulağımıza gelenlere göre 2000 kişilik ana salonda biletleri tükenen ilk konsermiş bu. 

Açılıştaki enstrümantal “Bonafide” ile vuslat yerini sevgi gösterisine bırakırken, seyircinin cep telefonu ışıkları (bir MFÖ konseri alışkanlığı olarak) hemen devreye giriyor. “We Stand As One” sanki ana yemekten önceki ara sıcak... Öyleymiş! Zira “The King Will Come” çalıyorlar, seyircinin çığlıkları arasında. Şarkının bitiminde Andy gitarcıyı takdim ediyor: Mark Abrahams... Toplulukta artık uzun saçlı adam yok; Mark’ın kısa kesilmiş dikine saçları bile devrin değiştiğini gösteriyor. Yine de ruhları ve sadakatleri yerli yerinde.  

DEV SAHNE ÇUKURU...

Salon bir arenayı andırıyor; içinde dört basamak bulunan dev sahne çukurda ve etrafı 360 derece koltuklarla çevrili ama topluluk arkadan seyredenleri de unutmuyor, sıklıkla dönüp reverans veriyorlar. Gecikenler hiç eksik olmuyor; görevliler şarkı arası ortası demeden içeri alıyor.  

“Warrior”, “Throw Down the Sword”, “Coat of Arms”, “Ballad of the Beacon” ve “Standing in the Rain”; birbirinin peşi sıra su gibi akıyor, gerçek bir rock müzik ayininde zamanın nasıl geçtiği anlaşılamıyor. “Phoenix” başlarken tüm üyeleri takdim ediyor Andy: kıdemli basçı Bob Skeat ile yeni davulcu Mike Truscott... “Phoenix” bu konserde en iyi çaldıkları parça, tam 17 dakika ve yarım asır önce çalıp kaydettikleri “Live Dates”in ruhunu taşıyor. 

Elinde alametifarikası Flying V gitarı ile Andy parça aralarında su içiyor; arada yüksekleri çıkamasa da Bob’un desteğini alsa da, halen fena şarkı söylemiyor. En azından hafızalarımızı tazelemeye yetiyor. Mike ise gösterişsiz ama gizli bir kahraman gibi sağlam performans çıkarıyor. Biste “Blowin’ Free”, “Jail Bait” ve “Persephone” çalarak 90 dakikayı tamamlıyorlar. Şarkılar 10 yıllık zaman dilimlerinden altıncısını yaşayan topluluk tarafından orijinallerine oldukça sadık bir şekilde çalınıyor. 12 parçadan oluşan setlistin yedisi “Live Dates” konser albümünden.

Bir notta ses için: burası klasik müzik için tasarlanmış, sesin yansıma süresi uzun. Aşırı reverb ve uğultu var. PA hoparlörleri çok yukarıda, sesi iyi yansıtamıyor; ses daha ziyade front fill speaker’lardan geliyor. Bu da tüm salonu doyurmuyor. Velhasılıkelam bu kadar güzel bir salon için sese biraz daha dikkat edilmeli, bir yatırım daha yapılmalı. Şikâyet babından algılanmasın biz her şeye rağmen bu kadar yolun ve zahmetin karşılığını aldık. O yüzden bitirirken şehirlerarası bir atasözümüz vardır, hatırlayalım. 

- “Ankara’nın nesi güzeldir?”

- “Wishbone Ash konserinden dönüşü!”

(muratbeser@muratbeser.com)