Dünyanın asıl öğretmenleri! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Farkında mıyız aramızda her geçen gün daha da yükselen görünür-görünmez duvarların; bile isteye yarattığımız ve bize yeteceğini sandığımız pencereleri kapalı, perdeleri örtük küçücük dünyalarımızın gün geçtikçe bizi daha çok dara düşürdüğünün ve çocukların sevgi dolu dünyalarının uzağına savrulmalarımızın? Hanzade Servi’nin “Uçan Hipopotamı Düşünme” yapıtı ve onun her sayfasında özenle yükselttiği ışık, bu yalnızlığa yuvarlanmadan önceki “çıkış”lardan biri olarak parlıyor.

cumhuriyet.com.tr

Desen: EYLEM KOÇYİĞİT

Dostoyevski’nin 1863’te kaleme aldığı Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’nda yer alan bir tümceden yola çıkıyor Hanzade Servi. Soruyor, sorguluyor, tartışıyor; farkında bile olmadan ve gün geçtikçe yükselttiğimiz duvarlarla çevrili dünyamızın kilitli kapılarına, örtük pencerelerine, kalabalıklar arasında ıssızlaşan sokaklarımıza çocukların varsıl dünyasından binlerce soru yağdırıyor, asıyor, çiviliyor, bırakıyor.

Yok, bu sıraladıklarımın hiçbirini açıktan söylemiyor. Ne ki kitabın içinde soluksuz dolaşırken insanın insana uzak düştüğü, çocuklarımızın odalar arası yolculuklara hapsedildiği, özensiz “bakma”ların sığlığında hızla göremez / fark edemez varlıklara dönüşmelerimizin de ayrıntılı bir haritasını çıkarıyor.

Geliştikçe gelişen teknoloji mi dersiniz, gün günden tekinsizleşen kent ortamı mı... asık surat karşılaşmalar, merhabasız geçip gitmeler bir yana evden servise, servisten okula, okuldan salona, salondan yine servisle eve dönen çocuklarımızın bu “odalar arası” yaşamda mutlu olacağından neredeyse bir gün kuşku duymayışlarımızın da bir açıklaması olmalı elbette ama ortada dişe dokunur bir şey yok.

İşte bu daralmaya, bungunluğa, sıkışmışlığa da çağlar boyunca olduğu gibi yine edebiyat karşı çıkıyor.

ÖZEL İNSANLAR

Liseyi birlikte okuduğum, benden / aslında hepimizden daha başarılı kör bir arkadaşım vardı: Ahmet’ti adı. Doğuştan yoktu görme yetisi. Ne ki hepimizden daha iyi görüyor, algılıyordu.

Bugün gibi aklımdadır zaman içinde onun gönül güzüyle görmekte olduğunu keşfetmelerim (çünkü o yeni yetme halimle, incitirim ürkekliğiyle soramamıştım bunu), bir de kendisine karşı asla özel bir tutum / yaklaşım içinde olmamızı istemeyişi...

İzmir’de, uzun yıllar aralarında bulunduğum, birlikte çalıştığımız, projeler ürettiğimiz / yürüttüğümüz ÇÖYDER (Çağda Özürlüler Yaşam Derneği) üyesi dostlarımın; sonra sevgili Gültekin Yazgan’ın var ettiği TÜRGÖK’le (Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı) tanıdığım her yaştan “özel insanlar”ın...

Ve elbette engel dolu sokaklarımızda, toplu taşıma araçlarında karşılaştıklarımızın... Hepsinin dileği aynı.

PERA’YI FARK EDİNCE

Kutlucan, Dünya ve Genç... “Dörtte Üç Aile Apartmanı”nda oturan üç kuzen. Apartmanın adına değin tırmanmış ayrı düşmüşlüğün içinde rastlantıyla “özel çocuk” Pera’nın varlığını fark ederler.

Pera’nın sınıf arkadaşlarından birinin annesi; yürüyemeyen, konuşma güçlüğü olan Pera’yı gördükçe çocuğunun moralinin bozulduğunu, bu “özel çocuk”un başka bir okula gitmesi gerektiğini söyleyince üç kafadar, kendilerini bir anda o hiç tanımadıkları hayatın içinde bulurlar.

“Şehirde yaşamak ne garip! Asla her yerini bilmek mümkün değildir. Biri bize evimizin birkaç adım ötesindeki şu sokağın fotoğrafını gösterse, ‘Harikaymış, nerede bu sokak?’ diye sorardık...” dedikleri hayatın.

Oysa biz neredeyse her ders, Ahmet’in parmak kaldırmasını ve söyleyeceklerini heyecanla beklerdik. Çünkü işlenen konuyu çoğaltırdı söyledikleri. Hem de bugünkü bilişim olanakları ortada yokken!

ASLINDA İŞLERİ KARIŞTIRANLAR...

Üç kuzen; Pera’nın sınıftan gitmesi gerektiğini söyleyen annenin, kendisinin “özel” bir çocuğu olması ve bunun sınıfta istenmemesi olasılığını nasıl düşünemediğini de anlamamışlardır. Ama o annenin de hayata yeniden katılacağı bir çözümün arayışına girerler. Çünkü şundan çok emindirler; Pera’yı görünce morali bozulacak bir tek çocuk bile yoktur.

Hepimiz bilmez miyiz; iki çocuğun oyuna durmaları için yan yana gelmelerinin yettiğini, ne giysi ne renk ne dil benzerliği... çocukların hiçbir şeyi umursamadıklarını, herhangi bir “engel”i varsa oyunlarını ona uydurduklarını...

Evet; Kutlucan, Dünya ve Genç için çözüm o anneyi de kazanmaktır. Apartmanlarındaki dördüncü sakin, Pera’nın babasından başkası değildir.

Kutlucan, bir gün o dairede, salonun duvarındaki yazıya şaşkınlıkla bakacaktır: “Uçan Hipopotamı Düşünme”. Ve bir saniye olsun düşünmeden edemeyecektir! Peki, Pera nerededir ve onlar neden hiç karşılaşmamışlardır Pera’yla?

Şimdi bütün bunları okuyunca konu belki de çok karışık geldi size. Ama merak etmeyin, hiç öyle değil. Bize karmakarışık gibi görünse de aslında hayat; anlaşılması, kavranması ve elbette ki sorunları çözerek ve sevinç duyarak yaşanması hiç de zor olmayan bir süreçtir.

Bunu da iyi bilir çocuklar. Ah, biz yetişkinler olmadık tavırlarla sorunları içinden çıkılmaz hale getirmesek!

ÖNCE BÜYÜKLER... ÇÜNKÜ

Çocuklar için yazılmış bütün iyi kitaplar gibi Uçan Hipopotamı Düşünme’yi de keşke öncelikle ve daha çok “büyükler” okusa. Çünkü alabildiğine yalın bir yaklaşımla rotası çizilmiş düşünsel bir yolculuğa çağırıyor okurunu Hanzade Servi.

Çünkü çocukların hayal gücüne, içtenliğine, kararlılığına, vazgeçmeyişlerine vurguyla hepsinin ayırıp kayırmayan varlıklar oluşunu, bazen altını nezaketle çizerek yeniden anımsatıyor hepimize.

Çünkü kendinden mizahi bir dille sarıp sarmalıyor, dünyanın onca önemli, can alıcı sorunlarıyla yüzleştirirken bile kahkaha attırmayı ihmal etmiyor.

Çünkü kazan-kazan yaklaşımıyla çocukların dünyasından ödünç bir barışa çağırıyor. Çünkü farklılıklarımızın ne denli büyük varsıllığımız olduğunu fısıldıyor sokak aralarında, evlerimizin bahçesinde, oyun alanlarımızda, okullarımızda... anlatının her anında bizi davet ettiği her mekânda.

Neredeyse unutuyordum: Bizim kafadarlar şimdi “Dörtte Dört Aile Apartmanı”nda oturuyor!

Uçan Hipopotamı Düşünme / Hanzade Servi / Kırmızı Kedi / 188 s. / 10+ / 2022.