Cumhuriyet’in kuruluşu sürecinde kitle iletişim araçlarının kurumsallaştırılması
Cumhuriyet döneminde Ankara’nın kültürel belleğini biçimlendiren aydınların / yazıncıların buluşma yerleri, öne çıkan kişilikler ve konulara ilişkin çok sayıda yazısıyla tanınan yazıncı ve araştırmacı Selim Esen’in “Radyo Yazıları”1 adlı kitabı, en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan radyonun kurulması ve kurumsallaşması sürecinde, 1927- 1967 yılları arasında olup bitenleri serimliyor.
Onur Bilge KulaDevlet, topluma hizmet eden bir kurumlar bütünüdür. Bu ilkeyi temel alan ve kurumsallaşmayı önemseyen Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen Cumhuriyet Devrimleri ve diğer atılımlara eşlik eden kurumların kurulması ve bunların kalıcılaştırılması, önemli bir görev olarak görülmüştür. Atatürk’ün derin ve uzak görüsünü de yansıtan ayırıcı kişilik özelliği, devlet aygıtını işlevlileştirmek için gerekli kurumların kurulmasına önderlik etmesidir.
Cumhuriyet döneminde Ankara’nın kültürel belleğini biçimlendiren aydınların / yazıncıların buluşma yerleri, öne çıkan kişilikler ve konulara ilişkin çok sayıda yazısıyla tanınan yazıncı ve araştırmacı Selim Esen’in “Radyo Yazıları”1 adlı kitabı, en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan radyonun kurulması ve kurumsallaşması sürecinde, 1927- 1967 yılları arasında olup bitenleri serimliyor.
Ankara’da doğan ve kitle iletişimi üzerine lisansüstü eğitim yapan Selim Esen 1966’da TRT’ye girmiş, bu kurumda muhabir, müdür yardımcısı ve müdürlük gibi görevler yapan çok deneyimli ve birikimli bir iletişim uzmanıdır.
Atatürk ilkelerinin ve Cumhuriyet Devrimlerinin ödünsüz bir savunucusu olan Selim Esen ayrıca gazeteci olarak Kıbrıs barış Harekâtı’na katılmış ve “gazi” unvanı da almıştır. Çok sayıda haber programı hazırlayan ve Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’nda haber denetçiliği yapan bu deneyimli iletişimci, 1992’de Anadolu Ajansı Görüntülü Haber Merkezi’ni kurmuştur.
Selim Esen sözcüğün gerçek anlamıyla bir yazı ve yazın emekçisidir. 2004- 2008 arasında düzenlediği “Kuşadası Öykü Günleri” kapsamında sunulan bildirileri kitaplaştırması ve çeşitli dergi ve gazetelerde aralıksız ve düzenli olarak yayımladığı yazılar, bunun kanıtıdır.
İletişim ve yazın alanlarında nitelikli kitaplarıyla tanınan Selim Esen’in kapsamlı kitabı “Radyo Yazıları”, çağdaş Türkiye’de çok etkin bir kitle iletişim dolayım olan radyonun, dolayısıyla da TRT’nin kurumsallaşması sürecinde gelişen olayları eleştirel yaklaşımla irdelemektedir.
Yazar, Ankara’da 1941- 1949 arasında Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından aylık olarak yayımlanan “Radyo Dergisi”nin yanı sıra, konuya ilişkin diğer yayınları da ele almıştır.
Söz konusu yayınlar arasında 1953- 1957 arasında İsmail Girgin ve Mehmet Rüştü Şardağ tarafından İzmir’de haftalık olarak yayımlanan “Radyo Haftası” ve 1950- 1953 arasında Edip Akın tarafından 44 sayı yayımlanan “Resimli Radyo Dünyası” adlı dergi de vardır.
Selim Esen, özenli ve eleştirel bir yaklaşımla, Mayıs 1954’ten itibaren Metin Toker ve iki ortağı tarafından yayımlanan “Akis” dergisinde de yayımlanan toplumsal-kültürel-politik içerikli konuları, anılan kitabında yorumlamıştır. Yazar, “Akis” kapsamında okuyucuyu, “radyoda olanlar ve Türkiye’de yaşananlar sarmalında bir zaman tünelinde yolculuğa” özendirmektedir.
ATATÜRK: ‘GAZETECİLER GÖRDÜKLERİNİ, DÜŞÜNDÜKLERİNİ VE BİLDİKLERİNİ SAMİMİYETLE YAZMALIDIR’
“Radyo Yazıları” kitabın başında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gazeteciler gördüklerini, düşündüklerini ve bildiklerini samimiyetle yazmalıdır” (Hâkimiyeti Milliye, 12 Ağustos 1929) sözünün yaşam ve yaratım ilkesi olarak gören Selim Esen’in anlatımıyla, Türkiye’de ilk radyo deneme yayını 1921’de İstanbul’da bir Fransız savaş gemisinden yapılmıştır.
Dünyadaki ve ülkedeki gelişmeleri yakından izleyen Atatürk, radyonun kitle iletişimi açısından öneminin ayrımındadır ve bu olay üzerine “aleti getirin de dinleyelim” der. Anılan kitapta verilen bilgiye göre, Abdülhamit döneminde evden eve telgraf hattı kuran Hayrettin Bey, kitapta yer alan açıklamasına göre, Atatürk’ün bu isteği üzerine şunları aktarır: “Kendi yaptığım alıcıyı alıp Orman Çiftliği’ne götürdüm… Atatürk derhal istasyonun kurulmasını emrettiler.”
Selim Esen’in anlatımıyla, 10 Kasım 1926’da İstanbul gazetelerinde “telsiz telefon şirketi nihayet kuruldu” haberi yer alır. 01 Mart 1926’da Ankara’da telsiz telgraf çelik anten direklerinin temeli atılır. Türkiye’de “ilk radyo yayınları istasyonu İstanbul’da 06 Mayıs 1927’de resmen açılır.” Aynı günün akşamı, spikerin sesi duyulur: “Muhterem dinleyiciler deneme yayınımıza başlıyoruz.”
Turgut Akman’ın deyişiyle, 17 Kasım 1927 Perşembe günü, İstanbulluların yaşadığı sevincini Ankaralılar da yaşar. “Doğru Türkçe söyleyiş yaygınlaşacak, yeni bilgiler öğrenilecektir.” Böylece, radyo, Türk toplumunun çağdaşlaşmasında önemli bir araç işlevi görmeye başlar.
ATATÜRK: ‘RADYO VE DİĞER KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI YERYÜZÜNÜN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRECEKTİR’
1928’de Atatürk “şimdi bize basit bir eğlence gibi gelen radyo ve sinema bir çeyrek yüzyıla kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir” sözleriyle, bu yeni kitle iletişim aracının işlevini vurgular.
Nisan 1928’de Batı müziği yayını yapmak amacıyla, viyolonist Popof’un şefliğini yaptığı bir orkestra kurulur. Atatürk, 9 Ağustos 1928’de Gülhane Parkı’nda düzenlenen konsere katılır ve burada Mısırlı şarkıcının Arapça söylediği şarkıları beğenmez. “Bu müzik, bizim heyecanımızı anlatmıyor” sözleriyle hoşnutsuzluğunu dile getirir. Bunun üzerine, radyo yöneticileri “resmen alınmış bir karar olmamasına karşın, geleneksel müziğin sesini keser.”
Kitapta yer alan Ümit Bayazoğlu’nun aktarımıyla, her gece müzik dinleyen Atatürk, “halkından bu müziği esirgemiş durumuna düşürülür” ve bu “çözülememiş bir konu olarak ortada kalır.” Bu saptama doğrudur; çünkü Atatürk halk müziğine, nitelikli müzik yayınlarına hiçbir zaman karşı olmamıştır.
Örneğin, 10 Ağustos’ta İstanbul Radyosu Müdürlüğü’nden “seçecekleri şarkı ve gazellerden” oluşan bir yayın istemiş ve İstanbul Radyosu’nun “sevdiği şarkılardan oluşan” programını beğeniyle dinlemiştir. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir.
Cumhuriyet Gazetesi 2 Şubat 1930’da, “Radyo susmadı, biz susturduk” tümcesiyle başlayan haberinde, radyonun “parasızlık yüzünden” yayın yapamadığını duyurur. Bu tür zorluklara karşın, radyo çalışmasını sürdürür. Örneğin, 23 Aralık 1930 günü Menemen’de Derviş Mehmet’in başlattığı gerici ayaklanmaya engel olmak isteyen henüz yirmi dört yaşındaki yedek subay öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay “başı kesilerek” ve iki mahalle bekçisi de “linç edilerek” öldürülür. Anadolu Ajansı’nın ayaklanmacı gericilerin idamına ilişkin haberi radyodan şöyle duyurulur: “Mehmet Emin, şehit Kubilay’ın başının kesildiği yerde kurulan sehpada idam edildi.”
30 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde “ilk Türkçe ezan okunur.” 3 Şubat 1932’de Ayasofya’daki mevlit sırasında “Türkçe Kuran okunur” ve radyo aracılığıyla yayınlanır. 6 Şubat 1932’de Cumhuriyet Gazetesi “Kadir Gecesi Ayasofya Camii’nde yapılan ve İstanbul Telsiz Telefon” ile “Türkçe Kuran okunmasının” toplumda hoşnutlukla karşılandığını haberleştirir.
ATATÜRK: ‘BİRİNCİ TÜRK DİLİ KURULTAYI’NIN RADYODAN NAKLEN YAYINLANMASINI SAĞLAMIŞTIR’
Selim Esen’in anlatımıyla, 18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı “cami içinde ezan ve kametin Türkçe okunacağını” açıklar. 1950’ye değin 18 yıl ezanın Türkçe okunmasına ses çıkarmayan Demokrat Parti “seçimden sonraki ilk genel kurul toplantısında Türkçe ezanın Arapça olmasını” ister ve 16 Haziran 1950’de Arapça yasağını kaldırır. Böylece, ezan yeniden Arapça okunur. “Ezanın Türkçe okunmasının sakıncası nedir ya da kime göre sakıncalıdır?” soruları bugün de sorulmalı ve tartışılmalıdır.
Türkçenin gelişmesini ve ortak iletişim dili olmasını çok önemsediği için, ölüm döşeğinde bile “Aman dil! Aman dil!” diye sayıklayan Mustafa Kemal Atatürk 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dili Kurultayı’nın radyodan naklen yayınlanmasını sağlar.
Bu kurultay, radyodan yayınlanan ilk ve tek kurultaydır. Kurultayda yapılan konuşmaların ve tartışmaların halka ulaştırılması için, Beyazıt Meydanı, Darülfünun konferans salonu, Fatih Parkı, Taksim Cumhuriyet Anıtı, Dolmabahçe’de saat kulesi önünde, Üsküdar Doğancılar Parkı’nda, Kadıköy Belediyesi önünde radyo yayını yapılması için gerekli altyapı hazırlanır.
Cumhuriyet Gazetesi’nde de yer alan habere göre, halkın dinlemesini sağlamak amacıyla Cumhuriyet halk Fırkası merkezleri, Boğaziçi’nin Rumeli ve Anadolu kıyılarına/sahillerine, Bakırköy ve Adalara da radyo yayının altyapısı kurulur. Ruşen Eşref’in aktarımıyla, Atatürk’ün açılışına katıldığı Türk Dili Kurultayı’nda yapılan konuşmalar ve tartışmaların coşkusu “Saray’ın duvarları arasında” kalmaz, radyo aracılığıyla halka yansıtılır.
ATATÜRK: ‘TÜRK DEVRİMİ KURUCUDUR VE YURTSEVERLİK ESERİDİR’
Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine göre, Atatürk 29 Ekim 1933’te Cumhuriyet’in 10. yılı nedeniyle, TBMM’de yaptığı “barışı, dostluğu, insanlığı öven yüksek düzeydeki konuşmasında” şu görüşleri vurgular:
“Türk devrimi kurucudur; yüksek bir insani ülkü ile birleşmiş yurtseverlik eseridir… Bu devrimin hararetli ve imanlı bir yapıcısı sıfatıyla dünyaya açık yürekle, gönül temizliğiyle ve dostlukla bakıyorum.” Bu konuşmayı naklen yayınlayan radyo, Atatürk’ün ünlü 10 Yıl Konuşmasını da canlı yayınlar. Atatürk, 29 Ekim 1933 Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında yukarıdaki sözlerinin bir bölümünü yineler ve şunları vurgular: “Ulusumuzu en geniş refah araçları ve kaynaklarına sahip kılacağız; ulusal kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.”
1936’da yapımına başlanan Ankara Radyosu, 28 Ekim 1938’de Başbakan İsmet İnönü’nün İngilizce yaptığı ve Amerika’ya dostluk iletisi içeren konuşmasını yayınlayarak hizmete girer. Yayınları bilgi ve estetik içerik bakımından oldukça nitelikli olan radyoların bilgi kaynağı, Anadolu Ajansı’dır. Örneğin, Falih Rıfkı Atay 1 Kasım 1938’de Ulus Gazetesi’nde yayımlanan “Yeni İstasyonlarımız” başlıklı yazısında, stüdyodaki piyano konserinden çıkan yabancı bir çağrılının “Beş senedir Ankara’dayım, bu kadar zevkli ve güzel bir gece geçirmedim” sözlerine yer verir.
İSMET İNÖNÜ: ‘ATATÜRK, TÜRK ULUSUNUN GÖNLÜNDE SEVGİ VE HÜRMET İÇİNDE HER ZAMAN YAŞAYACAKTIR’
Nitelikli müzik, genel kültür, dil ve sanat gibi konularda aydınlatıcı yayınlar yapan radyolar, 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün “derin koma içinde” yaşamını yitirdiğini bütün dünyaya duyurur. 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü’nün TBMM tarafından cumhurbaşkanlığına seçilmesi nedeniyle yaptığı konuşmayı radyolar şöyle aktarır:
“Atatürk’ün olağanüstü hizmetlerini bugünkü Türk devletinin bünyesinde tam ve temiz eserler olarak ortaya çıkmış görüyoruz. Türk ulusunun gönlünde Atatürk adı, sevgi ve hürmet içinde ebedi olarak yaşayacaktır.” Atatürk’ün ölümünü, Türkiye radyoları ilk kez yaptıkları İngilizce, Fransızca ve Almanca yayınlarla dünyaya duyurur.
Bu sırada politik amaçlarla radyonun işlevinden yararlanma, tartışma konusu olur. Müzik de tartışma konularından biridir. Örneğin, Muzaffer Sarısözen 15 Haziran 1944’te Radyo Dergisinde şu değerlendirmeyi yapar: “Bir memleket türküsünü layıkıyla söyleyebilmek için, o memleketin melodilerinin özelliklerini bilmek zorunludur.”
1940’larda Ankara Radyosu “bir halk eğitim merkezi ya da üniversitesi” gibidir. O dönemde belirgin olan bilim, sanat ve dil duyarlılığı yayınlara da yansır. Falih Rıfkı Atay 15 Şubat 1942’de yayınlanan konuşmasında dil çalışmalarında üç temel ilke vardır, der ve dile ilişkin şu ilkeyi vurgular:
“Ulusal Türkçe, zengin Türkçe, güzel ve doğal Türkçe. Demek ki sadeleştireceğiz diye dilimizi fakirleştirmeyeceğiz. Zenginleştireceğiz diye de onun güzelliğini ve doğallığını bozmayacağız. Ulusal Türkçe ilkemiz, konuşurken ve yazarken Türkçe ya da Türkçeleşen sözcükler kullanmaktır.”
İLERLEME VE GERİLEME İÇ İÇEDİR
Öte yandan, radyonun nitelikli yayın yapmasında, 1944’te Vedat Nedim Tör gibi aydınların müdürlük görevini yürütmesinin de payı vardır. O dönemde müzikle ilgili tartışmanın yoğunlaşmasına koşut olarak Batı müziği ve Türk halk türküleri bir arada yayınlanır. Tartışmaya katılan İsmail hakkı Baltacıoğlu “Bize sanat müziği, diriltici müzik gereklidir” sözlerini şöyle sürdürür: Türküler her zaman “söylenecektir”; çünkü Türkçe gibi, onlar da “halkın vicdanının derinliklerinden gelir.”
1946’dan sonra radyoların politik yönlendirme amacıyla kullanımı tartışılır. 1948’de CHP bir İlahiyat Fakültesi ve imam hatip kurslarının açılmasını kabul eder. Ocak 1949’da İmam Hatip liseleri açılır. İlkokullarda “isteğe bağlı din dersleri” okutulması kararlaştırılır. Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, Türkiye’nin toplumsal-politik-kültürel yaşamında olduğu gibi, radyo yayınlarında da bir dönüm noktası oluşturur. Temmuz 1950’de radyolarda “Kuran okunması” kararlaştırılır. Gazeteci Bedii Faik o dönemin Ankara’sını “eski bir giysinin ter yüzünü çevirip, yeniden giymek” sözleriyle nitelendirir. Düşünme ve anlatım özgürlüğü kısıtlanır. “1951 Tutuklamaları” kapsamında dönemin aydınları, düşünürleri, bilimcileri işkenceli sorgulardan geçirilir, tutuklanır.
FİKİR ÖLÜR MÜ, ESER ÖLÜR MÜ?
10 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e getirilmesi, en önemli naklen yayın olur. Bu sırada Ankara Palas’tan Behçet Kemal Çağlar şöyle seslenir: “Fikir ölür mü?/ Eser ölür mü?/ Millet adam ölür mü?/ Bayrak adam ölür mü hiç?” Bu güzel dizeler, Türk ulusunun gönlünde yaşayan Atatürk’ün düşünce ve devrimlerinin de hep var olacağını, etkinleşeceğini anlatır.
Selim Esen bu kitabında Kore’ye asker gönderilmesi, 6-7 Eylül 1955 olayları ve Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin bu olaylardaki rolü, dinin öne çıkarılması eğilimlerinin artmasının yanı sıra, DP’nin radyoyu politik amaçları için kullanmaya başlamasını da anlatır.
İsmet İnönü, CHP’nin XIII. Kurultayı’nda “en etkili yönlendirme aracı olan radyo yalnız iktidarın dilidir” diye eleştirir. Bunun dışında, 1958’de DP’nin toplumu cepheleştirme girişimi olan Vatan Cephesi ve Radyo Gazetesi’nin iktidarın sesine dönüştürülmesini, 27 Mayıs 1960’ta Alparslan Türkeş’in radyo konuşmasını ve radyonun denetim altına alınmasını çok yönlü bir yaklaşımla serimler.
1950’lilere değin basın yayın özgürlüğünü öne çıkaran bir kitle iletişim aracı olan radyo, Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet Devrimlerini, ilerleme ve çağdaşlaşma atılımlarını topluma duyuran ve toplumun katılımını sağlayan bir dolayım işlevi görür. Bu bakımdan, Selim Esen’in çok ilgi çekici bilgiler içeren “Radyo Yazıları” adlı kitabı, Türkiye’de kitle iletişim araçlarının kurumsallaşma sürecinin betimlemesi olarak da okunabilir.
1 Selim Esen (2023): “Radyo Yazıları 1927- 1967”; Barış Kitabevi, Ankara