Okumak, yazmak üzerine aforizmalar (III) Feridun Andaç’ın yazısı...

Yazmak... Biçimlemektir sözdeki duyguyu, duygudaki sözü. Elbette bir düşünce ivmesi gerek bunun için. Onsuz yazılabilir mi? Hiç sanmam! Deneyin isterseniz. “Yazmak sonuna dek gitmek demek...” (Susan Sontag)

Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitap Eki

42./ YAZMAK

Biçimlemektir sözdeki duyguyu, duygudaki sözü. Elbette bir düşünce ivmesi gerek bunun için. Onsuz yazılabilir mi? Hiç sanmam! Deneyin isterseniz.

“Yazmak sonuna dek gitmek deme...” (Susan Sontag)

43./ KENDİNİ GÖRMEK

Yazmak öyledir, kendinizi görürsünüz orada. Ruhun kaleydoskopu da denebilir.

Şunu diyordu günlüğünde Sontag: “Bir sorun: yazının zayıflığı. Yavan, cümle cümle ilerliyor. Fazla mimari, fazla daldan dala atlıyor.”

Günlük tutmaktan söz ediyorum. Kendin için yazmak. Orada yazı hayatını görmek için yolculuklara çıkıyorsundur. Yazıda en özgür olduğun alan. Kendi zaman bakışını yaratıyorsun. Tanımlamalar yerine tespitler yapıyorsun.

44./ HARİTANIZDA KİMLER VAR?

Haritanızda kimlerin olduğunu düşündünüz mü hiç? Varlığınızı tanımlayabilen uzak-yakın her şey... İnsan, duygu, düşünce, nesneler,

kentler... Yani sizi siz yapanlar... Taşıdıklarınıza anlam katıp sizi biçimleyenler... Bir liste yapın. Her biriyle ilgili birer cümle kurun. Bakın o zaman kim olduğunuz çıkacak ortaya.

45./ BAĞIMSIZ OLMAK

Sontag şunu diyordu: “Çalışmaya zorunlu olmamın + yalnızca yazamamamın sebebi insanlardan bir şeyler istemeye tahammül edememem, kimseye borçlanmak istememem, hayatta kalmak için dilenen, ödünç alan + çalanların yaptığı gibi. Bağımsız olmam gerek, yani kimseye güvenemem. Yalnızca orta sınıf çekingenliği değil benimki.”

Ne doğru! Bağlı ve bağımlı olursanız yazamazsınız. Yaşamınızda adım attığınız her şeyi belirler bu durum. Sorgular, hesap sormalar, ezilip büzülmeler, yaltaklanmalar... Yazan insan dik yürüyen insandır, yazma/yaratma özgürlüğü asıl oradan başlar. Bunu asla size kimse veremez. Birinin suyuna giderek yazamazsınız, eğer yazarsanız, “Kalemşör”lüğü de kabul edersiniz.

46./ ÖNEMSEMEK

Önemsediğiniz yazıların bir listesini yapın. İhtimal okuduğunuz için önemli kılmışsınız (kılmışsınızdır). Her biri için birer cümle kurun. Neden önemsediğinizi anlamaya çalışın. Size bir ipucu, bakın Sontag Sartré için ne diyor:

“O bir model – coşkusu, görüşlerinin berraklığı, bilgisiyle ve zevksizliğiyle.”

47./ SAYDAMLIK

“Şeffaf ol”, diyordu kadın, adama. Ekliyordu da, “her şeyi anlat, bilmek istiyorum!” Hastalıklı bir bakış diye geçirmişti içinden adam da.

Bir insan kendisini, yaşadıklarını, hayatındakileri nasıl anlatabilir? Hele karşınızdaki ısrarla “her şeyi anlat” diyorsa.

İnsan kendini yazarların yazdıklarında görebilir ancak. İşte orada yazar saydam olmalıdır.

48./ ETKİLENMEK

Yazdıklarınızla neyi değiştirebilirsiniz? Bunun öyle olabileceğini de sanmam üstelik. Ama etkileyebilirsiniz. Belki bazı yazarlar yazdıklarıyla yaşadıkları dönemin bilincini değiştirmeyi amaçlayabilirler. Örneğin; Norman Mailer, D. H. Lawrence, Maksim Gorki, Fakir Baykurt...

Onların da ancak etkileyici olabildiklerini düşünürüm.

Evet, etkilenmeden etkileyemezsiniz. Yazarın ilk işi de bu: Yaşadığı çağdan/toplumdan etkilenmek. Dostoyevski, Tolstoy, Çehov o soy yazarlardandı. Yazıyorsanız, ancak etkileyebilirsiniz!

49./ YAZIYORSAK EĞER...

Elbette ki yazmanın bir nedeni var. Sontag, “Ne düşündüğümü anlamak için yazıyorum ve konuşuyorum” diyor.

Kendim için (daha çok günlüklerimde, okuma notlarımda) yazarken böyle düşünürüm. Ama başkaları/okur için – okumak için yazarken bunun ötesine geçerek; anlatmak istediğim bir mesele, bir duygu durumu, bir düşüncedir beni yazmaya yönelten.

Evet, yazıyorsak eğer; her biçimde bir nedeni vardır.

50./ SÖZCÜKLER...

Her gün işim bunlarla. Dünyam sözcüklerle çevrili. Sözlük kitaplığım yanı başımda. Defterlerim günü yazmak için hep açık, kalemlerimin çeşitliliği bundan.

Eğer bir sözcük gelip yazdığım cümlede yer alıyorsa, artık o düz anlamının ötesine geçmiştir.

Biraz önce yazdığım bir mektupta şu cümleyi kurdum:

“Kendi alevinde yaşamak nedir bunu az çok bilirsin.”

Buradaki her bir sözcük yalın anlamlarının ötesinde yepyeni bir anlama bürünüyor yazarken ve “söylenmemiş sözcükler” olarak çıkıyorlar karşımıza tek tek.

51./ BAŞLAMAK

Yazıda başlamak için bir kıvılcım gerek. Bunun ivmesi ya bir düşüncedir, ya da duygu. Bir biçimde ilerlersiniz. Ama bitirdiğinizde asla başladığınız yerde ve düşünce de değilsinizdir.

52./ EŞLİK ETMEK

Duyguda, düşüncede, yaşamda biriyle yol almak. Ama her şeyden önce dilimizin bize eşlik ettiğini bilmemiz gerek. Diyordu ya Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” İşte bizim de konuşarak/yazarak eşlik ettiğimiz dil, o dünyanın gerçekliğini anlatır. Evet, hayal ettiğimiz her bir şey de bize eşlik edenlerle bir dünya kurmamızı sağlar.

53./ UYUM/SUZLUK

Uyum yalnızlıktadır. Yaratılan yalnızlıkta. Yazan insanın aradığı, zaman zaman (veya her zaman) yaratabildiği.

Kalabalığa karışınca uyumsuzluğunun nedenini daha iyi anlıyorsun. Üslubun, tarzın, yürümen bile değişiyor. Ama sözcüklerine sadık kalıyorsun.

54./ FARKINDA OLMAK

Yazınca bunu daha iyi anlıyorsunuz. Okurken zihninin kanatları açılıyor. Duyarlılık alanların genişliyor. Yanında yörendeki her şeyin farkında oluyorsun. İşte o an, içimdeki ses beni yazmaya çağırıyor.

Fotoğraf, resim, sinema, müzik beni bu çağrıya hazırlayanlar. Bunlarsız yazının da, okumanın da yavan olduğuna inanırım.

55./ ANLAMAK, ANLATMAK

Bir yerde karşıma çıktı ansızın şu düşüncelerim:

“Yaşama tanıklık bir yazar için kaçınılmaz. Üstelik onun gözlem arenasıdır yaşam. Bütün antenlerinizi açarak yaşar/gözler/dinler/izlerseniz ancak yazabilirsiniz. Ama yazdığınız hiçbir zaman o birebir görüp gözledikleriniz değildir. Yazarken artık başka yerde/zamanda/duygudasınızdır. Okumak bu işin simyasıdır.” (“Mahur Beste”, Sayı: 5

Anlamak için anlatmak yolculuğunu seçmemizin nedeni de budur biraz!

56./ OKURKEN NEREDEYİZ?

nuttuğum anlarım olur. Yazarken ara ara hatırlarım bunu... O an kesintiye uğramayı sevmem. Efsunlu bir yolculuk gibidir okumak benim için. Dünyayı kucaklamak isterim o anlarda. Başka zihinlerle buluşmak, düşünce ve duygularla kucaklaşmak, başka dünyalara taşınmaktır okumak. Sontag ise şöyle diyordu:

“Okurken her zaman besleniyormuş, yemek yiyormuş gibi hissediyorum.”

En az üç dört kitabı aynı anda, paralel okumalarda, okumam da bundan. Defterlerimin çokluğu da buna işaret eder!