Devrimci, lirik, felsefi şiirler!

Şair ve yazar Mustafa Güçlü’nün Ayrı Düşeriz’den uzun yıllar sonra yayımlanan ve seçme şiirlerinden oluşan yeni kitabı Sizden Önce Geçtim’de (İzan Yayıncılık); toplumsal sorunları, olguları güncel olaylardan yola çıkarak tarihsel bütünlükte, bilgi ve tutarlılıkla işleyen şiirlerinin yanı sıra bireysel duyguları, düşünceleri ve Akdeniz coşkusuyla ve imgeleriyle işlediği şiirleri de yer alıyor.

Adil Başoğul

Bu yazıyı Mustafa Güçlü’nün son şiir kitabı Sizden Önce Geçtim üzerine felsefi, poetik, sosyolojik ve estetik bir değerlendirme yapmak amacıyla kaleme aldım.

Şairin, Ayrı Düşeriz’den (Seçme Şiirler) uzun yıllar sonra, 2020 Temmuz ayında beşinci kitabı “Sizden Önce Geçtim" adıyla okuyucusuyla buluştu. Bazen öyle olur kıyıda köşede kalır, kıymetli eserler ve şairler. Gün gelir değeri daha iyi anlaşılır ve hakkı teslim edilir. Mustafa Güçlü de bu şairlerden biri.

Sanat ve şiir anlayışı toplumsal gerçekçi, emekçi ve emekten yana, ateşli devrimci yürek sesini doğrudan değil ama derinden hissettiren bir şair. Toplumsal sorunları, güncel olaylardan yola çıkarak olguları tarihsel bütünlükte, bilgi ve tutarlılıkla işleyen şiirlerden oluşuyor kitabı. Bunun yanında bireysel duyguları, düşünceleri Akdeniz coşkusuyla kurguladığı, görselliği kelimeleri ve imgeleri ile şiirine taşıdığı şiirleri de yer almakta kitabında.

Sizden Önce Geçtim adlı şiir kitabında Mustafa Güçlü, genel olarak ülkemizde yaşanan olayları, tarihsel süreçleri konu edinip estetik bir uyum içinde aktarıyor. Kullandığı dil sade ve ağdalı sanatlardan uzak. Bunu yaparken klasik arkeoloji eğitimi almasının yanı sıra Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okumasının da avantajlarını kullanıyor.

Şair kendine göre özgün bir imge ve dil evreni oluşturmuş. Bazı kelimeleri birkaç şiirinde sık yineleyerek kendi şiir algısını ve özgün imge dinamiğini yansıtmayı tercih etmiş.

SARSICI BİR YENİ!

Şair, şiirlerinin coğrafyasında dolanırken yeni duygulara ve düşüncelere açılmış. Yörük kültüründen kelimelerle, yaylalardan esintiler, dağlardan isyan ve çiçekler… Denizi ve özellikle Akdeniz duygusallığını coşkusuyla balığına ve yosun kokusuna kadar yaşatıyor içinde bulunduğu coğrafyayı okuyucuya.

Bazen şaman bilgeliğiyle düşleri, düşünceleri ve duyguları harmanlayıp devrimci, kavgacı sarsıcı yeni bir şiir, yeni bir dünya kuruyor. Sorunlarla krizlerle geçim sıkıntısı ile sıkışmış günümüz insanlarını, sorunlarını çözüme kavuşturmak için umutsuzluğunu umuda dönüştürmek gayretiyle direncini şiirlerinde dile getiriyor.

HİZALAR...

Tarih, kültür, mücadele ve melodiyle dolu bir düşsel ve sanatsal geziye çıkarıyor bizi şair Mustafa Güçlü. Bunun yanında da düşünmemizi ve olumsuzluklara tepki verip onları olumluya çevirmemizi de isteyip buna bizi davet ediyor.

“Sizden Önce Geçtim” şiirinde:

“Sizden önce geçtim bu hizaları

korkacak karanlığım yok

 

kovmuşlar içimdeki makamsızı

güllere söyleyecek sözüm yok

 

sizden önce biçtim bu elbiseyi

soyunacak çıplaklığım yok.” (s.7)

İşte böyle çarpıcı bir şiirle başlıyor kitaba şair. Atasözü gibi ben bu hizaları sizden önce geçtim, diyerek alanında ve ders vermek istediği konumda deneyimli ve yetkin olduğunu vurguluyor. Bu uğurda korkularından arındığını belirtiyor. Kötü kişilerin ve kötü durumların kendini yolundan döndüremediğini, bunlardan da korkusu olmadığını söylüyor.

İkinci beyitte hiçliğe ulaştığını, makam ve mevkii isteği, kaygı, korku ve arzusunu bitirdiğini bunu içinden bilgelerin kovduğunu anlatıyor. “Güller” dediği güzel kişilikli ve huylu kişilere şairin hiçbir sözü yoktur. Toplumun sorunlarını çözmeye gayret eden, mutlu ve huzurlu geleceği inşa edenlere minnetini bildiriyor.

Son beyitte ise işte bu toplumsal izleği yönlendiren bu görevi sizden önce kavradım ve gereğini yapıyorum vurgusuna ulaşılıyor. Benim, gizli saklı ne düşüncelerim ne duygularım ne de hesaplarım var. İçim dışım bir ve bu konuda çok netim, diyerek son noktayı koyuyor şair.

“Bahar Beğen Kendine" şiirinde:

“Parmak uçların kadar yakın uçurumum

al! Serçelerden bahar beğen kendine. “(s. 25)

Lirizmi, bahar çiçekleri ile süsleyip serçelerle sevdiklerine gönderiyor şair. Bir metafor eşliğinde uçurum kadar derin duygularını, ruhunu ve iyi yüreğini ortaya döküyor. Bu yürek, senin parmak ucun kadar yakınında, diyor okuyucuya. Haydi baharı bulalım serçe kuşlarında. İşte naif ve coşkun şiirin vurucu sonu.

“Kapılarda Kartopu" şiirinde:

“topu topu kaç kez öldürüldün sen

bir devlet söyleminde bıçaklar bilenirken

bir kar topu sayısız kez kan topu, kar kar

ah ben öldüm, öldüm riyalar göğsümde

ah bu bir rüya... Her yer kar, karda kapılar.” (s. 31)

Yukarıdaki dizelerde yurdumuzda yaşanan birçok saçma ve anlamsız olaylardan birinde meydana gelen cinayeti anlatmış. Sokakta arkadaşlarıyla kar topu oynarken bir esnafın dükkânın camına kar topu gelmesi sonucunda tahammülsüzlük, gurur, kin, nefret çokça da cehalet karışımı bir olayda gerçekleşiyor bu durum.

Yaşanan kargaşada bıçaklanarak hayatını kaybeden yakın arkadaşı, gazeteci ve televizyon programcısı Nuh Köklü’nün ölümü üzerine yazmış Mustafa Güçlü bu yaşanmışlık dolu acı şiiri.

Siyaset dilinin ve devleti yönetenlerin bıçaktan keskin düşmanlaştırıcı, ayrıştırıcı, suçlayıcı söyleminde böyle değerli insanların nasıl defalarca öldürüldüğünü biliyoruz Bunun sonucunda da gerçekten hiç yoktan suçsuz insanların böyle saçma sapan bahanelerle cahilce öldürülmesinin acısını hepimiz yaşıyoruz.

Şairler daha fazla yaşayıp bu duygu ve düşüncelerini böyle olaylar olmasın diye ölümsüz eserlere dönüştürüyor. İnsanlık da masum insanlar da şair de bu yalancı ve suçlu düzenin göğsünde öldürüyor ve ölüyorlar. Keşke bir rüya olsa bu kötülükler ve ölümler. Her yer kar ve kapılarda ölüm olmasa.

Şiirin son bölümde şair, sözcükleri tekrarlayarak bir ahenk oluşturmuş. Bunun yanında dize başlangıçları da ‘bir bir’ ve ‘ah ah’ sözcüklerini ve seslenişlerini alt alta kullanarak şiirin ritmini ve müzikalitesini güçlendirmiş. ‘Kar, karda kapılar’ sıralaması ile de dize içinde armoniyi artan bir etkiyle devam ettirmiş.

“Yolculuk" şiirinde:

“ustura gibi bir bakışıyor geç vardiyasında

yangın adımlı serçelerle asgari geçitte “(s. 33)

Bir gece, geç vakit vardiyada çalışan işçinin bakışındaki ustura keskinliğindeki duyguyu ve asgari ücretle geçinmenin zorluğunun öfkesini ve çaresizliğini serçelerin narinliği ve nezaketi ile dile getiriyor şair.

Bunu yaparken de resmi ‘geçit’ gibi devlet protokolü uygulamasından bir sözcüğü ‘asgari’ ücret gibi devlet zorlamasını ifade eden iki sözcüğü birleştirip “asgari geçitte" kullanarak az sözcükle çok şey anlatmanın dersini vermiş.

“Rindi Ağlar.” şirinde:

“içinde kırıldı rindin şakrak tamburu

kustu dilinden su yılanlarını, emziği” (s.43)

Rind'in birçok anlamı var. Kalender, gönül eri, diğeri. Kürtçe bilgi vb. anlamlara geliyor.

Kalender, gönül eri ağlar diye yorumladım ben. Kalenderlerin gönlü kırılmış ve neşesi bitmiş çatal dilli yalancıların zehrinden. Gönül erinin içinde şen şakrak çalan tambur kırılmış. Kusmuş su yılanlarını diliyle emziğinden.

Şair dizeyi bitirdiği tamburu ile kustu sözcüğünü kullanarak başladığı dizeyi ses, melodi uyumunu kuruyor ancak bana göre kustu sözcüğü estetik olarak oturmamış, hatta itici geldi bana göre. Keşke bu uyumu başka bir sözcük ve anlatım ile saklasaydı.

“On Ekim Kargışı.” şiirinde:

“devrilmiş sokak, ağzımda şarapneller

yakın asın suretimi devrim halayına.” (s. 45)

Burada kargış kelimesi asıl anlamı olan bedduadan sıyrılarak bir kalkışmayı, direnci ve devrimi çağrıştırdı bana. Sokak çatışmasında, belki bir devrim barikatında direnen devrimcilerin devlet güçlerince üzenlerine atılan bombalar ve patlayıcı maddeleri duyumsayan şair bunları ağzında şarapnel olarak hissediyor.

Şair orada olamasa da adeta bir ölüm vasiyeti istiyor, mutlaka yerine getirilmesini istediği. Yakın, asın suretimi, başarıya ulaşmış bir devrimi kutlayan devrimcilerin halaylarına kavuşturun beni, ben de bu sevince ortak olup kutlayayım zaferimizi, demekte.

“Kiraz Ayini" şiirinde:

“Ağzıma bıraktığın sütlü incir tadı

yüzünün uğultusunu taşır suyun.” (s. 47)

Yine musiki ve imgelerle şair lirizmi yakalıyor. Duyu organlarına, duygulara, tatlara, seslere, doğaya, insana ve doğa insan etkileşimine vurgu yaparak duygulu, çarpıcı ve coşkulu bir şiir kuruyor.

“Bozuk Ezber" şiirinde

Eğitimin ülkemizde ne kadar bozuk ve ezbere dayandığını, sistemli, bilimsel, demokratik, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir eğitimin olmamasının bedelini ülke ve toplum olarak biz ama en çok da geleceğin güvencesi çocuklarımızın ödediğini anlatmak istiyor.

“geniş teneffüs boşluğunda

hazır olda öldürüldü kalbi.” : (s. 48)

İşte burada da şair son noktayı koyuyor. Yeni genç neslin geniş bir teneffüs boşluğunda hazır olda tutularak kalbinin, geleceğinin, bilgisinin ve yeteneklerinin bozuk bir ezberci, keyfi eğitimle nasıl yok edildiğini ustaca anlatıyor.

“Katır Yükü" şiirinde

“dağılmış kafa, kol, katır yükünde

ceberut bir cumhuriyettir ölüm.” : (s. 52)

Bir devlet yönetiminin bazen ceberutlaşarak insanlarını öldürmesine isyan ediyor. Vurulan insanların parçalarını katır yüküyle geçimini sağlayanların yine katırlarla taşınmasının ironisini yapıyor şair burada.

Adı ne olursa olsun baskıcı ve insan hayatına önem ve değer vermeyen bütün devlet yönetimlerinin kötü olduğunu ve bunlardan kurtulmamız gerektiğini düşünmemizi sağlıyor.

“Kasiyer" şiirinde

“Hayallerinin ölü barkodunu

Okutuyor gün boyu, her saat": (s.62)

Yine güncel bir olay ve insanı robotlaştırıp hayallerini öldüren rutin bir işçi ve sıkıcı yaşantısını sanatsal şiir olarak anlatmış şair. Burada “her saat” fazlalık olarak kalmış dizede bence. “Hayallerin ölü barkodunu, okutuyordu gün boyu” dese yeterli olurdu, diye düşünüyorum.

“Yar Kabuğu” şiirinde:

“Camsız ev, grizu sıkıntısı yar/kabuğu

asgari hayatla koşullu tabutların yükü"(s.73)

Burada da şair; yeraltı maden işçilerinin yaşadıkları zorlukları anlatmış. Özellikle son yıllarda ülkemizde “Soma Faciası”, diye bilinen vahim olaydan yola çıkarak yazmış dizelerini.

Camı olmayan, canı emaneten taşıyan, yer kabuğu altında, yar özlemiyle asgari ücret ve nefessiz yaşayan insanlar ön planda. Bazen de grizu patlaması ile ecelsiz yanarak, su, gaz veya havasızlıktan boğularak hayatını kaybeden tabutluk yeraltı maden mahzeni mahkumları, çağdaş köleleri dert edinmiş.

“Penguen Parkı” şiirinde

“kar yağıyor penguen parkına

Amara'da öpüyoruz ölü çocukları.” (s.75)

Hemen yukarıdaki konu ve duyarlılık burada yerelden evrensele taşınmış. Bütün dünyadaki haksızlığa uğrayanların, öldürülen ve ölenlerin acısıyla hemhal olmuş, onlara bir teselli olarak ölü bedenlerine bir öpücük kondurarak onları onore etmek ve kendisinin de insanlık adına vefa borcunu ödemek istiyor sanki şair.

“Sahraya Göm" şiirinde:

“sahraya göm cesedimi ağırdır kokusu

limon bahçelerini, manolyayı küstürür sokağınıza"(s. 87)

Şair Mustafa Güçlü burada bir incelik yapıp ölünce uzak, kuru ve sıcak kumlara, sahraya gömün bedenimi, diyor. Çünkü cesedimin o ağır kokusu limon bahçelerini, manolyaları ve dahi sokağınızı küstürmesin.

Burada yine bana göre çok uygun olmayan bir sözcük olarak “ceset kokusu” var. Bunu başka kelimelerle veya başka bir imgeyle anlatsaydı şair diye düşünmeden de edemedim doğrusu.

“Beklenen” şiirinde:

“bitirildi denilen iç yerinde, longozlar

haziran rakımlı Gezi'nin meselesinde("s.91)

Şair ülkemiz için bir dönüm noktası olabilecek toplumsal protesto olayını işlemiş şiirinde. Haklı toplumsal tepki ve direnişlere duyarlılığı göstermiş. Ancak daha önceki şiirlerindeki tadı alamadım ben burada. Estetik ve uyum da tam olmamış. Dizedeki “longozlar “sözcüğü şiirin ana izleğiyle çok alakasız kalmış geldi bana.

AKDENİZ COŞKUSU

“Emzikli Geyik Beklentisi” şiirinde

“süslenir gecenin beklentisini kızıl pelerinli

düşürür ellerimi, yol boyunca Akdeniz’e” (s. 95)

İşte, geldik kitabın sonuna ve başta da vurguladığım gibi Akdeniz coşkusuyla uğurluyor bizi şair Mustafa Güçlü.

Gece süslensin kızıl peleriniyle ve yol boyunca ellerim Akdeniz’e uzansın, düşsün yollarına.

Şimdi Akdeniz’de olmak vardı dedirtiyor bize.

Daha güçlü ve güzel şiirler çıkaracak şair, ona ve şiirine güveniyorum.