Bedriye Korkankorkmaz: ‘Hümanist bir çağrıdır şiirim!’
Yetkin dergilerde şiirleri, öyküleri, kitap tanıtım yazıları, şiir üzerine yazı ve söyleşileri yayınlanan, hümanist şiirlerin şairi, denemenin ve söyleşinin biyografiyle bütünleştiği yapıtların yazarı Bedriye Korkankorkmaz ile Paslı Deniz (Artshop Yayıncılık), Ölümsüz Karanfiller (İzan Yayıncılık), Bütün Yüzler Çiçek Açar (İzan Yayıncılık) ve Sis (İzan Yayıncılık) kitaplarını konuştuk.
Cumhuriyet Kitap Eki Gamze Akdemir- Şiirinizle başlamak isterim söyleşimize. Bireysellikle bileşen içsel bir toplumsal gerçekçiliğin yansısı her bir şiiriniz. Yetkin imgesel bir halay ve epik dalgalı bir ritimde, köklü bir geleneği soğurmuş, can suyu aldığı hümanizmasıyla derdi sözü cesur, çağının tanığı sapasağlam bir şiir!
Yeni şiir kitabınız Bütün Yüzler Çiçek Açar ve bir önceki şiir kitabınız Paslı Deniz çevresinde şiir tavrınızı anlatır mısınız?
Benim şiirimde bireysellikle toplumsallığı birbirinden ayırt etmek zordur, bu ikisi iç içe geçmiştir. Çünkü benim şiirimde bireysel olanın sesi bireyselciliği değil, toplumculuğu çağırır.
Bunalımlı bir yalnızlığın, bencilliğin iç sesi yoktur benim şiirimde. Tam tersine her zaman insanı arayan, onun tarafından sevilmek, anlaşılmak isteyen bir “ben” vardır.
Toplumun yoksulluğu, acıları, savaşlar, kıyımlar o “ben”in hikâyesinin yanı başında durur. Derin bir hümanist çağrıdır benim dizelerim, insana dönüş için bir çığlıktır.
Şiiri anlaşılmaz, kapalı ve okurdan uzak tutan bir anlayışa sahip değil. Tam tersine hümanist düşünce beni okuru kucaklayan söze ve imgeye götürüyor.
- Karamsar değil şiiriniz. Bütün Yüzler Çiçek Açar’da da Paslı Deniz’de de aşk ve ölüm temaları önde olsa da uzanılan ve bırakılmayan duygu umut hep...
Çünkü yaşadığımız sürece umut var ve hep olacak. Düşünün ki kitabımın ismi “Bütün Yüzler Çiçek Açar.” Evet her şeye rağmen, bir anlık da olsa yüzümüzde beliriveren bir gülümsemedir umut. Bir arada oluşumuzun, kötüye karşı koyuşumuzun adıdır umut.
İnsan var oldukça, hep başka türlü bir hayat mümkün diyeceğiz. Ölüm var tabii ama bir yandan da her şeyi ölümsüzleştiren sanat var. Hiçbir savaşın, yangının, bombardımanın yok edemediği, bize umut veren dizeler, sayfalar var.
Bunları düşününce hangi alanda olursa olsun insanın yaratıcılığı var oldukça umudun da tükenmeyeceğini görüyoruz.
‘ÇOCUKLUK İLK YARAMIZDIR’
- Ve çocukluk... Nasıl yazdırır size?
Çocukluk ilk yaramızdır. Bizi biz yapan toprak. Bugünü aslında belki çocukluğumuza bakarak yazarız. Bana acı veren birçok imge çocukluğumdan taşınıp gelmiştir bugüne. Belki benim şiirimde hüzün ve yalnızlığın ağır basması, en çok çocukluk ülkesiyle ilgilidir.
Bingöl’de doğdum. Yedi çocuklu ailenin üçüncü çocuğuyum. Babamın çok büyük bir kitaplığı vardı. Her akşam koltuğunun altında Cumhuriyet gazetesiyle gelirdi eve. Bu geleneği ölene dek değişmedi. Çok okurdu. Kitaplığında olmayan kitap yoktu.
İlkokul üçüncü sınıfta Fuzuli’nin şiirleriyle tanıştım. Anlamamama rağmen şiir yazmaya o zaman karar verdim. Yalnızlıktan söz açıyordu ve ben de kendimi çok yalnız hissediyordum.
Fotoğraflar: ABİDİN YAĞMUR
‘SİS, KADIN GÜCÜNÜN ROMANI’
- “İnsanlığın anası: Ana Tekya’nın anısı önünde saygıyla eğilirim.” ithafınızla başladığınız yeni romanınız Sis’te arayış, anımsayış ve umutla bileşiyor.
El ele aşk ve özgürlük, insanoğlunun büyüme yolunda kadim adımlamalarından çıkarımlarıyla da okuyucuya içimizden nasıl bir sesleniş Sis?
Sis otobiyografik bir roman değil ama çocukluk ve ilk gençlik dönemlerimde yaptığım gözlemlerin epeyce payı var. Sözcüklere tutkun, kendini gerçekleştirmek, Virginia Woolf’un deyişiyle kendine ait bir oda isteyen bir kız çocuğunu yazmak istedim.
Kadınların kaderinde hep başkaları belirleyici oluyor. Ailesi, akrabaları, hatta komşuları. Düşünün, aileniz sizi okutmazsa ömrünüzü dört duvar arasında geçirebilirsiniz.
Ama Sis bütün yoksulluğuna rağmen kaderini değiştirmeyi biliyor. Emine de öyle. Kendi kaderlerini ellerine alarak, başka mağdur kadınlarla dayanışarak ayakta kalıyorlar, kendilerini gerçekleştiriyorlar.
Ayrıca Sis’in hayran olduğum yönü de, aşka âşık bir kadın olarak kendini aşka, bir erkeğe mahkûm etmemesi. Yalnız kalmayı göze alması, kendini yine sözcüklere adaması. Baba ve koca evinin kendine mezar olmasını kabul etmemesi.
Sis’in bu gücünü seviyorum ve kadının yine dört duvar ardına kıstırılmaya çalışıldığı günümüzde bunun önemli olduğuna yürekten inanıyorum.
Sis bir kadının gücünün, yaratıcılığının gün ışığına çıkmasının romanıdır. Bir kadının var olma mücadelesinde her şeyden önce kendisine inanması ve zorluklar karşısında yılmamasının romanıdır. Hayallerine sahip çıkmak isteyen öğrencilerin örnek aldığı kahramandır Sis. Sis biraz da benim hayallerimi hayata geçirmek konusundaki kararlılığımı anlatıyor. Ben de edebiyat öğretmeni olmak istiyordum ama olamadım. Şair ve yazar olarak bu dileğimi hayata geçirdim.
‘İZ BIRAKAN YAZARLAR, SOKAĞIN VE HAYATIN TADINI BİLENLERDİR’
- Dünya sanat ve edebiyatından iz bırakmış isimlere, kitabınızın ismiyle o Ölümsüz Karanfiller’e ilişkin sayısız yazı yazdınız, incelemelerde bulundunuz.
İz bırakanların ortak özellikleri nelerdir size göre? İz bırakanlar nasıl hareket etmiş, ne bedeller ödemiş ve geleceğe kalırken neleri düşlemiş ve neleri hiç beklememiştir?
İz bırakanlar aslında yazmak ve hatta yaşamak için bedel ödeyenler. Edebiyat bugünkü konforlu alanlarına sahip değildi o zaman. Ödüllerin, jürilerin, büyük transfer ücretlerinin, çoksatar listelerinin dışında bir dünya vardı.
Çoğu yazar, anlattığı “küçük” insanla aynı yoksulluğu paylaşıyordu. Yazarlar sokağın ve hayatın tadını biliyorlardı. Bu da yazını daha tutkulu ve canlı kılıyordu. Belki de hep “eski” yazarları seçmem benim de hep tutkuyu ve samimiyeti aramamamdandır.
- Yazarken, bu yazar ve sanatçılarla konuştuğunuz hayal ettiğiniz ifade ediyorsunuz. Birkaç başat örnek vererek anlatır mısınız?
Ve bu yaklaşım yazında size nasıl bir olanak sağlamıştır? Dil ve biçeminize yansıları ve/veya katkılarıyla değerlendirir misiniz?
Evet, Tarkovski’yi yazı masamın başında otururken, Turgenyev’i otobüs durağında otobüs beklerken, Flaubert’i bir bankta oturmuş denizi seyrederken hayal ediyorum.
Onlarla benim gündelik hayatımın içinde sohbet etmek okuyucuya da ulaşan bir yakınlık doğuruyor bence. Bu biçimin bana özgü olduğunu sanıyorum.
Ben, yazarı dilsizleştirip onun adına biyografi yazmaktansa ölülere ses vermeyi, onları bizim dünyamıza çekmeyi daha anlamlı buluyorum.
Denemenin ve söyleşinin biyografiyle bütünleşip ete kemiğe büründüğü yapıtlarım okuyucular tarafından anlaşıldı. Benim de beklentim buydu zaten. Felsefeyi sevdiler ve Nietzsche’nin bile yapıtlarını algılamakta zorlanmadılar.
- Yazılarınızı okudukça bende oluşan kanı; keskin sınıflar arası çizgilerin hümanizmayla sarsıldığı, gezilerle olumlu yönde başkalaşılan keşif yolculuklarına çıkılan, aşk, ölüm, savaş, yaratı, baskı, korku, savaş, yıkım gibi hiçbir duygunun ve dünyayı değiştiren olayın hayırda ve şerde sonuna kadar deneyimlendiği ve yaratıya uluslar arası değmelerle yansıdığı, değerlerle bin yaşanılan ve ölünse de ölünmeyen inanılmaz parlama anlarının gözleri kamaştırdığı, o aziz değişim ve devrim çağlarının insanı olduğunuz yönünde.
Sanırım ben 19. yüzyıl gerçekçiliğinin insanıyım. Zaten 19. Ve erken 20.yüzyıldan portreler seçmem de bunu gösteriyor olmalı.
‘FELSEFE ÖĞRETMENİM METİN ALTIOK, YOL GÖSTERENDİMDİ!’
- Metin Altıok, Bingöl Lisesi’nde felsefe öğretmeninizdi. Metin Altıok’tan başlayarak Türk yazarlarla onulmaz anılarınızı ve yazınsal alışverişinizi, sizi şiir yolunda yüreklendirenleri birkaç başat örnekle anlatırsanız neler söylersiniz?
Metin Altıok, benim koruyucu meleğim, yol gösterenimdi. Nereye gidersem gideyim gölgesini üstümden eksik etmemişti. Benim Bingöl Lisesi’nden felsefe öğretmenimdi.
Raporlu olduğu bir gün derse kaldığı yerden devam etmek için defter tutma alışkanlığı olan bir arkadaşı sordu. Sınıf hep bir ağızdan “Bedriye” dedi. Ben felsefe ve mantık defterimi öğretmenime götürdüm. Dersi işledik.
Teneffüse çıkacağımız zaman bana, “Bedriye bir dakika seninle konuşmak istiyorum” dedi. Koridorda birlikte yürüdük. Bana “Defterindeki şiiri sen mi yazdın?” diye sordu Çok mahcup olmuştum. Yüzüm kızarmıştı. “Evet” dedim.
Gözlerimin içine bakarak “Bak Bedriye şiiri bırakma e mi?” dedi. O gün öğretmenimin ne dediğini anlamamıştım. Onunla başlayan dostluğumuz Karaman’da da sürdü. Her hafta sonu Karaman’da onun evinde kalıyordum. Bana yazdığı yeni şiirlerini okuyordu. Ben de şiir karalamalarımı okuyordum.
Kendime güvenim sıfırdı. Bir gün bana dedi ki: “Bak Bedriye, bir gün bana bir şey olursa sen şiir yazmayı sürdürür müsün? Bana söz verirsen içim rahat eder; çünkü senin sözüne ne kadar sadık kalacağını biliyorum.”
Bir yıl sonra Karaman’dan ayrıldım. Önce Bingöl’e, daha sonra da Mersin’e yerleştim. Tüm bu süreç boyunca dostluğumuz sürdü. Sivas’a bende gidecektim ama izin alamadığım için gidemedim. Sivas sonrası benim evime gelecek, bende kalacaktı on gün. Yazık ki kaybettik.
FÜSUN AKATLI, VECİHİ TİMUROĞLU, METİN DEMİRTAŞ...
Beni şiirde ikinci destekleyen ve yüreklendiren sevgili Füsun Akatlı oldu. Yazdığım şiirleri beğendi ve yazmamı istedi benden. Onunla da dostluğum onu kaybedene değin sürdü. Füsun Hanım’la babamı bir hafta arayla kaybettim.
Vecihi Timuroğlu benim ilk şiir kitabım olan Yaşamak Çocuğum’la ilgili yazı yazarak beğenisini dile getirdi. Ayrıca dostluğu benim için ayrı bir değer olan Metin Demirtaş’tan da sürekli destek gördüm. Şiirlerimi beğenirdi. Dergilerde okumuşsa telefonla arayıp kutlardı.
- Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi?
Şiir ve romanla devam etmeyi düşünüyorum. Fırsat buldukça denemeyi de sahipsiz bırakmak istemiyorum. Şiir ve deneme benim göz bebeğim oldu. Üzerinde çalıştığım beşinci şiir dosyam var elimde. Yaklaşık bir yılımı alacak. Üzerinde bayağı çalıştım ama yetmez. Daha da yoğunlaşmak istiyorum.
Yaşadığım sürece elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret edeceğim. Umarım başarılı olurum. Bana ve yazdıklarıma emek ayırarak böylesine nitelikli sorular hazırladığınız için size yürekten teşekkür ederim.