Zeka dediğin lanetiyle gelir
Zekaya atfedilen önemi abartmış olabiliriz. Hayatta doğru kararlar verebilmek için zeki olmak yetmiyor, yanına ‘bilgelik’ katmak şart.
Sinem DönmezABD’li psikolog Lewis Terman 1926 yılında IQ testini bir grup zeki çocuk üzerinde kullanmaya karar veriyor. Kaliforniya’daki okullardan, IQ’su 140 ve üzerinde 1500 çocuk seçiyor. ‘Termites’ diye bahsedilen bu 1500 çocuğun yaşamı bugün bile bilimsel araştırmalara konu oluyor. Termite’ların bir kısmı beklendiği gibi para ve şöhret sahibi oluyorlar. 1959’da Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir incelemeye göre ortalama bir beyaz yakalının iki katı maaş alıyorlar. Ama tabii ki bu durum tüm Termite’lar için geçerli değil. Mütevazı bir hayat yaşayıp polis, sekreter, denizci olan çok sayıda Termite var. Bu nedenle Terman araştırmasının sonucuna ‘Zeka ve başarı pozitif korelasyon sağlamaktan çok uzaktır’ notunu düşüyor.
‘KENDİSİNDEN BEKLENENLERİ KARŞILAYAMAMA’ YÜKÜ
BBC’den David Robson’un derlediği haberin vardığı sonuca bakılırsa, kişisel hayatlarında da benzer durumları görmek mümkün. Ortalama zekaya sahip insanların alkolizm, intihar, boşanma oranlarıyla yüksek zekalılarınki arasında hiçbir fark yok. Tam tersi, yaş ilerledikçe arkadaş ilişkileri ve hayattan elde ettikleri tatmin açısından yüksek zekalı insanlarda durum giderek kötüleşiyor. Bu tabii ki ‘Her yüksek IQ’lu deha acı çeker’ demek değil. Ancak yine de bilimde merak etmenin sonu yok: Çok zeki olmanın neden uzun vadede kesin bir faydası yok?
Sahip olduğun yeteneğin farkında olmak bir prangaya dönüşebiliyor. Nitekim, 1990’larda, hâlâ yaşayan Termite’lara hayatları hakkında ne düşündükleri sorulduğunda büyük çoğunluğu ‘beklentileri karşılayamadıkları’ hissiyle yaşadıklarını söylüyor. Sadece kendilerinden umdukları değil, etraftaki insanların beklentileri de eklendiğinde ortaya çıkan bu yük, zeki çocukların hayatta karşılaştığı en büyük engel. Bu konuda en bilinen örnek 12 yaşında Oxford Üniversitesi’ne kabul edilen Sufiah Yusof’un hikâyesi. Oxford’u finallerden önce bırakıp garson olarak çalışmaya başlıyor. Daha sonra telekızlık yapıyor. Müşterilerini seks sırasında denklemleri ezberden sayarak eğlendirdiğini anlatıyor.
Madem zeka bu kadar yıkıcı bir etkiye sahip olabiliyor, daha iyi bir hayat için gereken nedir o halde? Kanada Waterloo Üniversitesi’nden Igor Grossman buna ‘bilgelik’ cevabını veriyor. Pek bilimsel bir cevapmış gibi görünmese de kelimenin anlamında bazı şeyler saklı. Kime bilge dediğinizi düşünün: “Önyargısız ve doğru yargılara varan, olgun kişiler.” Grossman gönüllülerle yaptığı bir çalışmada, insanlara sosyal ikiliklere dair sorular soruyor. Bu sorular arasında ‘Kırım Savaşı hakkında ne yapmalıyız?’ da var, Washington Post gazetesindeki yer alan Güzin Ablavari köşedeki mektuplar da… Konuşmacılar tartışırken, psikologlar da konuşmacıların muhakemelerini ve önyargıya karşı zayıflıklarını ölçüyor. Sonuçlar entelektüel tevazu sahibi olmak, yani bir konudaki bilgi birikiminin sınırını kabul etmek ya da kendi teorisine uymayan önemli detayları görmezden gelmek üzerinden değerlendiriliyor. Skorlar ne kadar iyiyse hayattan tatmin olmak, yüksek ilişki kalitesi, daha az endişe, uzun hayat ihtimali de artıyor. Tahmin edeceğiniz gibi, bilgelikle zeka arasında pozitif korelasyon çıkmıyor. Bir insanın zeki olması, bilge olması demek değil. Ama tam tersi geçerli.
BİLGELİK ÖĞRENİLEBİLİR VE GELİŞTİRİLEBİLİR
Google işe alım sürecinde sadece zekayı ya da liderlik özelliklerini değil, entelektüel tevazuyu da göz önünde bulunduracağını açıkladı. Çünkü “Entelektüel tevazu olmadan öğrenemezsiniz” diyorlar. Grossman bilgeliğin öğrenilebilir ve geliştirilebilir olduğunu söylüyor. Bazı yargılarınızı üçüncü kişilerle paylaşmanın, önyargıları azaltacağının da altını çiziyor.
Kendi olumsuz yanlarını kabul etmek bu tür zihinsel kör noktaları ortadan kaldırıyor. Hayat boyu zekanızdan medet ummuş olsanız da, bir yerde bakışınızı körelttiğini içselleştirmek mühim mesele. Sonuçta Socrates de “Bildiğim bir şey varsa, hiçbir şey bilmediğimdir” demiş.
Her şeyin bedeli var, yüksek IQ’nun da…
? Zeki insanlar dünyanın başına gelenler hakkında çok daha berrak bir vizyona sahip. İnsanlığın geldiği koşullar veya gördükleri ahmaklıklar karşısında acı çekiyorlar.
? Kanada’daki MacEwan Üniversitesi’nden Alexander Penney, yüksek IQ’ya sahip insanların gün boyu daha fazla endişe hissettiklerini söylüyor. Tuhaf olan kısmı bunların sıradan, günlük hayata dair endişeler olması. Olayları gereğinden fazla hesaplıyor, daha fazla dert ediyorlar. Kötü bir şey yaşanmışsa örneğin, bu ihtimali çoktan, birkaç kere düşünmüş oluyorlar.
? Yüksek zeka beraberinde mantık getirmiyor. Aksine, zeki insanlar genellikle saçma kararlar veriyor. Toronto Üniversitesi’nden Keith Stanovich 10 yıl süren bir mantık ve karar verme araştırması yapmış. Kendi yargısıyla çelişen sonuçlara değer vermeme eğiliminin yüksek zekalı insanlarda daha fazla geliştiğini söylüyor. Oysa karar verirken en doğru davranış, daha önceki varsayımlarınızı eşikte bırakmak. Zeki insanlar bunu yapmıyor. Zeki insanların yargılarında kör noktaları var. Genellikle kendi kötü taraflarını daha az fark ediyor, başkalarınınkini daha çok eleştiriyorlar.
? Yanlış kararların bir sebebi de yüksek zekalı insanların içgüdülerine fazla güvenmeleri. Yani sık sık ‘kumarbazın yanılgısı’na düşmeleri. Yazı tura atarken dokuz kere yazı geldiyse, onuncuda tura geleceğine inanmaya ‘kumarbazın yanılgısı’ deniyor. Tamamen rastlantısal olaylarda bir önceki deneyime bakarak karar vermeye çalışmak olarak da açıklanabilir. Borsa, loto, kumar gibi ortamlarda yüksek zekalı insanlar genelde yanılan taraf oluyor. ‘Zekiler kulübü’ olarak bilinen Mensa topluluğunda paranormal olaylara inananların sayısı hayli fazla. 140 üzeri IQ’ya sahip olanların kredi kartı limitini doldurma oranı, ortalama zekadakilerin iki katı.