Yunus Nadi Öykü Ödülü: Murat Yalçın

Yunus Nadi Öykü Ödülü'nün bu yılki sahibi "Pera Mera" adlı kitabıyla Murat Yalçın oldu. Yalçın ile hem ödül kazanan kitabını hem de yazarlık yolculuğunun duraklarını konuştuk.

Deniz Cem Erdem

'Öykü, benim köyüm'

- Pera Mera adlı öykü kitabınız Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldüu. Ne hissediyorsunuz?

- Pera Mera bende bir ödüle başvurma hevesi uyandıran ilk kitap oldu. Bu güzel hevese uydum, Yunus Nadi Ödülü’ne katıldım. Bir sabah, seçici kuruldaki değerli dostların telefonda sımsıcak, coşkulu sözlerle kutlamaları karşısında mutlu bir şaşkınlık yaşadım. Yayınevindeki çalışma arkadaşlarıma, eşime söyledim hemen. Sonra o gün öğlen yemeğinde fark ettim ki tam yirmi iki yıl önce ilk kitabım çıktığında yaşamışım böylesi bir sevinci.

- “Bu kitap yazarlık hayatımda bir dönemeç,” demiştiniz bir söyleşinizde, biraz açar mısınız, nereye, nasıl evrildi yazınız?

- Her kitabı bir aşama sayarız, öyle görmek isteriz. Ama gerçekten öyle midir, bunun kararını biz veremeyiz. Bu iddialı görünen cümleyle aslında içimdeki makamlara yaklaşabildiğimi, kendi yazınsal notalarımı çıkarabildiğime değinmiştim. Şen Saat'le başlayan, Kesik Hava ve Karga Zarif ile çeşitlenen anlatı biçimlerine yeni tatlar katabilme tasasıyla yazdım. Yazının yaşla bağlantılı olduğunu düşünürüm. Dönüp baktığımda, kırklı yaşların getirdiği bir olgunluğun izlerini görüyorum. Artık yeni acemiliklere düşebilirim.

- Geçmişte yazdığınız bazı satırları anlamamanız, hatırlamamanız bir değişimin göstergesi elbette ama sizce bu yazarlık anlamında bir değişim mi (bunu teknik anlamda da alabilirsiniz) yoksa şahsî değişimler mi söz konusu?

- 1990-2000 arasında yazdığım ilk üç kitabıma bakarak zaman zaman bu düşüncelere kapılıyorum. Bugün bana düğümlerle dolu, amacını unutmuş gelen bazı cümleler gözüme çarpıyor o sayfalarda. Giderek uzaklaştığım yaşların metinlerinin bugün bana da yer yer kapalı gelmesi ilgimi çekiyor doğrusu. Eski, toplu fotoğraflara bakan bir dostunuzun, “Dur, seni bulacağım, bu musun?” demesi gibi zihnimizin oynadığı bir oyun bu. Kendi kitaplarımız da olsa okuduğumuz, her okuyuşta başka anlamlara, yorumlara varıyoruz.

"METNİN ARKASINDA BİR ÇİLE GÖRMELİYİM"

- Pera Mera'ya dönersek... Kimi öykülerde karşımıza çıkan muzip bir bilinç akışı anlatımI var. Pera gibi kozmopolit bir bölgeyi ele alırken bilinç akışı tekniği ne sağladı size?

- İçimizde dönenip duran bulutsu metinleri kâğıtlara serme işi yazarlık. “Bilinç akışı” dediğimiz de, bu yolda bizim değil, kalemimizin/metnin bize dayattığı bir biçim. Bazen bildiğimiz usullerden, makamlardan, notalardan kopma gereği duyarız. Kitapların başına, sonuna ya da arasına böyle taksimler yakışıyor. Ayrıca, yazınsal biçimlerin kişiliklerimizle ilişkili olduğunu da düşünüyorum. Sıçrayan bir zihinle yazmaya, çağrışımların izini sürmeye yatkınım. Türkçenin önüme çıkardığı oyunlara meraklıyım. Peşinde olduğum duygunun, düşüncenin imgesini yaratmaya dönük bir merak... Şunu da unutmamalı, yazıda muziplik yapmak suda şaka yapmaya benzer, uzatmak sakıncalıdır.

- Yazmak üzerine, yazının tekniği üzerine bir hayli kafa patlattığınızı okurlarınız da anlıyordur öykülerinizi okudukça. İşin bu araştırmacı, hatta arkeolojik yanı yazmanın önüne geçiyor mu hiç?

- Yazarken sık sık aşırı merakımın kurbanı olurum. Bildiğim dille, elimdeki bilgiyle yetinmeyip araştırmalara girişirim. Yazılmakta olanı sürekli sorgular, acabaları çoğaltır, düpedüz başka okumalara, sözlüklere, ansiklopedik bilgilere savrulurum. Böyle olmasa daha mı iyi yazardım emin değilim ama daha çok yazardım herhalde. Okurun gözündeki değeri ne olursa olsun, ortaya çıkardığım metnin arkasında bir emek, bir çile görmeliyim. Hem yeni, farklı, özgün nitelikler taşımalı hem de yazınsal mirası sahiplenmeli. Başarıp başarmadığımı bilemem elbette ama başka türlü yazamadığım ortada.

- Öyküdeki Fikri Fikirdeşen karakterini bir roman kahramanına dönüştürmeye karar verdiğinizi ancak sonradan vazgeçtiğinizi söylüyorsunuz. Neydi sizi bu romanı yazmaktan vazgeçiren?

- Pera Mera'nın Pera bölümü Fikri Fikirdeşen çevresinde bir romana dönüşmek üzereydi. Romana dönüşmek derken, bir alüvyon-metin oluşuyordu. Elime geçen, önüme çıkan her materyal anlatıya hizmet etmeye başladı çünkü. Tabana kuvvet koşarken bile adımlarını saymaya çalışan biri olarak, gittikçe kabaran sayfaları dağıttım, iklimini değiştirmeden bir dizi öyküye dönüştürdüm. Sebep? Roman dili göremedim yazdıklarımda, öykü cümleleriyle yazılmış bir romanı da sindiremezdim.

- Hiç roman yazmamış değilsiniz oysa... Öykünün sizi kendine bu kadar bağlamasının sebepleri neler?

- Roman mıydı o kitap, hâlâ emin değilim. Kürk Mantolu Madonna, Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği gibi eski “uzun hikâye”ler bugün nasıl roman sayılıyorsa, ben de, Hafif Metro Günleri adlı “anlatı” kitabıma sonraki baskılarında roman diyerek üzerimdeki roman baskısından güya hınzırca kurtuldum. Geçen gün Mine Söğüt’e başımdan geçen bir olayı anlatıyordum, “öykü kişisi gibisin” dedi… Nasıl sevindim, “roman kahramanı gibisin” dese korkardım sanki. Öykü, benim köyüm.

"PERA YETİŞKİNLİĞİN, MERA ÇOCUKLUĞUN ÖYKÜLERİ"

- Bir tarafta Pera var, diğer tarafta Mera... Zamansal olarak da farklılıkların belirgin olduğu bu ikilik doğrudan sizin yaşamınızdan mı kaynaklanıyor?

- Zaman ve mekân uzaklıkları başta olmak üzere, aykırı görünenleri toparlamaya çalışırım hep. Kitabı kurarken de iki ucu bir araya getirerek bir halka oluşturma, bir bütünlük yaratma düşüncesi öne çıktı. Pera yetişkinliğin, Mera çocukluğun öyküleri. Yaşamımdaki ikiliğin, kişiliğimi oluşturan simetrinin bir yansıması diyebiliriz buna.

- Kitabın sonunda bir sözlük ve bir de ezgilik yer alıyor. Bu eklere neden ihtiyaç duydunuz?

- Kitaplaşma aşamasında başka gözlerle, özellikle editörlük mesleğinin sağladığı açılardan bakmaya başlarım yazdıklarıma. Pera Mera’ya bu aşamada dönüp bakarken öbür kitaplarımda olmayan iki özelliği dikkatimi çekti: Söz ve müzik dağarı. Önce kendi arşivim için hazırladım listeleri ama yayınevine teslim edeceğim sırada, meraklı okurun da ilgisini çekebilir diye, dosyaya ekledim. Didaktik bir amaçtan çok kitabın gövdesine özgü karakteri, barındırdığı çizgileri belirtme arzusuyla.

- Bir yandan da uzunca bir süredir Kitap-lık dergisinin editörlüğünü sürdürüyorsunuz. Edebiyatla böylrsine iç içeyken  yazmak zor geliyor mu ara sıra da olsa?

 

- 1991'de, bir yandan öyküler yazıp bir yandan Varlık dergisinde Enver Ercan’ın yanında çıraklık yaparken yazıhaneye sıkça neşe katan Tarık Dursun K. o tatlı zekâsıyla kulağıma bir küpe takmıştı: “Yayıncılık mesleğin olursa yazarlığın ne yapsan gölgede kalır.” Yani bile isteye seçtim yolumu. Yazmak benim için her zaman bir çile biçimi, dolayısıyla yayıncılıkta başka yazarlarla dertleşiyor, teselliler buluyorum belki de.

Pera Mera / Murat Yalçın / Can Yayınları / 176 s.