YÖK'te Neler Oluyor?..

cumhuriyet.com.tr

YÖK Genel Kurulu ve Yürütme Kurulu’nca alınan kararlarla, ilahiyat eğitiminde olağan dışı gelişmeler yaşanmaktadır. Çünkü, bu kararlarla ilahiyat fakültelerinde ikinci öğretim yaygınlaştırılmış, hiçbir dönemde olmadığı kadar yüksek oranda öğrenci kontenjanlarında artış yapılmış, Arapça hazırlık sınıfları kurulmuş ve ilahiyat ön lisans mezunlarına, Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışma olanağı sağlanmıştır.

 

Anayasanın 131. ve 2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 6. maddeleri uyarınca, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üyeleri üç ayrı kontenjandan seçilmektedir. Cumhurbaşkanının doğrudan seçip atadığı yedi üye, Bakanlar Kurulu ve Üniversitelerarası Kurulca seçilip Cumhurbaşkanınca atanan yedişer üye, ki toplam 21 üye, 4 yıl süre ile YÖKte görev yapmaktadır. Uluslararası bilim insanı Prof. Dr. Celal Şengörün ataması yapılmadığı için, YÖK yaklaşık bir buçuk yıldır 20 üyeyle görev yapmakta, daha da önemlisi Üniversitelerarası Kurul YÖKte bir eksik sayıyla temsil edilmektedir.

Devletin, siyasetin ve üniversitelerin temsil edildiği farklı kontenjanlardan üye seçilmesinin amacı, yükseköğretim konularına farklı mantık, bilgi birikimi, yorum tarzı ve dünya görüşüyle yaklaşacak üyelerin, daha sağlıklı, önyargısız ve tarafsız biçimde sonuca varmalarının sağlanmasıdır. Böylece, konulara yaklaşımda denge kurulması hedeflenmiştir. Ne var ki, Aralık 2007den başlayarak yapılan başkan ve üye atamaları ile bu dengenin bozulduğunu söylemek, yanıltıcı olmayacaktır. Çünkü YÖKe, son bir buçuk yıldır, siyasal iktidar yandaşıolduğu herkesçe bilinen, iktidardaki partinin milletvekili adayıolmuş ya da türbana özgürlük bildirisineimza atmış kişiler seçilip atanmıştır. Bu uygulama, YÖKü çok kısa sürede bir anayasal kurum olmaktan çıkarmış, iktidardaki siyasal partinin organı durumuna getirmiştir.

Siyasal amaçlı

Anayasanın 130. maddesinde, üniversitelerin, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, ülkenin gereksinimine uygun insan gücü yetiştirmek amacıyla kurulacağı ve kuruluşlarında yurt düzeyine dengeli yayılmasının gözetileceği belirtilmiştir. 131. maddede ise YÖKün asıl görevinin, yükseköğretimin planlanması, düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi olduğu vurgulanmıştır. Bu anayasal kurallara karşın, bir planlama ve bilimsel çalışma yapılmadan, üniversitelerin, akademisyenlerin ve ilgili çevrelerin görüşü alınmadan, hızla ve çok sayıda üniversite kurulmasına izin verilmesinin, siyasal amaç dışında gerekçesini anlamak kolay değildir. Üstelik, üniversitelerin kurulmasına izin verilirken yeterli öğretim elemanı, altyapı ve kaynak bulunup bulunmadığına bakılmaması; vakıf üniversitelerinin hemen tümünün büyük kentlerde açılmasında sakınca görülmemesi, yapılan saptamanın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Sonra da, yine bilimsel gerekçelere dayanılmadan üniversitelerin bölünmesi gündeme getirilebilmekte ve kabul görmektedir. Yerel seçim döneminde öğrenci kontenjanlarındaki olağandışı artış da not edilmesi gereken bir başka konudur.

Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasını amaçlayan anayasa değişikliğinden hemen sonra, genel kurul toplantısındaki uyarılara karşın, yasal düzenleme bile beklenilmeden, YÖK yönetimince üniversitelere gönderilen bir genelgeyle sonuca gitmeye çalışılması, bir hukuk devletinde asla kabul edilemez durum yaratmıştır. Bir başka genelge, siyasal iktidara karşı görüş sergileyen meslek odaları ile ilgili olarak üniversitelere gönderilmiştir. Genelgede, meslek odaları yönetim ve denetiminde görev alacak öğretim elemanlarının izin alması gerektiği vurgulanmıştır. Yetki dışı gönderilen bu genelgelerin, idari yargı tarafından yürürlüklerinin durdurulması ders verici niteliktedir.

‘Blok Oy’ yöntemi

Yetkisizkabul kervanına YÖK Genel Kurulu da katılmış; toplantı yeter sayısı bulunmamasına karşın bir yönetmelik değişikliğini kabul edebilmiştir. 2547 sayılı yasanın 6. maddesine göre YÖK Genel Kurulunun toplantı yetersayısı 14’tür. 11 Haziran günü yapılan toplantıda, görüşülen bir konuya tepki olarak toplantıyı terk etmemizle, Genel Kurulda 12 üye kalmasına karşın görüşmeler sürdürülüp yönetmelik değişikliği kabul edilmiştir. Önemle vurgulamak gerekir ki, artık konular Genel Kurul toplantısından önce kararlaştırılmakta, kurallar gereği gündeme alınıp blok oyyöntemiyle, esasen kabul edilmiş konulara hukuksallık kazandırılmaktadır. Uygulama o boyuta vardırılmıştır ki, Sayın Başkan Genel Kurul yetkisinde olan konularda önceden, sanki kurulca kabul edilmiş gibi basına açıklama yapabilmektedir. Çalışma Yönetmeliğine, toplantı mantığına ve genel kabul görmüş toplantı geleneğine aykırı olarak, gündem eki raporların ve diğer metinlerin önceden üyelere dağıtılmayarak, toplantı sırasında tartışmaya açılması, bir yandan konuların Genel Kurul toplantısından önce kararlaştırıldığının bir başka örneğini oluşturmakta, öte yandan da konuların yeterince olgunlaştırılamamasına neden olmaktadır.

Karşıt görüşleri sindirme

Rektör seçimleri üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Bu seçimlerde, bilimsel yeterlilik”, “deneyim”, “üniversitelerin tercihiyerine, türbana özgürlük bildirisine imza koyma”, “siyasal yandaşlık”, “ilahiyatçı özellikgibi ölçütlerin ağırlık kazanması kaygı vericidir. Amaç, üniversiteleriyandaşkurumlar durumuna getirmek, hoşgörüve görmezden gelmeyöntemiyle üniversitelerde türban yasağını kaldırmak ve karşıt görüşleri sindirmektir. Anayasal kurallara, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve AİHM kararlarına karşın, üniversitelerde türbana hoşgörü göstermek büyük hukuksal sorumluluğu da birlikte getirecektir. Karşıt görüşlerin sindirilmesi konusunda başarılı olunduğu ise, kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile bilim insanlarının suskun kalmasından anlaşılmaktadır.

Ayrıca, atanan rektörlerle oluşturulan yönetimlerin, laik Cumhuriyetçi öğretim üyelerinden öçalma ve ideolojik yandaşlarını ödüllendirme gruplarına nasıl dönüştükleri, bize ve basına ulaşan bilgilerden, ibretle izlenmektedir.

Anayasal kurumların uyum içinde çalışması bahanesiyle sergilenenteslimiyetçilik”, “baskılara boyun eğmeve talimatla çalışmahiçbir biçimde kabul edilemez ve YÖKün anayasal konumuyla bağdaştırılamaz. Bunun son örneği, Sabancı, Okan ve Işık üniversitelerinin genel kurallara aykırı uygulamalarının,yaygınlaştırmakbahanesiyle yasallaştırılmasında yaşanmıştır ve ne yazıktır ki, bu kararda Sabancı Üniversitesi yetkililerinin baskıları etkili olmuştur.

YÖKte yaşanan çok önemli iki olumsuz gelişme de, imam hatip okullarını bitirenlere tüm yükseköğretim programlarına girebilmeleri yolunun açılması ve ilahiyat fakültelerinde yaşananlardır. Her iki konuda alınan kararları Öğretim Birliği Yasası, dolayısıyla çağdaş ve laik eğitim anayasal ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır. İmam hatiplilerin önünün açılması için yükseköğretime giriş sınav sistemi değiştirilirken, meslek liseleri de perdeleme amacıyla kullanılmaktadır. Meslek lisesini bitirenler, imam hatiplilerle aynı fırsat eşitliğine sahip değildirler. Çünkü, meslek liselerinde, imam hatiplerden farklı olarak temel kültür dersleri yeterince verilmemekte ve bu liseleri bitiren çocuklarımızın, aynı sınavlarda imam hatipliler ve genel liselilerle yarışması olanaksız bulunmaktadır. Üstelik, meslek lisesini bitirenlere tüm programlara girebilme hakkının verilmesi, mesleki ortaöğretimi anlamsız kılmakta, genel lise mezunları yönünden haksızlık yaratmakta, ülkenin nitelikli mesleki insan gücü ihtiyacını karşılama yönünden kamu yararı ile bağdaşmamaktadır.

YÖK Genel Kurulu ve Yürütme Kurulunca alınan kararlarla, ilahiyat eğitiminde olağan dışı gelişmeler yaşanmaktadır. Çünkü, bu kararlarla; ilahiyat fakültelerinde ikinci öğretim yaygınlaştırılmış, hiçbir dönemde olmadığı kadar yüksek oranda öğrenci kontenjanlarında artış yapılmış, Arapça hazırlık sınıfları kurulmuş ve ilahiyat ön lisans mezunlarına, Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çalışma olanağı sağlanmıştır.

Sonuç olarak YÖKte yaşanan gelişmeler, yükseköğretimin kalitesinin düşmesine neden olmakta, çağdaş laik eğitim ilkesine uygun düşmemektedir. Bu gelişmelerden, ülke ve yükseköğretim yönünden kaygı duymamak olanaksızdır. Ne yazık ki, yapılan uyarılar da önyargılı yaklaşımlar yüzünden etkili olamamaktadır.