Yenik Solun Yorgun Vicdanı
cumhuriyet.com.trYenilgiyle baş edebilmek, hiçbirimiz için kolay değildir. Acıya verilen tepki kişiden kişiye değişir. Kimi acısını kutsayarak, kimi yok sayarak, kimisi de hayatın diğer unsurlarıyla dengelemeye çabalayarak dayanmaya uğraşır. Kaybeden, bazen tüm sorumluluğu diğerlerine yıkıp kendini mağdur hisseder; kimi kez de “Tüm hata bendeydi” tövbekârlığında teselli bulur.
Sözcüklerle, yorumlarla haşır neşir olan, toplumsal ve siyasal söylemlere aşina kişilerin, yenilginin kişisel bilinçaltlarındaki sarsıntılarından, ilk avazda etkileyici, ilk bakışta kendi içinde tutarlı görünen sözel yapılar kurabilmeleri o kadar da zor değildir.
O nedenle, kendini solda hisseden ya da etmiş, eli kalem tutan, ağzı laf yapan tüm kişilerin, ve bizleri okuyan, dinleyen ve izleyenlerin, hepimizin şu andaki tutum ve görüşlerimizde yenilginin de etkisi bulunduğunu peşinen kabul etmemizde yarar vardır.
Sol, dünya çapında yenilgiye uğradı. Bu yenilgi mutlak mıdır? Hayır. Haksızlık sürdükçe solu insanlığın aklından ve ruhundan silmek mümkün olmayacaktır. Ama, gönül vermişe, kendini adamışa, bedel ödemişe her yenilgi mutlak gelebilir, onu bir tür paniğe sürükleyebilir; ve bu panik çeşitli savrulmalara yol açabilir.
Bu yazıda ve devamında amacım, eskiden solcu olan kimi değerli aydınların günümüz Türkiyesi ve genelde dünya üzerine ileri sürdükleri gözde görüşlerden ikisini kendimce irdelemektir. Bu görüşler; 1) Devrim olgusunun insanilik ve vicdan adına mahkûm edilmesi, 2) AKP’nin köktendinci bir parti olmadığı, olamayacağı iddiasıdır.
Önce, daha somut olan AKP meselesinden başlayalım.
Görüş: AKP köktendinci bir siyasi parti olamaz; çünkü Türkiye’de yeni doğmakta olan ve Batı sermayesiyle işbirliği içindeki muhafazakâr bir burjuvazi kesimini temsil etmektedir. Sadece muhafazakâr bir partidir.
Yanıt 1: AKP’nin yeni bir zenginler sınıfıyla iç içe olduğu kanımca da doğrudur. Ancak, tezin doğruluk payı orda biter. Köktendinciliğin şahı Suudi Arabistan’la ABD’nin el ele olduğu bir dünyada, Batı sermayesiyle iç içe geçmenin köktendinciliği önleyebileceği görüşünün hiçbir geçerliliği olamaz. Denilebilir ki, orada petrol denen cevher var. Bizde de, ABD’nin bizzat savaşmak istemediği yerlerde, onun adına ölecek ve öldüreceklerin bulunması ya da ABD’nin böyle olduğunu sanması, kendi dümen suyunda giden bir hükümeti canla başla desteklemesi için yeterli sebeptir.
Avrupa sermayesi de bir güvence olamaz, zira deyim yerindeyse, Mısır’daki sağır sultanın bile duyduğu üzere, ne AB yöneticileri ne de birçok ülkenin kamuoyu Türkiye’nin üyeliğine dostça bakmaktadır ve köktendinciliğe kayan bir hükümet onlara Türkiye’yi açıkça reddedebilmek üzere aradıkları sebebi adeta sunmaktadır.
AB üyesi olamamak, AB’nin pazarı olmaktan çıkmak anlamını taşımadığına göre, AB sermayesinin birinci derdi de pazar olduğuna göre, köktendinciliğe karşı bu sermayeyi sigorta olarak görmek ham hayalden ibarettir.
Yanıt 2: AKP’nin yöneticileri laik toplumu desteklememekle birlikte, şu anda köktendinci bir duruş sergilemeyebilirler. Kişilik yapıları, köktendinciliğin talep edeceği kendini ödünsüz adamaya, hatta gereğinde feda edebilmeye yatkın değildir. Ama bu hal, parti ve hükümet icraatında köktendinci kimi eylemlerin bulunmadığı anlamına gelmez.
Eğitimdeki köktendinci eğilimler, okul kitapları incelenecek olursa, açık seçik kendini belli edecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin kararı da partinin köktendinci hareketlerin odağı haline geldiği doğrultusundadır. Bu hareketlerin sebebi, Amerikan icadı ılımlı İslam doğrultusundaki partinin, Batı sermayesiyle olduğu kadar tarikat yapılanmalarıyla da iç içe geçmesidir. Parti, kendisi için de, Türkiye için de tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Malum, koyunun da koyusu vardır. Ve çoğu kez baskın çıkan, en koyu olandır.
Olay, bununla da kalmamakta, ülkenin tüm kurumlarını açık seçik biçimde kendi doğrultusuna sokmak isteyen AKP, partiye başlangıçta ümit bağlamış iyi niyetli ve sağ duyulu kişilerin de teslim ettikleri üzere, tek parti istibdatına yönelmektedir. Bir zamanlar yandaşı oldukları devrimlerin genel iyilik uğruna uyguladığı baskıdan, şimdi, yenilgiden sonra haberdar olmuş gibi davranan ve otoriter yapıları ancak şimdi, yenilgiden sonra reddedebilen vicdanlar, AKP’nin heveslendiği baskıcılığı acaba nasıl içlerine sindirebilmektedirler?
Yanıt 3: Türk hukuk sistemi belki hiçbir zaman şeriat düzenine çevrilemeyecektir. Bu hal, ne yazık ki, nüfusun en büyük çoğunluğu için -hadi daha açık konuşalım, korunaklı zengin sitelerinin dışında kalan tüm ulus için- bir güvence oluşturamamaktadır.
Çünkü hayat fiilen dinci baskının egemenliğine girmiştir bile! AKP’ye güvenen kalemler ve konuşmacılar, herhalde son zamanlarda yayımlanan bilimsel araştırmalara itibar etmedikleri gibi, mesken tuttukları İstanbul’un zahmet edip bırakın varoşlarına, Fatih, Eyüp gibi semtlerine bile hiç uğramamışlardır.
Türkiye’de işsizlik çığ gibi büyümekte, varoş nüfusu hızla lümpenleşmektedir. Ülke sık sık daha da büyük şiddete gebe olduğunun ön belirtilerini vermektedir. Özünde köktendinci bir lümpen kalkışması olan ’93 Sıvas kıyımı bile, tövbekârlıkta teselli bulmuş yenik vicdanlara yeterli uyarıda bulunamıyorsa, bilmem ki ‘Anlamayana davul zurna az’dan başka ne söylenebilir!..