Yeni Türkiye'nin müjdesi

20 yıl arayla çekilmiş iki fotoğraf. İkisi de Cumhuriyet'in baş sayfasında çıkmış. Uğur Mumcu cinayetine tepki gösteren bir genç ve Gezi Direnişi'nde gözaltına alınan bir öğretim üyesi. İkisi aynı kişi: Osman Erden...

cumhuriyet.com.tr

Tarih 26 Ocak 1993. Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası, Uğur Mumcu cinayetine halkın gösterdiği tepkilere ayrılmış. Manşetteki fotoğraflardan birinde, genç bir erkeğin acıyla gerilmiş, ağlayan yüzü var.

Tarih 15 Temmuz 2013. Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında, bu kez, yüzü kan içinde, beyaz gömlekli bir adamın polisler tarafından götürülürkenki fotoğrafı yer alıyor. Gezi Direnişi eylemlerine katıldığı sırada darp edilerek gözaltına alınmış.
20 yıl arayla, gazetemize yansıyan bu iki fotoğrafın kahramanı, rastlantıya bakın ki aynı kişi: Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi Başkanı olan Osman Erden. Rastlantının yaratıcısı ise Erden’in toplumsal olaylara duyarlığından başka bir şey değil.

 

Vali ya da kaymakam olacaktı

- Sanat tarihi eğitimi almak bilinçli bir tercih miydi?

Aslında önce kamu yönetimi eğitimine başladım. Derdim, bir idealizmle, kaymakam ya da vali olup ülkeyi kendi fikirlerimce dönüştürmekti. Fakat okurken, son sınıfa doğru, böyle bir ortamda benim zihniyetimde birinin hiyerarşik olarak yükselemeyeceğini idrak ettim. O dönemde başlayan merakımla sanat tarihi okumaya karar verdim. 1997’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne girdim. Sonra da master ve doktoramı yapıp akademisyen olarak üniversitemde kaldım.

- Dönüştürme idealinin bugündeki yansımaları neler?

Başka kanallardan sürüyor. 21 Ocak 1997’de ÖDP’nin kuruluşu için Ankara’ya gittim karlı bir pazar sabahı. Kuruluş şenliği oldu. Fakat henüz o şenlikteyken ÖDP’ye dair çekincelerim doğdu. Döndüm ve birkaç hafta sonra CHP Beşiktaş ilçe örgütüne üye oldum.

Orada 3 sene kadar aktif olarak yer aldım. 1999 yılında CHP Meclis dışında kaldı ve Deniz Baykal istifa etti. Tarhan Erdem ve Altan Öymen başa geçti. Fakat fazla dayanamadılar. Birkaç ay sonra Deniz Baykal yeniden genel başkan olunca ben de istifa ettim. Pratik olarak siyasi hayatım bundan ibaret. Onun dışında bireysel olarak çeşitli şeyler yapmaya çalışıyorum.

 

Hep gülümsemek

- Siz de direnişe katıldınız ve gözaltına alındınız. O sırada neler hissettiniz?

Ben başından beri Gezi eylemlerine destek veriyorum. İstanbul’da olduğum zaman içinde her türlü eyleme katıldım. Fakat hiçbir şekilde şiddete başvurmadan. Belli bir tedirginlik vardı tabii. Ne yapacaklar, neler olacak... Suçum yok. Yaptığım en kötü şey slogan atmak, polisi yuhalamak. Dolayısıyla suçsuz ve haklı olduğumu bildiğim için kötü bir hisse kapılmadım, umutsuzluğa düşmedim.

Ama ben çok şanslıydım. Gözaltına alınırken, kimliğim bilinmezken yapılan muamele ile kimliğim bilindikten sonra yapılan muamele arasında çok büyük tezat var.

Haklı olmanın bilinci insanı güçlü kılıyor. Bir de eylemler zarfında, oluşan yeni muhalefet biçimiyle “apolitik” dediğimiz gençliğin aslında öyle olmadığını gördüm. Bu bana her zaman güç ve umut verdi. İnsanlar hayatlarını, uzuvlarını kaybettiler. Ama hep gülümsemek, hiçbir zaman kötümser olmamak gerekiyor. Çünkü Gezi olayları “yeni Türkiye”yi muştulayan bir süreç.

 

‘Sanat Gezi’yi izleyecek’

- Gezi’nin sanata yansıması nasıl olacak dersiniz? Üretilen eserler de var.

Bu tür olaylarla sanat tarihinde ilk defa karşılaşılmıyor. 19. yüzyılda 1830 ayaklanmaları, 48 devrimi, 71’de Paris Komünü... Sanat bunlara eşlik edebilmiş bir alan.

Gezi olaylarının şöyle bir özelliği var: Tarihsel olaylara baktığımız zaman daha önceden emarelerini görebilirsiniz. Toplumsal hareketlilikler vs. Ama Gezi olayları spontan bir biçimde, bir anda ortaya çıktı. Sanatın önüne geçti bu olaylar. Muhtemelen sanat onu takip edecek.

Alman sanatçı Joseph Beuys’un “genişletilmiş sanat kavramı” vardır. Sanatçı statü olarak diğer insanlardan yukarıda değildir, herkes sanatçıdır der. Çünkü biz doğumumuzdan ölümümüze kadar kendi hayatımızı şekillendiriyoruz; verdiğimiz kararlarla, ortaya koyduğumuz tavırlarla bir üretimde bulunuyoruz. Dolayısıyla hepimiz yaratıcıyız.

Ama illa ki geleneksel anlamda sanatı, sanatçının Gezi olaylarından nasıl etkilendiğini konuşacaksak sonbaharda İstanbul Bienali var.

 

Müthiş bir sorumluluk

Gelmek istediğim nokta buydu. Bienal şimdiden eleştirilerin hedefi. Sizin bienale ilişkin fikirleriniz neler?

Biliyorsunuz Gezi olaylarından çok daha önce kamusal alanla ilgili bir bienal yapılmasına karar verildi. Gezi eylemleri ortaya çıktığı zaman da bienale dair daha derinlikli bir soruşturma başladı. Sanat çevresindeki bazı isimler, “Bienal yapılmasın artık, Gezi Direnişi’nden daha iyi bir şey mi ortaya konacak” dediler.

Ben bunun yersiz olduğunu düşünüyorum. İstanbul Bienali yapılmalı. Fakat küratör Fulya Erdemci, şansı mı yoksa şanssızlığı mı bilmiyorum, Gezi olaylarının çıkması üzerine müthiş bir sorumluluk üstlendi. Bienal gerçekleştiği zaman Gezi’yi nasıl yorumlamış, özümsemiş mi, nasıl bir sergi ortaya çıkacak hep birlikte göreceğiz.