"Yeni Anayasa" ve Şifresi

cumhuriyet.com.tr

Hizbullah yandaşlarının, öteki ve benzer-benzemez tarikat ve cemaatlerin militanlarının, sempatizanlarının oylarıyla temsil edilecek “irade”, milli irade mi; ulusun iradesinin iradesi mi olacak ya da Erdoğan’ın sık sık yinelediği “Halk ne isterse o olur” sözünde saklı olan “halkın isteği” olarak mı nitelenecek?

Yurdumuz, derinleşen bir kaosun karanlığında. Birilerinin elinde Sevr kalemi, Türkiye’ye yeni haritalar çiziliyor. Kimilerinin elinde matkap, orasından burasından ülkenin kalbi oyuluyor. Kimilerinin elinde makas ülkeye yeni kefenler biçiliyor.

23 Nisan 1920’de temeli atılan ve 29 Ekim 1923’te çatısı tamamlanan Cumhuriyet, bugün, “cumhuriyet” olarak kan kaybediyor. Ulusal bağımsızlık Balyoz’la dövülüyor, özgürlük ve haklar, Silivri şişlerine dizilmiş, ateşte pişiriliyor. Ülke yalnız kan kaybetmiyor, kendini kaybediyor. “Balkon” konuşmasında Erdoğan’ın “Beyaz gömleğimizi giydik, öyle çıktık yola!” sloganı, keyifli alkışlarla kanatlanıyor. Bu alkışlar, Ulusal Savaş’ın en zorlu günlerinde, Zile’den Yozgat’a, Düzce’den Adapazarı’na, Kuvayı Milliye’nin varlığına kasteden şeriatçı çetelerin yenilgisinin intikamını almakla özdeş alkışları anımsatıyor. Belirtelim ki, Sevr Antlaşması imzalandığı zaman, Anadolu’da yayılan ulusal hareketin önlenmemesi durumunda, sarayın ve dolayısıyla hilafet makamının İstanbul’dan çıkarılacağı telkin edilmiş, “şeriat” yanlısı çeteler, “Kongracı”lara karşı ayaklandırılmıştı. Ertesi sabah, televizyonda, Çiçek, “Bu anayasa bizim anayasamız olacak!” diye konuşuyor, bundan önceki anayasaların kendilerinin anayasası olmadığını da ekleyerek.

Milletvekili seçmek için genel seçim mi yapılmıştı, yoksa bu “bizim” diyecekleri anayasayı meşrulaştıracak belirli bir oy oranını tutturmak için mi yapılmıştı seçim! Soru, yanıtını bulamıyor! Tasarlanan ve misyonları olarak hedefe konan “anayasa”nın önündeki “Ergenekon” gibi, “Balyoz” gibi engeller, CIA ve Pentagon patentli buldozerler tarafından “temizlenmiş”, CIA kalemşorlarının sözleriyle “bertaraf” edilmiş ve “yeni anayasa”nın “şifre cümlesini” deşifre etmekte, yeni Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek gecikmemişti.

Çiçek: “Yarın istediği cümleyi bu anayasada göremeyenlerin, bu anayasayı vatan haini ilan edeceklerini” seslendirmiş ve eklemişti: “Bizim de hain olmaya niyetimiz yok!” (Aydınlık, 23 Ocak 2012)

Yeni anayasa dedikleri anayasa ortada yok, ama anayasada yer alması, AKP yönetimine dayatılan “cümle” var.

“Yarın”, anayasada yer alması istenen cümle bugün bilinmezse, bunu kimin istediği bilinmezse, istenen “cümle”nin yer almadığı anayasayı, kimin ve niçin “vatan haini” olarak ilan edeceğini bilebilir miyiz?

Bu anayasa, yalnızca Cemil Çiçek’in ve “onların” değil, bizim, hepimizin, yani ulusun anayasası olacaksa, anayasada yer almasını istedikleri o cümlenin ne olduğunu, şimdi, hemen şimdi bilmek istiyoruz. Bu “cümle”nin anayasada yer almasını, “kim” istiyor, “kimler” istiyor, bilmek istiyoruz. Vatan hainliğiyle damgalanmamak için, salt bu nedenle anayasaya koyacağınızı söylediğiniz bir cümle mi bu, yoksa uğruna kefen giyip yola çıktığınız bir cümle mi? Bilmek istiyoruz.

Çünkü, o cümlenin yerine konacak cümlenin anayasada olduğunu biliyoruz! Bir başka deyişle o cümleyi koymak için anayasadan atacağınız cümlenin ne olduğunu biliyoruz. Evet, “vatan hainliği” değil, ama değiştirilemeyecek bir cümle olduğunu da konuşmadan çıkarıyoruz. Yeni bir anayasa yapmaktaki hedefin o cümleyi değiştirmek değil, çıkarıp atmak anlam ve amacını içinde taşıdığını da biliyoruz. Bunun, hileyle, anayasayı tağgir, tebdil demek olduğunu da biliyoruz. “Biz” olmayan “siz” biliyorsanız, “siz” olmayan “biz”de biliyoruz.

O kim, kim istiyor o “meçhul” cümleyi anayasaya koymanızı… Şu cemaat, şu tarikat, bu cemiyet olabilir. Bir örnek vermek gerekirse, seçimlerden bir süre önce tutukluluk süreleri dolduğu savıyla salınan, ertesi gün haklarında verilen mahkûmiyet kararları kesinleşen Hizbullah İlim Grubu’nun böyle bir istekte bulunduğunu yayımladıkları bildirilerden çıkarabiliriz.

Şöyle de somutlaştırabiliriz:

Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü Beykoz’daki ev ve Üsküdar’daki örgüt evinin değişik yerlerine gömülmüş bulunan 10 ceset, bu örgütün işkence yöntemlerini ve öldürme biçimlerini açıklayacak özellikteydi. İşkence edildikten sonra kafaya çivi çakmak; el ve ayakları kesmek ya da el ve ayakları balyozla kırılmak; boyunları, elleri ve ayakları bağlanıp çuvala konulup diri diri gömülmek; domuz bağıyla bağlanıp, dizler kırılıp, çukura atılıp, ölmeden üstünü betonla kaplamak, uygulanan işkence yöntemlerinden bazılarıydı ve öldürdüklerini, yemek yedikleri masanın altı dahil, evin her yerine gömmüşlerdi. Hizbullah’ın iç düşmanları yanında, dış düşmanları vardı. Dış düşmanları, Atatürkçüler, yani ulusalcılar, laik sosyal hukuk devletini savunanlardı. Hizbullah’ın ele geçirilen 100 bin sayfalık dokümanından çıkarılan bir rapora göre, 4 bini silahlı militan ve tetikçi olmak üzere yaklaşık 20 bin Hizbullahçı ülke geneline yayılmıştı. Altı bin kişi üye olmak için örgüte özgeçmişlerini göndermişti. İki bin kişi ise ölüme hazır olduklarını, intihar saldırılarında görev alabileceklerini bildirmişlerdi.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “yarın istediği bu cümleyi anayasada görmek isteyenler” arasında, Hizbullah, Hizbullah gibi diğer cemaat ve tarikatlar varsa, bunları, sade yurttaşlar olarak bilmek istiyoruz.

Bizim sorumuz şu: Hizbullah yandaşlarının, öteki ve benzer-benzemez tarikat ve cemaatlerin militanlarının, sempatizanlarının oylarıyla temsil edilecek “irade”, milli irade mi olacak, ulusun iradesinin iradesi mi olacak ya da Erdoğan’ın sık sık yinelediği “Halk ne isterse o olur” sözünde saklı olan “halkın isteği” olarak mı nitelenecek. Yani bu oylar, Atatürk’ün üstünü betonlamanın ve anayasada yer alan ve değiştirilmesi önerilemeyecek olan “laik sosyal hukuk devleti” ilkesinin yerine teokratik/şeriat düzeni koymanın “ulusun iradesi”ni belirleyen oylar olarak mı nitelenecek! Bunları bilmek istiyoruz.


Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK (Türkiye İnsan Hakları Kurumu) Başkanı