Yargı Reformu Diye Diye...
cumhuriyet.com.trYargı, bir hukuk kavramıdır, konusu uyuşmazlık çözmektir. Her toplumda uyuşmazlıklar çıkar ve bunların çözümü gerekir. Yargısız bir hukuk düzeni düşünülemez. Yargının amacı, uyuşmazlıkları en kısa sürede, en adil biçimde çözmektir. Bu konuda karşılaşılan engeller yargıda reform hareketleri ile aşılır. Çözüm budur.
Yargı reformu diye diye ömrüm geçti. Geriye dönüp baktığımda, birkaç cephede başarıları gözlemliyorum. Fakat daha ne kadar alınacak yol var. Yürüdüğüm yol asla azımsanamaz. Peki, bu yargı reformu dedikleri bir ütopya mı, bir erişilmez mi? Elbette değil. Reform Latince kökenli bir sözcüktür. “Re” ön eki tekrar anlamına gelir. Form ise şekil, biçim demektir. Bu tahlilden, reform işleminde bir şeylere yeniden biçim vermek amacı öne çıkar. Ancak bir gerçek göz ardı edilemez. Her reform bir ilerici harekettir. Reform geri götürmez, ileri götürür. Aksi olursa, o hareketin ve işlemin adı reform olmaz.
Yargı hukuk kavramıdır
Bu noktada bir temel soru sorulmalıdır: Başka ülkelerde yargı reformu ihtiyaç duyulan ve gerçekleştirilen bir hareket midir? Elbette. Bunun nedeni açıktır. Yargı, bir hukuk kavramıdır, konusu uyuşmazlık çözmektir. Her toplumda uyuşmazlıklar çıkar ve bunların çözümü gerekir. Yargısız bir hukuk düzeni düşünülemez. Yargının amacı, uyuşmazlıkları en kısa sürede, en adil biçimde çözmektir. Bu konuda karşılaşılan engeller yargıda reform hareketleri ile aşılır. Çözüm budur. Bu nedenle yargı reformu evrenseldir; her ülkenin ihtiyaç duyduğu bir husustur. Bunun temeli de bellidir: Toplumun dinamiği elbette o toplumun hukuk düzenini etkiler. Bu etkileme yeni arayışlara iter. Bu bağlamda yargı da reformlara ihtiyaç duyar.
Çizdiğim bu resim bir temel hedefi gösterir: Esenlik içinde yaşamak, uyuşmazlıkları en aza indirmek, çıkan uyuşmazlıkları en adil biçimde çözmek için, yargıyı ve yargının hukukunu diri tutmak gerekir. Bu noktada bazı gerçeklerin altı çizilmelidir: Yargıyı bu hizmeti görenlere bırakmak kaçınılmazdır. Dışarıdan her müdahale yargıya zarar verir. Adalet terazisi eğilir; terazi eğilirse, doğru tartmaz. Öte yandan, siyasal iktidarlar ve politikacılar yargının gücüne egemen olmak isterler. Bu eşyanın tabiatından kaynaklanır, çünkü siyasal iktidarlar ve politikacılar da yargıya hesap vermek durumunda kalabilirler.
Bağımsız olmalı
Bu kısa yazıda soyuttan somuta gelirsek, satır başları nelerdir?
Yargı erkinin içinde üç temel meslek grubu var. Bunlar, yargıçlar, savcılar ve avukatlardır. Yargıç bağımsız olmak zorundadır. Bağımsızlık, toplumda hiç kimseden, hiçbir güçten emir almamak demektir. Bu konuda sıkıntılar var. İlk sıkıntı, HSYK’nin oluşumundadır. 12 Eylül’ün anayasal kurum haline getirdiği HSYK Yüksek Adalet Kurumu içinde yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkemizde savcıların unvanı Cumhuriyetin savcısı olmaktır. Bu başka hiçbir ülkede yoktur. Savcılar güvence içinde çalışmalıdırlar; rehberleri yalnızca hukuk ve yasalar olmalıdır. Avukatlar savunma hizmetini en iyi biçimde görmek için hukuki güvencelerle donatılmış bir ortamda çalışmalıdırlar. Bütün bunlar anayasadan başlayarak yasalarda yapılacak olan reformlarla başarılabilir.
Bugüne kadar ülkemizde yargı reformu alanında ulaşılan noktalar nelerdir?
İlk önemli başarı, 1992 reformudur. Savunmanın güçlendirilmesi ve “adliyeyle işi” olanlara avukat sağlanması bir ileri adımdır. Sonra, AB’ye giriş sürecinde ceza yasalarının “yeniden” yapılması süreci yaşandı. Belirtmek gerekir ki, bu işler aceleye getirildi. Sanıldı ki, bu yasaları hemen yaparsak, AB’nin kapıları açılacak. Bu bir ham hayaldi. Öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Yasalar arasındaki köprülerin kurulmasının yarattığı sancılar da cabası.
Bir başka pencere: Batı’nın “bastırması” ile DGM’ler kaldırıldı, onların yerine özel yetkili ağır ceza mahkemeleri (ÖAC) kuruldu. Bu bağlamda ilkin 5190 sayılı yasa çıkarıldı, bu mahkemeler orada yerlerini aldılar. Sonra CMK yapılınca, bu mahkemeler bu yasanın kapsamına alındı.
Bu mahkemelerin gerek kuruluşunda, gerek donatıldıkları yargı yetkisinde, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere, savunma hakkı açısından anayasaya aykırılıklar vardır. O kadar ki, bu mahkemelerde görev yapan yargıçlar ve nezdindeki savcılar, ülkenin öteki yargıç ve savcılarına oranla üstün sayılmışlardır. Türk adalet sistemi için ÖAC’lere gerek yoktur. Sistem içinde yer alan ağır ceza mahkemeleri de bu mahkemelerin görevini dört dörtlük yapabilirler. Bundan en küçük kuşku duymamak gerekir. Bu hafta, bu konuda açtığım yolu izleyip benimle buluşanları elbette kutluyorum.
İşte yargı reformunun birkaç satır başı:
Anayasanın yargıya ilişkin maddeleri temelden ele alınmalıdır. HSYK kaldırılmalı, Yüksek Adalet Kurumu kurulmalıdır. Anayasanın 144. maddesinden aldığı güçle Adalet Bakanlığı bünyesinde görev yapan müfettişlik kurumu, anayasanın bugünkü haline de aykırıdır. Anayasanın 145. maddesi yeniden yazılmadıkça, askerlerin ve sivillerin yargı yerlerinin belirlenmesi kargaşası ortadan kaldırılamaz.
Gerek yeni TCK gerek CMK en kısa sürede ele alınmalı, aksayan noktalar düzeltilmelidir. Özellikle CMK’de yer verilen, CMUK döneminde hiçbir sorun yaratmayan kavramların ortadan kaldırılmasındaki hatalardan dönülmelidir.
Adli kolluk kurulmalı
Adliyenin yükünü hafifletmek için çıkarılan Kabahatler Kanunu amaca ulaştırmaktan uzaktır. Ağır ceza mahkemelerini kabahatlerle “güreştiren” bir sistemi kim savunabilir ki?
Türkiye bir gerçeği kabul ederse, yargı reformunda önemli bir adım atar: Adli kolluk kurulmalıdır; ülkemizde adli kolluk yoktur. Bu konuda Adalet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı “bir noktada” buluşmak zorundadır. Bu buluşma yargı reformunda bir satır başı olur.
CMK’de yapılan değişikliklerle, “müdafisiz sanık olmaz” ilkesinden atılan geri adımlar, üzülerek söylüyorum, paranın özgürlüğe tercih edilmesidir. Bu alanda görev yapan avukatlara para vermemek için getirilen sınırlamaların savunulacak yanı yoktur.
Son sözüm şudur: Yargı reformunda daha ne çok anlatacak “şey” var, ama maalesef yer yok.