Yargı Bağımsızlığı...
cumhuriyet.com.tr
“Yüksek Hâkimler Kurulu”nun “lağv’ının” önlenememesinde en büyük tarihi vebal -şu veya bu neden ve bazı ikbal hesaplarıyla- “suskunluk” yolunu diğer bir deyişle “bana dokunmayan yılan varsın bin yıl yaşasın!..” bencilliği içinde, hiçbir girişimde bulunmayan, o zamanki Yargıtay temsilcileri ile aynı suskunluk içerisine giren yargı ile ilgili diğer kurum ve kuruluşların, kendi kabukları içerisine çekilip susmalarıdır.
Bilindiği üzere, bizim anayasamız “kuvvetler ayrılığı” ilkesini benimsemiş ve bu ilke gereği olarak “yürütme-yasama ve yargı” erki tamamen birbirinden bağımsızdırlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz (Anayasa m.138/f.2).
1950-1960 yılları arasında, o dönemin “ana muhalefet partisi”, memleketimizde “yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı” olmadığını ileri sürerek bu ilkelerin bir an önce yasalaşması için -parlamento içinde- pek çok uğraşı vermiş fakat o günlerin parlamento aritmetik şartları içerisinde bu arzusunu bir türlü gerçekleştirememişti. Nihayet “hâkim teminatı”, 1960 ihtilalini müteakip kurulan “Temsilciler Meclisi”nin hazırladığı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”nın 143 ve 144’üncü maddelerinin hükümleri ile kurulan “Yüksek Hâkimler Kurulu” sayesinde gerçekleşmişti.
Hatırlanacağı üzere 1961 Anayasası’nın söz konusu maddeleri hükümlerine göre kurulan “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun tüm üyeleri hâkimlerden oluştuğu gibi, kurul başkanı da yine kendi içinden üye tam sayısının -tamamı 17 kişiydi- salt çoğunluğu ile seçilirdi. Daha açık bir deyişle, o zamanki “Yüksek Hâkimler Kurulu” içerisinde politika ile uzaktan ve yakından ilgisi olan tek bir kişi yoktu. Bu “kurul” sayesinde hâkimler, kendi kendilerini idare ediyorlar ve herhangi bir siyasi kadronun etkisinden tamamen uzak bir şekilde ve “tam bağımsız olarak” Türk milleti adına hâkimlik görevlerini sürdürüyorlardı.
Çok uzun ve o nispette de çok çetin bir uğraşı sonunda 1961 Anayasası’yla elde edilmiş olan “hâkim teminatı”, yirmi yıla yaklaşan bir dönemden sonra, 14 Mayıs 1981 tarihinde yürürlüğe konulan 1261 ve 1262 sayılı kanunlarla “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun “lağv’ı-ortadan kaldırılması” yoluna gidildi. Güya bu güzelim teşkilat yerine kaim olmak ve aynı görevleri yapmak üzere -siyasi bir partiye mensup olan- Adalet Bakanı’nın başkanlığında ve o bakanın emrinde olan bakanlık müsteşarının da içerisinde bulunduğu “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun çalışmaya başlaması ile birlikte, Türkiye’de hâkim teminatı ve daha geniş bir deyişle “yargı bağımsızlığı” fiilen ve hukuken tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Tarihi vebal ve suskunluk
Bizim kişisel kanımızca, “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun “lağv’ının” önlenememesinde en büyük tarihi vebal -şu veya bu neden ve bazı ikbal hesaplarıyla- “suskunluk” yolunu diğer bir deyişle “bana dokunmayan yılan varsın bin yıl yaşasın!..” bencilliği içinde, hiçbir girişimde bulunmayan, o zamanki Yargıtay temsilcileri ile aynı suskunluk içerisine giren yargı ile ilgili diğer kurum ve kuruluşların, kendi kabukları içerisine çekilip susmalarıdır.
Türkiye’de yargı bağımsızlığını sona erdiren kişi, 1980 yılında Yargıtay Birinci Başkanlığı’ndan yaş haddi nedeniyle emekliye ayrılan ve ihtilal lideri Kenan Evren’in Trabzon’da tümen komutanı bulunduğu yıllarda aynı yer adliyesinde ağır ceza mahkemesi başkanı olan bir Yargıtay üyesinin tavsiyesiyle Adalet Bakanlığı’na getirilen merhum Cevdet Menteş’tir. Adı geçen bakan, Yargıtay Birinci Başkanı olduğu yıllarda 6 Eylül “yargı yılı açış konuşmaları”nda yargı bağımsızlığı ile ilgili olumlu konuşmalarını tümden unutup bir kenara iterek ve o günlerin askeri şartlarını istismar ederek o bağımsız “Yüksek Hâkimler kurulu”nu -çok gizlice- lağv ettirerek Türkiye’de yargı bağımsızlığını sona erdiren tek kişidir.
O günlerde, “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun lağv ettirileceği gizli söylentileri üzerine, bu satırların yazarı, bir nevi “muhtıra” yazısı ile o zamanki Yargıtay Birinci Başkanı’na -halen hayatta- giderek, söylenti halindeki lağv’ın Yargıtay olarak önlenmesi için bazı girişimlerde bulunulması gerektiğini ileri sürerek birinci başkandan, “Yargıtay Başkanlar Kurulu”nu toplantıya çağırmasını ve bu konunun orada görüşülmesi icap ettiğini belirtti. Ertesi gün, “Yargıtay Genel Kurulu Toplantı Salonu”nda bütün daire başkanlarının katılımı ile “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun lağv’ı söylentileri ile ilgili bir toplantı yaptık.
O toplantıda, bu satırların yazarının da içerisinde bulunduğu üçü hukuk dairesi, ikisi de ceza dairesi başkanlarından oluşan beş kişilik bir komisyon oluşturuldu.
Bu komisyonun ikinci toplantısında, iki ceza dairesi başkanı ile bir hukuk dairesi başkanı, askeri yönetimin ne yapacağının hiç belli olamayacağını ve bizlerin, muhtemelen “Mamak Askeri Cezaevi”ne konulabileceğimizi ve hatta bizim bu girişimimiz nedeniyle Yargıtay’ın tüm lağv’ının da mümkün bulunduğunu ve vaktiyle Yargıtay’da bu tür bir toplantı bahane edilerek Başbakan Adnan Menderes’in, o zamanki Yargıtay Birinci Başkanı Bedri Köker ile on Yargıtay üyesini emekliye sevk ettiğini “örnek” göstererek bu işin peşinde koşulmasının çok mahzurlu olduğunu, bu nedenle de son yılların moda tabiri ile meselenin “buz dolabına” kaldırılması gerektiğini savundular.
Bu görüşe ben ve merhum Mustafa Çemberci muhalif kaldık; biz ikimiz, alt kademe hâkimlerinin bizlerden girişim beklediklerini ve askeri yönetim velevki bizi “Mamak Askeri Cezaevi”ne hapsetse bile oraya,“hırsızlık veya yüz kızartıcı diğer bir suçtan” değil, sırf mesleki sorumluluk duygusu nedeniyle sevk edilmiş olacağımızı ve bunun da bizim yönümüzden bir “şeref-onur” sayılacağını söylesek de toplantı üçe iki çoğunlukla sonuçsuz kaldı. Bu durumu “Yargıtay Başkanlar Kurulu’na” intikal ettirdik ve orada çok tartışmalı konuşmalar oldu.
Elbette Adalet Bakanı Cevdet Menteş Yargıtay’daki hemşerileri ve “sırdaşları” aracılığı ile bütün bu olup bitenleri adım adım takip ediyor ve bu girişimleri sonuçsuz bırakmak için her türlü yola başvuruyordu.
Çünkü o, icra müdürleri ile sadece savcıların “adalet bakanı” olarak kalmayı, kendisi yönünden küçümsüyor ve Adalet Bakanlığı’nın, 1960 yılından önceki geniş kadrolu bir bakanlık olmasını istiyordu. “Yüksek Hâkimler Kurulu”nun lağv’ının altında yatan gerçek sebep bu idi. Şayet bir gün eski “Hâkimler Kurulu” yeniden ihya edilirse işte o zaman ancak Yargı bağımsızlığına kavuşur.(İsmail DOĞANAY Yargıtay E. Daire Başkanı)