Vişne bahçesinde

Çehov'un oyunlarını ve elbetteki Vişne Bahçesi'ni tekrar okuduğum günlerdir bunlar. Oyunlar oynanmak için yazılmazlar sadece.

cumhuriyet.com.tr

Öyle oyunlar vardır ki, okunduğunda da insanda sahnedekine yakın bir etki yaratacak kadar yüce bir evrensel dile sahiptir. Vişne Bahçesi’ni okurken yaşadığımız çağın ve gerçeklerin, içinde bulunduğumuz, içinde büyümekte zorlandığımız, büyümekten anladığımız şeyin gittikçe törpülenmek ve yitmeye zorlanmak olduğunu algıladığımız kavramlarla ve  evrensel gerçekler açısından ne denli örtüşen simgelerle oyunun donatıldığını bir kez daha alt metinler olarak elimde tuttuğumu gördüm.

Birilerinin Vişne Bahçesi’ne dönüşen hayatlarından yola çıkıp, bir sürü şeyi gözden geçirme şansım oldu tekrar...

Çehov oyunları Rusya’nın 1800’lü yıllarının sonuna denk gelen yıllarını işleyen, toplumsal çarpıklıkların ve eşitsizliklerin izlendiği bir dönemi kapsıyordu. Çehov oyunlarında, insanın varlık nedenini, aydın yozlaşmasını, emeğin ve çalışmanın erdemini anımsatacak çok önemli durumlar ve sözler çıkarır karşımıza. Yazar, kendi toplumunun herhangi bir dönemini ele alırken, evrensel kalemiyle,  başka bir toplumun çok daha farklı bir dönemine denk düşecek kadar ileri görüşlü bir cümleyi de söyleyivermektedir.

Bu oyunları okurken, insanın kendi değerlerine ve toplumuna dair düşünmemesi mümkün müdür ki? Elbette değildir. Tiyatro bu nedenle bir eylemdir, dramatik metinler bu nedenle sadece okunuyorlarken bile bir eylemi kişinin önce içinde hareket geçirebilecek kadar kuvvetlidir.

Bir Vişne Bahçesi’nde yürüyorken kendinizi hayal edebiliyorsanız, o Vişne Bahçesi’nden bir tane bile vişne yiyemeyecek duruma gelmiş olduğunuzu, hatta o vişneyi yetiştirenlerden biri olmanıza rağmen bunu yapamadığınızı da aklınıza getirmiş olmalısınız. Vişne Bahçesi’nde yürümenin hayali, çatışmaların ve dengesizliklerin yoğun olarak yaşandığı toplumlarda ne yazık ki, romantik veya fantastik bir hikayeye dönüşememektedir. Çehov gibi yazarlar, toplumsal özeleştiriyi net biçimde ama sanat yoluyla yapabilen dahilerdir.

Öyle ki, çalışmanın ve aylaklıktan uzak umutlu günlerin özlemini dile getiren replikler Çehov’un her defasında adeta zıpkın gibi etimize saplanan acıtıcı anımsatmalarıyla özdeşlik kurmamızı sağlar. Değişim düşüncesine sahip olabilmek, bir değişim isteğini ve son toplamda değişimin kendisini doğuracak fikirsel tomurcukların oluşumuna zemin hazırlayacak, onlara sağlıklı bir toprak vaad edebilecek bir altyapı hazırlamakla başlayabilir.

Rusya’da Çehov’un etkisi, Çehov’un Türkiye’deki bir birey olarak bize olan etkisiyle durum ve koşulların içerdiği farklara rağmen yakın şiddettedir. İnsanlar, farklı coğrafyalarda ve farklı tarihlerde yaşamış olsa da geçtiği ve geçeceği süreçler benzer dertleri ifade eder. Evet, bu yazının başlığını koyarken defalarca okuduğum Çehov oyunlarını büyük bir istekle  tekrar okumak istediğimi düşünerek koymuş bulunuyorum.

Taşra feodalizmi, aydın çürümüşlüğü, adaletsizlik, vicdani çöküntü, insanların birbirlerine olan saygısızlığı, erdemsizlik gibi kavramlar etrafında sık ve mükemmeliyetle dokunmuş metinleri, insanı sarsmayı da uyandırmayı da hep başarabilecek kadar ‘fedakar’ bir dile sahiptir.  Vişne Bahçesin’nin bir repliğinde Trofimov şöyle der “Bir düşün Anya, sizin dedeniz, dedenizin dedesi, tüm atalarınız köle sahibi derebeylerdi.  Şimdi soruyorum size, bahçenizdeki her vişneden, her yapraktan, her ağaç gövdesinden size insan varlıklarının baktığını hissetmiyor musunuz; seslerini işitmiyor musunuz onların? Sizlerin tümünü, bugün yaşamakta olanlarınızı ve daha önce yaşamış olan atalarınızı, canlı insanların mülkiyetine sahip olmak çarpıklaştırdı... Ve böylece anneniz, siz ve dayınız, başkalarının hesabına, borç karşılığında, kapınızın eşiğinden bile içeri sokmadığınız başka insanların sırtından yaşadığınızın bile farkında değilsiniz”

Şimdi bu ve benzeri replikleri okuduğumda, bazı oyunların sadece oynanmak için değil zaman zaman da okunmak için yazılmış olabileceğini anımsıyorum. 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü yaklaşmakta...

Gündelik yaşantımız içinde birbirimize oynadığımız küçük oyunları, çocukluk kurgularımızı, minik gösterilerimizi, kendimizden başkası olmaya zorladığımız an’larımızı, ilişkilerimizin sürüp gittiği her durumun yanıbaşında büyüyen abartılmışlıklarımızı dolayısıyla hayatımızın her satırında yaşayan oyun kurma eğilimimizi bir izleyici olarak yetkinleştirerek tiyatro izlemeyi sıklaştıracağımız bir döneme giriyoruz. Hatta belki bir yakınımıza bir Çehov oyun kitabı ya da sayısız oyun kitabından seçtiğimiz bir tanesini alıp armağan edeceğiz.

Bir oyun kurmanın mantığını daha iyi anlayabilmenin, oyunun edilgen parçası olmayı reddetmeye giden bir yol olduğunu hatırlayacağız. Tiyatro, Dünya Tiyatrolar Günü dolayısıyla bir kez daha kutlanacak. Musahipzade Celal, Shakespeare, Çehov, Haldun Taner, İbsen ve çok sayıda yazarın ışık olduğu çağdaş yazarların oyunları tekrar tekrar sahneleniyor olacak. Ezilenler ve ezenler, uyuyanlar ve uyutanlar, çalışanlar ve çalıştıranlar, sevenler ve terk edenler,  acı çekenler ve çektirenler, eşitsizliklerle boğuşanlar, dünyanın binbirtürlü adaletsizliği ve yaşanılası taraflarının çatışmalarla birlikte sunulduğu insanlık durumlarımızı tiyatro varolduğu için görebileceğiz.

Vişne Bahçeleri’nin gerçek sahipleri  olmadığımızı, bir Martı kadar çaresiz olmadığımızı, karmaşık görünen her şeyin bir o kadar basit olduğunu hissedeceğiz. Karmaşık gibi görünen her durum, kendi basit çözümünü hür bir iradenin; kendisini özgürleştirme gücünü keşfediş serüveniyle tamamlamak zorundadır..