Vedat Günyol 100 Yaşında

cumhuriyet.com.tr

Zamanın sınırladığı şekliyle yaşamış olsaydı insan, bugün ne Vedat Günyol’dan ne de kendi çağlarını aşarak günümüze gelen ve her biri insanlığın ortak evrensel bir ‘değer’i olan bu insanlardan söz edecektik. Her şeyin çok çabuk değişip, çok çabuk tüketildiği günümüzde, çağımızda hele...



Hazırladığım kitabımın ilk adı “100’e 5 Kala”ydı. Bu adı Oktay Akbal’dan ödünç almıştım. Yazısının başlığı da “100’e Beş Var!”dı.

Ben kendisinden izin isteyip küçük bir değişiklikle “100’e 5 Kala” yaptım.

Neden “100’e 5 Kala”?

Çünkü Vedat Günyol adının, 20. yüzyılın başından sonuna geçmiş bir ömür, hayata ömür katıp hayatı çoğaltarak yaşamış olmasının tarihsel bir anlamı olmalıydı. Diğer bir deyişle “Yüzyılın diğer adı”ydı Günyol!

Neden mi?

Bu sorunun yanıtını önce İlhan Selçuk’tan alalım:

“Güneş doğdu doğacak, kimse uyanmadan kalkayım, avluya çıkıp soluk alayım, derken kapıyı açınca Günyol’u gördüm.

İsa’dan önce iki bin yılına doğru Ege’nin Anadolu yakasında yaşamış bir bilge... Geniş alnı, ak saçlarıyla sessiz, durgun; dengeli. Geceden kalmış mangalın soğumuş külleri altında sıcaklığını koruyan iki köz gibi iki gözü…

Sağ elinde süpürge..

Sol elinde faraş..

Günyol nöbetçi.

Ortalığı süpürüyor, geceden kalma sigara tablalarını temizliyor, ortalığa çekidüzen veriyor...

Vedat Günyol’un bir mapushane seherine çizilen izdüşümü belleğime kazındı. Sokrates miydi? Homeros muydu? Belki de Babeuf’tü ya da Voltaire’di; hayır, Pir Sultan, Karacaoğlan veya Yunus da olabilirdi bir elinde süpürge öteki elinde faraş tutan adam. Bastille zindanı mıydı, Bektaşi tekkesi miydi burası? Bir manastırın avlusu mu? Yoksa bir askeri tutukevi mi?..”

İlhan Selçuk’tan alıntıladığım bu yazı, otuz yedi yıl önce yazılmış. Ama yaşıyor ve belleklere öylesine bir görüntü kazıyor ki, değil otuz yedi yıl, otuz yedi yüzyıl geçse de o görüntü, aynı canlılığını koruyor olacak.

Bilimsel düşünce

“Kendimi bildim bileli iki zıt düşüncenin çatışması arasında buldum. Birincisi, adliye müsteşarı dedem Ahmet Şükrü Efendi’nin bağlanıp inandığı dinsel düşünce; ikincisi, 1900 yılında Jön Türklere katılmak için Paris’e kaçan babam Ali Fikri Bey’in gönül koyduğu ‘bilimsel düşünce’. Ben babamın etkisiyle daha çok ‘bilimsel düşünceye’ gönül bağladım. Ve 88 (Bu sözler 1999 yılında söylenmişti. Ses kaydı bende) yıldır bu yola baş koymuş biri olarak bilimsel düşüncenin aydınlığını insanlara taşımaya çalıştım. Dinsel karanlığın, onulmaz bağnazlığın deli gömleğini halka giydirmeye çalışanlara inat...”

Anlaşılacağı gibi Vedat Günyol adı yalnız bizimle sınırlı değil, Atatürk’le başlayan 1923 Aydınlanma Devrimi’nin, Timuroğlu’nun demesiyle “Yazınımızdaki toplumsalcı hümanizmanın” ve ekinimizin, daha da önemlisi eğitim-öğretim yaşamımızın, onunla gelişen insancı düşüncenin çok önemli bir dönemecidir, buluşma ve ayrışma noktasıdır.

Ölmeyecek değerler

Vedat Günyol’u değerlendirirken tüm bu saydığımız süreçlerin göz ardı edilmesi, bu sürece tüm yaşamınca eklediklerini, bu sürecin onun varlığına kattığını hiçe saymak demektir. Vedat Günyol adı yaşadıkları ve yaptıklarıyla yalnız kendi dönemi içinde kalacak, donacak şeyler olmadığı da çok rahatlıkla bilinebilecek ve herkesçe benimsenebilecek değerlerden oluşmakta. O zamanla sınırlandırılacak bir yaşamın adı olmaktan çok, insanlığın ve elbette dünyamızda yaşanan olayların yakın tanığı olması nedeniyle de, dünden bugüne, bugünden yarınlara kurulan bir köprüdür... Deyim yerindeyse bu yaşamı dolduran her olay, tarihselliğini kendi içinde barındıran bir “diyalektik bütünlük” göstermektedir, kendilerinden sonrakilere yeni ortam, yeni koşullar hazırlamış olarak. Ancak bu bütünlükle baktığımızda Vedat Günyol’u, yaşadığı dönemi, dönemin olaylarını, 1923 Aydınlanma Devrimi’ni, Cumhuriyeti, hümanizmayı, hepsinden önemlisi bütün bunları kazandıran Mustafa Kemal Atatürk’ü daha iyi anlarız. “Olup bitenlere” gerçek anlamları ile bakarak, bunları kendi tarihsellikleri içinde değerlendirip günümüzle ilgili çıkarımlar yapabildiğimizde asıl öze ulaşmış oluruz.

“100’e 5 Kala”, bir ömrün tanığı olmak ve bütün zamanların insanı olarak yaşadığını bilmek...

Ölümsüzlüğe giden yolun başlangıcı bu olsa gerek:

Bütün zamanların ışığı olmak...

Bir yanıyla bu:

Sokrates’in, Homeros’un, Babeuf’ün, Voltaire’in, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın ve Yunus Emre’nin çağdaşı olarak yaşamaktır. Öbür yanıyla bu:

Yaşamın ve kültürün öğretmeni Vedat Günyol ile aynı çağda ve dönemde karşılaşıp ve yaşamış olmak, ne değin onur vericiyse de, asıl olanın, bize sunulan bu onuru, Günyol’un ışıklı yaşamına gölge düşürmeden yaşayabilmek. Alçakgönüllülüğü üretkenlikle, ustalığı hoşgörüyle buluşturup cesaret ve kararlılıkla devrimin yolunu izlemek. Her iki anlamda da insanın güzellikleriyle karşı karşıya bırakır bizleri; çağların içinden günümüze, bugünden yarına ışıyan değerlerle baş başa, yan yana, omuz omuza getirir bizi...

İster istemez şu soru takılıyor aklıma:

Yukarda saydığımız adların hangi zamanda yaşamış olmaları mı daha önemli, yoksa, insanı sınırlayan zamanları aşarak günümüze gelmiş olmaları mıdır önemli olan?

Zamanın sınırlayamadığı

Sorunun yanıtı herkesin kendinde saklı aslında. Ama şu var: Zamanın sınırladığı şekliyle yaşamış olsaydı insan, bugün ne Vedat Günyol’dan ne de kendi çağlarını aşarak günümüze gelen ve her biri insanlığın ortak evrensel bir ‘değer’i olan bu insanlardan söz edecektik. Her şeyin çok çabuk değişip, çok çabuk tüketildiği günümüzde, çağımızda hele...

“Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz” dememiş miydi Herakleitos?

Ölümsüzlüğe giden bir başka yolcunun, gitmeden önce söyledikleri önemli. Anımsayalım istedim. Fransız yazın ustası varoluşçu J. P. Sartre da bu anı düşünmüş ki demek, gitmeden önce bize şunu söylemiş:

“Bir insan, onu tanıyan son insan öldüğünde ölür.”

Bu söz, ölümün, aynı zamanda bir ölümsüzlük olduğuna bir çağrıdır bana. Ölümsüzlüğü yaptıklarıyla belgelemiş ve çoktan hak etmiş bir Vedat Günyol ile karşı karşıyayız...