Uyutan ve Uyandıran Yayınlar...
cumhuriyet.com.trLiberal ekonominin ve refah toplumunun tüketici üyeleri olarak, bedelsiz sunulan yayın giderlerini karşılayan üreticilere ve hizmet sektörüne peşin ödüyoruz. Yakındığımız düzeni, biz yaratmadık ama biz yaşatıyoruz.
Akşam yemeğinde günün haberlerini izledikten sonra koltuğumuza yerleşip yüzlerce kanalın birinden ötekine zıplama (zapping) yaparak beğeneceğimiz bir yayını aramaya başlarız. Spor ve dizi bağımlıları önceden kararlıdır, aramazlar. Biraz günün yorgunluğu, biraz yemeğin sindirilmesi, ekran karşısında, elde kumanda, göz kapakları ağırlaşır, içimiz geçer ve uyuya kalırız. En çok 15-20 dakika. Sunucunun “kısa bir reklam arası, azz sonra” uyarısını duymayız bile. Ekranda patlayan ses bombası ile reklamlar başlar. İlk tepkimiz, 40’tan 80’e fırlayan ses şiddetini kısıp medya mahallesinde kanal turuna çıkmak olur. Hangi kanala sıçrasak kurtuluş yok; ürünler ve hizmetler farklı ama standart reklam bandı değişmez. Aradığımızı bulmadan uyku yeniden bastırır ve ses bombaları patlamaya devam eder, eşlerden biri ertesi günkü kalkma saatini hatırlayıncaya kadar. Uyku haplarımızı alıp uyumaya çalışırız. Birçoğumuzun akşamları böyle geçer, gecesi böyle biter sanırım.
İletişim devrimi
Beğenmesek de değiştiremeyiz. Mümtaz Soysal, TV öncesi çağlarda, teksesli yayınlara bir çözüm önermişti: Düğmeyi çevirip radyoyu kapatmak. O zamanlar dalga sayısı fazla değildi. Şimdi kanal sayısıyla, çeşitlilik ve beklentiler arttı sorunlar çoğaldı. Öyle ki yakına yakına ya da övünerek medya bağımlısı olduğunu söyleyen dostlarım var. Uzak görüşlü MacLuhan, 1960’lı yıllarda, “Medya [’nın kendisi] iletidir” diyerek günümüzdeki karmaşayı öngörmüştü. Haber verip yorum yapmak, eğitmek şart değil, yayının kendisi bir iletidir! Kalabalıklaşan dünyada yalnızlığına sığınan insan hayatta kalmak ve ruh sağlığını korumak için bu kutuyla yaşamak zorunda. Kanallardaki sanal çeşitlilik çözüm olmadığı gibi, belki sorunun kaynağı olarak görülebilir.
Ulusal değil evrensel!
Yayınların tek yönlülüğünü eleştiren uzmanlar küresel düzenin bir iletişim değil “ileti” olduğunu vurguluyor. Flaş-flaş yayınlarda Amerika, Van, Şam’daki özel haberciye bağlanıp, Ankara veya Brüksel’deki uzmanlarla omuz omuza görünmek, etkileşimli yayıncılık değil, teknolojik bir gösteridir. “Küreselleşen dünya”nın adım adım küresel bir krize sürüklendiğini görüp yazanlar ekranlarda görünmediler, kriz ertesinde Nobel aldılar. Ekran altı bantlardaki “bize ulaşın” çağrıları yanıltıcıdır. Yüzlerce, binlerce mektuptan söz edilir, içeriği açıklanmaz. Yayın akışı, denetimcilerin, sponsorların, ulusal güvenlik kurumlarının ortak gözetimi altındadır. Program kısılır, kısıtlanır, tekrarlanır, yayından kaldırılır ya da genel yayın yönetmeni değiştirilir; ne ki kitleleri uyutma ilkesi değişmez. Hedefteki bireyler ses bombalarıyla sık sık uyandırılır da uyanık kalmalarına fırsat verilmez, düşünmeleri sakıncalı görülebilir.
Liberal ekonominin ve refah toplumunun tüketici üyeleri olarak, bedelsiz sunulan yayın giderlerini karşılayan üreticilere ve hizmet sektörüne peşin ödüyoruz. Yakındığımız düzeni, biz yaratmadık ama biz yaşatıyoruz.
Neler yapılabilir?
Dost ve komşulara gece oturmaya gittiğimiz günlerde radyoyu kapatabilirdik. Ekran karartmak, kasapları boykot etmekleyin kolay değil. Gandhi’nin “edilgin direnmesi”, klasik çağların kadınların ııh tiyatrosu geliyor akla: Ses bombası patlamadan önce sesi 5-10 dakika için kısıp sonra açmak. Medya mahallesi en azından renklam bantlarını çözüp dağıtmak zorunda kalabilir. Bu önlem etkili olabilirse, sponsorların reklam bütçeleri ve kanal enf1asyonu düşerken, yayın kalitesi yükselebilir. Medya endüstrisi yeni bir yapılanma dönemine girebilir. Yüksek reyting alan kanallar, ses bombası patlatmaya son verirse; tüketiciler de kapattıkları sesleri açmaya başlar. Medya savaşlarının son raundunu tüketiciler kazanır. Umut bu ya: “Demokraside çare tükenmez” hayat devam eder, gider.