Uranyum takası tartışılıyor

ABD'deki iki düşünce kuruluşu olan Orta Doğu Enstitüsü ve Century Foundation'ın Türkiye ve İran direktörleri Gönül Tol ve Geneive Abdo, İran ile uranyum takası anlaşmasına varan Türkiye ve Brezilya'nın, BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin yapamadığını başardığını ve bazı Avrupa ülkelerinin bu gerçekliği kamuoyu önünde kabul etmeye başladığını belirtti.

cumhuriyet.com.tr

Türkiye ve Brezilya'nın diplomatik çabalarıyla geçen hafta Tahran'da imzalanan İran'ın uranyum takası anlaşması, Amerikan basınının yanı sıra ülkedeki düşünce kuruluşlarında da tartışılıyor. Orta Doğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Merkezi Direktörü Gönül Tol ve Century Foundation'da İran Programı Direktörü Geneive Abdo tarafından "Türkiye-Brezilya-İran Nükleer Anlaşması: Kaçan Yeni Bir Fırsat mı" başlıklı bir makale kaleme alındı.

Makalede, "ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, İran'ı nükleer programı konusunda müzakereye zorlayacak adımların ilki olabilecek bir anlaşmaya kıyasla, bir yaptırım rejiminden daha çok kazanacağı şey olacağına gerçekten inanıyor mu" sorusunu soran Tol ve Abdo, "Beğenin ya da beğenmeyin, Türkiye ve Brezilya BM Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesinin yapamadığını başardı ve bazı Avrupa ülkeleri bu gerçekliği kamuoyu önünde kabul etmeye başladı" ifadesini kullandı.

Bu anlaşmayla, konseyin 5 daimi üyesi ile Almanya'nın, "İran'ın nükleer silah sahibi bir ülke haline gelmesi konusunda saati geriye alma yönündeki nihai hedeflerine yaklaştığı" belirtilen makalede, yeni BM yaptırımlarının, İran'ın nükleer kapasitesini ele almada üçlü anlaşmaya oranla daha etkin olabileceğine inanmanın zor olduğu savunuldu.

Makalede, "Batılı devletlerin anlamadığı bir başka nokta da şu: İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın, geçen yılki tartışmalı seçimlere dikkat çekmek için 12 Haziranda yeni gösterilerin yapılmasının planlandığı, halktaki huzursuzluğun giderek yükseldiği ülkesinde kredibilitesini artırmak için bu anlaşmaya ihtiyacı var" denildi.
Üçlü anlaşmanın birçok bakımdan yetersiz kaldığının doğru olduğu, ancak uluslararası toplumun yine de anlaşmayı, İran'ın nükleer programının daha şeffaf hale gelmesi ve daha fazla denetlenmesine yönelik diplomatik çözüm doğrultusunda küçük bir ilk adım olarak memnuniyetle karşılaması gerektiği ifade edildi.


Türkiye'nin İran ile yakın ilişkilerinin, hükümet için İslami ideolojinin ulusal çıkarlardan daha önemli olduğu yönünde bazı şüpheci yaklaşımlar doğurduğuna dikkati çekilen makalede, ancak gerçeklerin daha yakın incelenmesinin bunun aksini kanıtladığı belirtilerek şöyle devam edildi:

"Türkiye, müzakerelerde itibarını riske attı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İran'ın kendi üzerine düşeni yapmadığı takdirde Türkiye'nin kenara çekileceğini söyledi. Bu, Türkiye'nin İran konusundaki dış politikasının ulusal çıkarlara göre hareket ettiğine dair en azından bir miktar kanıt oluşturuyor. Türkiye, İran'ı, 'her ne pahasına olursa olsun' şeklindeki bir anlayışla desteklemeyecek.
Daha da önemlisi Türkiye, sınırında nükleer bir İran'ı iki nedenle görmek istemiyor. Birincisi, nükleer bir İran, Tahran ve Ankara'nın nüfuz rekabetine sahne olan bölgede güç dengesini değiştirebilir. İkincisi, nükleer silah sahibi bir İran, ABD ya da İsrail'in askeri müdahalesini kışkırtarak, Orta Doğu'da Türkiye'nin ekonomik ve siyasi çıkarlarını tehdit edecek şekilde, zaten kırılgan olan bölgeyi istikrarsızlaştırabilir. Böylesi bir müdahale, Türkiye'nin İran ile 10 milyar dolarlık ticaretini tehlikeye atabilir ve Irak'ın kuzeyinde Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı bölgeler gibi, komşu ülkelerin kırılgan etnik ve mezhepsel dengesini tehdit edebilir, Türkiye'nin bölgedeki arabuluculuk çabalarını da tehlikeye sokabilir."

Türkiye'nin ABD'ye oranla, ortak sınırı paylaştığı gerçeğinden hareketle, İran'da olup bitenlerle daha doğrudan ilgisi bulunduğuna işaret edilen makalede, Türkiye ile İran arasındaki enerji ve ticaret alanlarındaki ilişkilere değinilerek, olası yaptırımların Türkiye'nin ekonomi ve enerji politikalarını etkileyebileceğine dikkat çekildi.
Makalede, İran'ın nükleer kapasitesini ele alan herhangi bir çabanın gerçekçi beklentileri içermesi gerektiği belirtilerek şunlar kaydedildi:

"İran'dan, düşük ölçekte zenginleştirilmiş uranyumun üzerindeki tüm kontrolünden vazgeçmesini beklemek akla yatkın değil, özellikle de nükleer programın İran'ın en önemli kartı olduğu ve nüfusunun bir kısmının desteğini aldığı bir dönemde... Herhangi bir plan, güven inşası yönünde küçük adımları içermeli. İran'ı tehdit etmek ve böylece nükleer programını haklı çıkarmak yerine, ABD ve Avrupa, diyalog yolunda bir platform tesis etmeyi amaçlayan girişimleri memnuniyetle karşılamalı. Bu anlaşma (uranyum takası anlaşması), bu süreçte bir ilk adım olabilir. Anlaşma, İran'ın nükleer programını 10-11 ay geciktirecek ve bu süre, yeni adımlar için kullanılabilir, mesela İran'ı Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasının (NPT) Ek Protokolünü imzalayıp uygulamaya teşvik etmek gibi..."

"İran'ın yıllardır ilk kez işbirliği yapıyor gibi göründüğüne" işaret edilen makalede, "son 30 yıl boyunca kaçan diyalog fırsatlarına bu son fırsatı da eklememek, Batının çıkarına" denildi.