Unutmadık acımız hâlâ taze
Tassos Boulmetis ve ailesi 1964 yılında Rum oldukları için İstanbul'dan sınır dışı edildi. O zaman yedi yaşındaydı. Boulmetis, doğduğu topraklardan uzağa düşmenin acısını yıllar sonra yazdığı ve yönettiği 'Bir Tutam Baharat' filmiyle biraz olsun dindirdi. Şimdi isteği daha fazla eleştiri ve empati...
cumhuriyet.com.trTassos Boulmetis 1957 yılında Kadıköy, Moda Caddesi’nde Yunan asıllı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Aya Efehmia kilisesinin karşısındaki bir bakkal dükkânında ilk çocukluğunu yaşadı. Yıllar 1964’ü gösterdiğinde her şey değişti. Çünkü 1964 “mübadelesi” İstanbul’da yaşayan Rumların sınır dışı edilmesi anlamına geliyordu. Yedi yaşında, Atina’da yeni arkadaşlar, yeni dostlar ve yeni bir hayata yelken açtı. Türkiye’den Yunanlı olduğu için sürgün edilmişti ama Yunanistan’da da bir Türk olduğu için dışlandı. Doğduğu topraklardan uzağa düşenlerden yalnızca biriydi Boulmetis. Özlemini duyduğu, vatanım dediği İstanbul’a dönecek cesareti ise 30 yıl sonra bulabildi. Kadıköy’ü, Moda’yı yeniden tanıdı. İşte tüm bu çelişkileri sindirdikten sonra menem hayatını “Bir Tutam Baharat” filmiyle beyazperdeye taşıdı. Film birçok ödül aldı, 42 ülkede izlendi. Yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı “Bir Tutam Baharat” 44. Selanik Film Festivali’nde de en iyi yönetmen ve en iyi film dahil tam sekiz ödül aldı. Ama niyedir ki Türkiye’de konuşulmadı. Filmin başarısına rağmen Türkiye’deki ilgisizlik oldukça ilginç. Boulmetis’e de söylenenler ekonomik nedenlermiş. Nedeni politik olarak görmek istemediği de özellikle üstünde durduğu bir nokta. Pek çok kişi filmin adını Başak Köklükaya ve Tamer Karadağlı’nın konuk oyunculukları nedeniyle biliyor. Bu da işin tuhaf tarafı.
2003 yapımı bu filmin özel gösterimi Büyükada’da yeni açılan yazlık Belediye Halk Sineması’nda yapıldı. Biz de oradaydık. Daha sonra Tassos Boulmetis ile filmin hikâyesine konu olan hayatını, geçmişi ve şimdiyi konuştuk.
Boulmetis, “Bir Tutam Baharat”ta travması, acıları ve korkularıyla yüzleştiğini söylüyor. Elbette bu bir kabullenme olmasa gerek. Anlatıyor; “Evet, travmamla barıştım. Babamdan miras kalan bir hırs ve üzüntüydü o. Hem hayatıma onunla da devam edemezdim. Ama bu barışma o zamanki rejimin yaptıklarını affettiğim anlamına gelmiyor. Yani sisteme karşı hissettiklerim hiç azalmadı. Beni mutlu eden ise bu filmi iki kıyıda da izleyen insanların hissettikleri buruk mutluluk.” Peki, İstanbul’dan sınır dışı edildikten sonra 30 yıl nasıl dayandı, niye gelmek için bu kadar bekledi? Cevaplar yaşanılanların anlatılanlar kadar kolay olmadığını doğruluyor. Boulmetis’in, “İlk sebep travma ve korkuydu. Yaşananları unutmak için her şeyi bırakıp gitmek, uzaklaşmak tek çareniz ya da çaresizliğinizdi. Bu, İstanbul Rumlarında hâlâ tazedir. ‘Unuttuk, bitti, her şey geçti’ deseler de içlerindekileri bilemezsiniz” sözleri yaşadığı derin tedirginliği anlatıyor. O yüzden polisleri ve askerleri sevmiyor. Üniformalı insanlardan çekiniyor. Çünkü yedi yaşında da olsa evinden edilmenin ne olduğunun hatırası peşini hiç bırakmamış. “Çok mutlu bir hayat yaşıyordum. Bu şehre âşıktım. Kıbrıs olaylarının ivmelenmesi İstanbul’da tedirgin edici bir hava yaratmıştı. Anlıyorduk ki biz Rumları iyi günler beklemiyordu.” Hikâyesini anlattığı filminde de bunları görmek mümkün. Zamansız çalan telefonlar ve kapı zilleri kötü haberin tellallığını yapıyor.
Böyle olunca soruyoruz, hâlâ rahatsız oluyor mu bu seslerden? Cevabı tebessümle veriyor ama mutlu bir tebessüm değil bu; “Artık değil”.
Tassos Boulmetis yaşadıklarını sinemasıyla anlatıyor. Böyle rahatlıyor, geçmişiyle yüzleşip barışıyor. O yüzden şanslı, ya diğerleri? Bunları paylaşamadan yaşamak zorunda kalıyorlar. Boulmetis sinema olmasaydı ne yapardı? Cevabı o da bilmiyor. Belli ki kendini şanslı görüyor. Sineması geçmişiyle şimdinin farklı dengelerini kuruyor.
“Bir Tutam Baharat”ta İstanbul çok mistik, gizemli ve masalsı bir anlatımla sunulmuş. Zira Boulmetis yönetmenlik ve senaristliğinin dışında iyi de bir efekt uzmanı. Yine de bunun başka bir anlamı var gibi geliyor izleyiciye. O da bunu söyledikleriyle doğruluyor, “Bu İstanbul’a duyduğum özlemin resmi”.
Suyun iki tarafı
Filmin gerçek adı “Politiki Kouzina”, “Şehrin, İstanbul’un Mutfağı” anlamına geliyor. Türkçeye “Bir Tutam Baharat” olarak çevrilmiş. Filmde baharat önemli bir metafor. Her şeyi anlatıyor; aidiyetsizliği, aşkı, mutluluğu, huzuru, özlemi, hayal kırıklıklarını ve yeri doldurulamayanları... Boulmetis ise öncelikli olarak baharatları vatan değiştiren insanların esas unsuru olarak görüyor. “Ulusal mutfaklar bir yerden diğer yere giden insanlar tarafından yapılmıştır ve baharat geldiğiniz yere özeldir. Anılarınızı taşır, özlemi yaşatır” diyor. O, filminde tüm yaşadıklarını ironik, tarafsız ve insani bir jargonla anlatırken, “Suyun İki Tarafı”nın yaşadıklarını hatırlatıyor. Derdi acıları tazelemek değil, geleceğe daha umutlu bakabilmek. Yine de Türk kahvesi mi? Yunan kahvesi mi? “Baklavaya da sahip çıktılar” nidalarıyla yola devam etmek tercih ve anlayış meselesi.
Artık zillerin sesi sustu...
Tassos Boulmetis Büyükada’daki film gösterimi öncesinde bir anısını paylaşıyor. Henüz İstanbul günlerinde, çok mutlu bir çocukluk geçirirken epey de haylaz olduğunu söylüyor. Hatta o kadar ki herkesi bezdirdiğini hatırlıyor. Annesi de ona bu yüzden küçük ziller takıyor. Üstünden çıkarmasına da izin vermiyor. Böylece hem geldiğini belli ediyor hem de muzurluk yapmaması için annesinin uyarısını sürekli hatırlıyor. Sonra İstanbul’dan sürgün ediliyor ve Atina’ya taşınıyorlar. Elbette zilini de yanında götürüyor. Hem Türkiye’den gelen bir Yunanlı hem de zil takan bir çocuk olduğu için de epey dışlanıyor. “Dışlandığım için yalnız oynamanın keyfini çıkardım. O yüzden yalnızlıktan da hiç korkmadım. Zillerimi çıkardıktan sonra da kulaklarımdan sesi hiç gitmedi. Ne zaman bu filmi tamamladım, artık onları duymuyorum” diyor, “Hatta filmim de buna göndermeler yaptığım ve ailemin davranışlarını fazla dürüstçe sergilediğim için bana kızdıklarını da biliyorum. Ama özellikle annemin bu filmi defalarca izlediğini biliyorum.”