Üniversiteden atılan barış imzacısı akademisyen: Pes ederseniz bilim insanı olamazsınız
Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyenlerden Utku Sayın “Bugün aynı şeyle karşılaşsam yine aynı tavrı kesinlikle sergilerdim, sergileyeceğim de” dedi.
cumhuriyet.com.tr
Agos'ta yer alan habere göre, haklarında gözaltı ve tutuklama kararları alınan, üniversitelerindeki kariyerleri sonlandırılan akademisyenlerden biri ile, Utku Sayın’la konuştuk. Sayın, ‘Barış İçin Akademisyenler’ inisiyatifinin ikinci grup imzacısı olduğu için hakkında hem idari hem de adli soruşturma başlatıldı. Soruşturma süreci sonlanmadan 22 Ağustos’ta okulla ilişiği kesildi.
Sayın, süreci anlattı.
-‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriye imza atan 2. grup akademisyenlerdensiniz. Neler yaşadığınızı anlatabilir misiniz?
2015 Mart başı gibi Rektörlük ihbarıyla savcılık tarafından bir adli soruşturma süreci başlatıldı. Savcılık soruşturması sürecinde de savunmamı yaptım. Bunun, insan hakları ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde gelişen bir süreç olduğunu, ayrıca bir akademisyen olarak toplumu bilgilendirme görevimin olduğunu ifade etmeye çalıştım. Adli soruşturmanın ardından, üniversite tarafından bir de idari soruşturma süreci başlatıldı. Üniversite soruşturması kapsamında çok ilginç sorularla karşılaştım. Bir akademisyenin bir diğer Akademisyene asla akıl edip de sormayacağı bir soru tarzıyla karşılaştık. Yine burada, eylemin ‘düşünce özgürlüğü’ çerçevesinde yapıldığı yönünde, hem AİHM hem de Anayasa Mahkemesi kararlarını göstererek bir savunma yaptım. Neticede soruşturmanın gidişatıyla ilgili bana bilgi verilmediği halde, 22 Ağustos’ta sözleşmemin uzatılmadığına ilişkin bir bildirim aldım. Soruşturma Komisyonu’nun benim ‘devlet memurluğundan çıkarılmam’ yönünde bir öneride bulunduğunu ve Rektörlüğün de bu öneriye dayanarak sözleşmemi uzatmamayı tercih ettiğini öğrenmiş oldum.
-Soruşturma süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıkçası, hiçbir yasaya ve maddeye dayandırılmadan, sadece YÖK’ün ‘Bu kişileri soruşturun’ yönündeki yazısına dayanarak başlatılan çok usulsüz bir soruşturmaydı. Tabi usulsüz olmasının, evrensel hukuk anlamında, çıkan sonucu geçersiz kılması gerekiyor ama, Türkiye’deki hukuksal anlayışı ve idari yapının hukuk üzerindeki egemenliğini maalesef bu soruşturma sürecinde görmüş olduk.
-Sizinle daha önceki görüşmelerimizde, ‘Bugün olsa yine imzalardım’ demiştiniz. Fikriniz değişti mi?
Kesinlikle aynı noktadayım. Dünyada üç meslek grubunun cübbesi vardır; hukukçular, din adamları ve akademisyenler. Bu üç cübbede düğme yoktur. Çünkü ne hukukçular, ne din adamları ne de akademisyenler kimse karşısında düğme iliklemez, boyun eğmez. Ama biz gördük ki, Türkiye’de Rektörler Cumhurbaşkanı’nın elini öpmeye çalıştı, Yargıçlar, Adli Yıl açılışında Cumhurbaşkanı karşısında ayağa kalktı, sin adamlarının ise nasıl bir tavır sergilediğini Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla gördük. Dolayısıyla, bugün aynı şeyle karşılaşsam yine aynı tavrı kesinlikle sergilerdim, sergileyeceğim de.
-OHAL kapsamında yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerin, barış bildirisi imzacısı konumundaki isimlerin tasfiye sürecini hızlandırdığını düşüyor musunuz?
Evet. İnsanlar, 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan süreç içerisinde, ‘hükümetin ya da Cumhurbaşkanlığı’nın tavrı Fetullahçı yapılanmaya karşı olacak’ gibi bir algı içerisinde olmaya başladılar. Ama biz hiçbir zaman göz ardı edilmedik. Dolayısıyla, idare açısından, ‘uygulamakta zorlandığı’ hukuksal olmayan bütün o gerekçesiz işten çıkarmalar ya da cezalandırmalara yönelik olarak aslında bir fırsat doğmuş oldu diye düşünüyorum. Eninde sonunda bu sürecin bize yöneleceğini biliyorduk, ki özellikle yayınlanan kararnameler bunu net bir şekilde görmüş gösterdi. Zira Fetullahçı yapılanma içerisinde diyerek işten çıkarılan 50 küsur bin memur içerisinde birçok imzacı arkadaşımız da bulunuyor. Bence devamı da gelecektir…
-Bir akademisyen olarak, düşünmekten ve sorgulamaktan korkan bir ülkede çalışmak ne kadar zor?
Ben her zaman ilk dersimde öğrencilerime şunu söylemişimdir: Burası Antakya. Birçok kültürün ve birçok halkın bir arada yaşadığı bir şehir ve böylesi bir şehirde, kültürlere ve yapılara saygılı olmak çok önemli. Bir akademisyenin öğrencisine öğretebileceği en önemli şey bu diye düşünüyorum. Derslerim Kürt, Türk, Arap öğrenciler oluyor, ‘Hepiniz benim dersimde kendi dilinizi konuşma konusunda özgürsünüz’ diyorum. Bunu duymak onlara oldukça ilginç geliyor. Üniversite aşamasındaki bir öğrenci bile sizin bu yaklaşımınızı garip bir tepkiyle yaklaşıyorsa eğer, sizin kendinizi halka ve sisteme anlatmanız şüphesiz ki daha zor bir hale gelebiliyor. Ama bakabileceğimiz başka bir pencere de yok! Biz, böyle bir ülkeyiz. Biz, halkların bir arada yaşamak zorunda olduğu ve bir arada da yaşayacağı bir ülkeyiz. Bu açıdan ele aldığımızda, ben, bir akademisyenin kesinlikle ‘özgür’ düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Ama bunu ortaya koymaya çalıştığınızda, şüphesiz ki, akademisyen arkadaşlarınızdan tutun da sistemin yönetimine ve egemenlerine kadar birçok noktadan tepki alma riskiniz var. Ama bu tepkilerden korktuğumuz zaman da bizler akademisyen olmuyoruz zaten.
-Bazı akademisyenler, bugünkü durumun, 12 Eylül askeri darbesi sonrası oluşan ‘1402’ mağduriyetini hatırlattığını söylüyor. Sizce de öyle mi?
12 Eylül sürecindeki 1402’liklerin konumu gerçekten de çok ağırdı. Ama 1402’ler, yaşadıkları sonuçlar düşünüldüğünde, toplumsal anlamda değer gören bir niteliğe sahiplerdi. Çünkü idare onları onur zedeleyici bir tavır içerisine sokmadı. Ama bugün siz ‘barış akademisyeniyim’ diyorsanız insanlar size çok ciddi bir suç işlemişsiniz gibi bakmaya başlıyor. Ciddi bir itibarsızlaştırma süreci yaşıyoruz.
-Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Biz, ikinci grup barış akademisyenleri akademisyenleri tüm bu sonuçların doğacağını bile bile imza attık. Arkasından çekilmeye gerek olan şeyler söylemedik. Dolayısıyla, mücadele, gidebildiği yere kadar gidecek. Şu an istesek yurt dışına gidebilecek yeterliliğe sahip insanlarız. Ama istiyoruz ki, bunun mücadelesini ülkemizde yapalım. İstiyoruz ki, halkların barış içinde yaşayabileceği bir ortam hazırlayalım. Adalet mekanizmasına güvenmiyorum ama güvenmesem de, ülkemi ve halkımı terk etmek içime sinmiyor. Ülkemi seviyorum. Burada bir şeyler üretmek istiyorum, pes ettiğiniz zaman ‘bilim insanı’ olma şansınız yok.