Ulus Devlet, Küreselleşme ve Emperyalizm

cumhuriyet.com.tr

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, günü kurtarma politikalarıyla da hız kazanan ulus devletin zayıflatılması ve ülkenin bağımlılaştırılması sürecine direnç göstermenin tek yolu, Cumhuriyetin değerlerine ve Atatürk ilkelerine bağlı kesimin bölük pörçük olmaktan vazgeçip bütünleşmesidir.

McLuhanın,global köykavramını 1950’li yıllarda ortaya atması rastlantı değildi. Özellikle de Amerikan kapitalizmi yaşamakta olduğu bunalımdan çıkış yolu ararken. Bu bunalımdan tek çıkış yolu vardı, o da Amerikanın yeni pazarlara açılması, yeni sömürgeler edinmesiydi. Üçüncü dünya ülkelerini kalkındırma adı altında siyasal düzlemde bir dizi politika oluşturulurken, akademi çevreleri de araştırma projeleriyle ve geliştirdikleri kalkınmacı ve gelişmeci kuramlarla sürece katkı vermeye yöneldiler. İşte bunlardan biri de McLuhanın barış, mutluluk ve sevgiden oluşan düş dünyasıydı. Ulusal sınırların ortadan kalkacağı, kültürel farklılıkların yitip gideceği Büyük Ağabeyin güç ve var oluş dünyası birçok ulusun ve kültürün yok oluşu, yani kâbusu olacaktı Orwele göre de.

Hiç kuşkusuz McLuhan da bunu biliyordu. Ancak bu, kapsamlı ve uzun vadeli bir projeydi. Kapitalizmin dünyayı tek tipleştirme, tek güç etrafında toplama ve bağımlılaştırma projesi. Bu ise 18. yüzyıldan itibaren ulus, tarih, kültür, dil ve din gibi öğelerin birlikteliğinde oluşan ulus devlet yapılarının dağılmasıyla ancak olanaklıydı. Böylece başlatıldı ulus devlet karşıtı çalışmalar.

Önce ekonomik anlamda zayıflatmak gerekiyordu ulus devleti. Neoliberal ekonomi kuramları kapsamında geliştirilen ve devletin küçültülmesini savunan tezler doğrultusunda oluşturulan politikalar uygulamaya konuldu. Yerel düzeyde burjuva sınıfı yeterince oluşmamış, ulusal sermayesi oldukça kısır, özel sektörel gelişimini henüz tamamlayamamış bizim gibi ülkeler için ise bu sürece dahil olmak, bir bilinmezler serüvenine çıkmaktan öte bir şey değildi. Nitekim 1980li yıllarda Turgut Özalla birlikte uygulamaya konulan neoliberal politikaların ülke ekonomisinde oluşturduğu delik deşiklik de bunu gösterdi. Üretim temelinden yoksun kalkındırma politikalarının ülkeyi nasıl dışa bağımlı hale getirdiği ortada. Devlet kendi ekonomi politikalarını yabancıların denetiminden ve yönlendirmesinden uzakta oluşturamaz hale getirildi.

Diğer yandan üretimin olmadığı yerde kullanım fazlası tüketimin özendirilmesi, dolayısıyla da insanların rant, faiz, kara para aklama yoluyla kazanç elde etme çabaları toplumu ilkesizliğin, düzenbazlığın, benim memurum işini bilirciliğin egemen olduğu bir kirlilik sürecine soktu. Yine Batı kapitalizminin ticari politikalarının bir sonucu olarak, medyanın da aracılık etmesiyle Batıdan akan tecimsel kültürel öğelerin yarattığı kültürel kirlenme, toplumun bu boyutta da Batı yönlendirmeli bir dönüşüm sürecine girmesine yol açtı.

Batı dayatması pop kültür, toplum yaşamının her kesitini etkilemeye başladı. Bir yandan ülkede zaman zaman yaşanan politik kesintilerden dolayı henüz kimliğini tam da biçimlendirememiş olan ulusal kültürümüz Batının sığ pop kültürüyle altüst olmuş. Diğer yandan toplumumuzdaki etnik kültürel öğeler, Batının bu ucuz piyasa kültürü içerisinde, yine bu oyunun bir parçası olarak küçük yaşam alanları bulmaya ve öne çıkmaya başlamış. Kültürel anlamdaki bu küçük yaşam alanları, tam da amaçlandığı gibi toplumdaki etnik kesimler için küçük hareket alanları sunmuş, özgürlük sunumları gibi gösterilmiş, dolayısıyla da gurur okşama nedeni olmuştur. Bu durumun, ulusal kültürün bütünsel bir kimlik oluşturma sürecini büyük ölçüde sekteye uğrattığı gözlenmektedir.

Ulus devleti zayıflatma sürecinde etnik, dini ve dilsel öğelerin kullanımı önem kazanmaktadır. Dini mezhepleri öne çıkararak toplumun din bütünlüğünü bozmak, etnik öğeleri öne çıkararak toplumun ulusalcı temele dayalı birliğini dağıtmak, çokdillilik, çokkültürlülük gibi kavramları önemli kılarak toplumdaki dilsel bütünlüğü parçalamak ve böylece ulus devletin üniter yapısını oluşturan öğeleri etkisiz hale getirmek.

Ve elbette ki bu bölüp parçalayarak yönetmek, bağımlı hale getirmek projesinin bir de bilimsel dayanağını, düşünsel zeminini oluşturmak gerekiyordu. Onun adı ise postmodernizmdir. Nasıl ki ulus devlet yapılanmasının düşünsel zeminini modernizm oluşturmaktaydı, günümüzün ulus devleti parçalama projesinin düşünsel zeminini de onun bir sonraki aşaması olan postmodernizm oluşturmaktadır. Ve aydınlarımız, o süslü püslü, şık, sevimli, bir o kadar da havalı kavramların, sözde entelektüel söylemlerin peşine düşüp giden bilim insanlarımız acaba ne kadar farkındalar ne ile karşı karşıya olduklarının? Ulus devleti diktatörlük olarak niteleyen o özgürlükçü, alabildiğine de demokratik liberallerimiz gerçekten inanıyorlar mı ardına düşüp gittikleri bu sürecin, Batı emperyalizminin yeni bir oyunu olmadığına? Ama emperyalist çabalara ancak ulus devletin bütünsel yapısıyla direnç gösterilebileceğine inanan, bu nedenle de laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin savunucusu olan bizler, devlet, yurt, ulusal ve kültürel kimlik gibi değerlerin, onlar tarafından, küçük maddi çıkarlar uğruna nasıl değersizleştirildiğinin farkındayız. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin, günü kurtarma politikalarıyla da hız kazanan ulus devletin zayıflatılması ve ülkenin bağımlılaştırılması sürecine direnç göstermenin tek yolu, Cumhuriyetin değerlerine ve Atatürk ilkelerine bağlı kesimin bölük pörçük olmaktan vazgeçip bütünleşmesidir.

 

 

Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi