Türkler müdahale eder

Ecevit ve beraberindeki Türk heyeti, İngilizlerin gözünü korkuttu, ABD devreye girdi.

Fırat Kozok / Duygu Güvenç

Ecevit ve beraberindeki Türk heyeti ani bir kararla Londra’ya gider. Başta Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi müdahale fikrinden son anda
vazgeçebileceğini düşünen ABD ve İngiltere, Ecevit’in net tutumu karşısında “acaba” sorusunun üzerinde daha güçlü durmaya başlar. Londra’da yaşananları ve sonrasını Cüneyt Arcayürek’ten dinliyoruz...

- Ecevit sizi çağırdı... Nereye gittiğinizi biliyor musunuz?

Hayır. Şimdi düşünebiliyor musun, Başbakan çağırıyor. Havaalanına gidiyorsun, nereye gideceğin belli değil, ne yapılacağı da belli değil. Ne pasaportun ne de cebinde yabancı paran var... Londra’ya indik. Ecevit, derhal Türkiye’nin müdahalesine karşı olması bir yana, garanti anlaşmalarını da pek tanımaz görünen İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile görüştü. Ecevit gayet açık... “Eğer kan dökülmesini ve NATO’da tamir edilemeyecek bir yara açılmasını istemiyorsanız, harekâtı birlikte yürütelim. Üslerinizden adaya girersek kansız olur. Sizi garanti anlaşması gereği göreve çağırıyorum” şeklinde bir özet giriş yaptı. Ama, İngilizler silahlı müdahaleye kesinlikle karşılar... Görüşmeye katılan, bizim sonradan Ecevit’ten öğrendiğimize göre Wilson, bir ara Dışişleri Bakanı Callaghan’a diyor ki “Türkler adaya müdahale edebilirler mi?” Callaghan gayet sakin bir sesle “Mümkün, yapabilirler” yanıtını veriyor. O görüşmede Callaghan sürekli Washington’la da görüşüyor... ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger diyor ki, “Sayın Ecevit’ten rica edin, ben yardımcılarımdan biri olan Joseph Sisko’yu gönderiyorum, onunla görüşsün sonra ne yapılacağına karar verelim.” Wilson bunu iletince Ecevit de kabul ediyor ve Sisko gece yarısı Londra'ya geliyor.

‘ABD iplerin kopmasından endişe ediyordu’

ABD, bu teklifleri içine sindiremese bile, Johnson gibi bir tavır almaktan da çekiniyor... ABD’liler Türkiye ile ilişkilerinin bir daha düzelmeyecek şekilde bozulmasından endişe ediyorlardı. Londra görüşmeleri, gerek İngilizleri ve gerekse Amerikalıları  telaşlandırmıştı. Eğer Yunanlar Türklerin koşullarını kabul etmezlerse iş bir silahlı çatışmaya dayanacaktı. Ecevit, Sisko ile görüşmesinden sonra Londra Türk Büyükelçiliği’nde yüzden fazla yabancı gazetecinin katıldığı bir basın toplantısı yaparak Türk görüşünü anlattı. Bir gazeteci “Sayın Başbakan, kuvvetleriniz niçin Güney’de yığınak
yapıyor? Kıbrıs’a müdahale edecek misiniz” diye sorunca Ecevit, şu cevabı verdi: “Şu safhada, soruna barışçı bir çözüm ararken, diğer alternatifler üzerinde konuşmak istemem. Kıbrıs’ta bir sorumluğumuz var, her şeyden önce insani bir sorumluluk. Bu sorumluluğumuz, hava veya denize ulaşım yolları kapatılmış ve rehin vaziyette bulunan Türk toplumuna karşıdır. Bütün limanlar Rumların kontrolü altında. Lefkoşa Havaalanı’nı birkaç gün önce kapadılar. Fakat aynı havaalanı, Yunanistan’dan gelen yüzlerce uçak dolusu insana açık tutuldu. Buna rağmen Türk toplumu bu olanaktan yoksun. Bu bakımdan her ihtimale karşı hazırlıklı olmalıyız. Fakat esas olarak soruna barışçı bir çözüm yolu arıyoruz.” 

Çocuklar üstüme gelmeyin

Ecevit’le görüşmeler arasında iletişim kurabildiniz mi?

Görüşmeler gece yarısı bitiyor, bekliyoruz. Kendisini sıkıştırıp neler olduğunu sorduk, “Çocuklar ne olur üstüme gelmeyin. Wilson ile kararlaştırdık, bu görüşmelerden hiçbir şeyi basına yansıtmayacağız” dedi... Sabah oldu, Times’ı açtık, görüşmelerin içeriği tam sayfa... İngilizler görüşmenin içeriğini vermişler... Sisko, Türkiye’yi vazgeçirmek için elinden gelen bütün çabayı gösterdi ama ABD bir yandan hâlâ Türkiye’nin bir müdahale yapabileceğine inanmıyordu. Ecevit, Sisko’ya Türkiye’nin koşullarını bir kez daha söyledi. Sisko, Ecevit’in yazdırdığı talepleri Atina’ya kabul ettirebileceğini belirterek 48 saat süre istedi. Ecevit ise “Hayır, 24 saat verebilirim” dedi.

- Sisko Atina’ya hangi talepleri götürüyor?

İstekler şunlar: “Bozulan dengenin korunması ve Türk toplumunun güvenliği için Türk askerinin adada mevcudiyetinin kabul edilmesi... Sampson derhal alınmalı, Yunan subayları çekilmeli... Türk toplumuna denize çıkışı olan bir bölge tanınmalı ve adaya giriş çıkışı kontrol altına alacak bir sistem kurulmalı. Yani, Yunanların ellerinde tuttukları imkânlar Türkiye’ye de tanınmalı...”

Adadaki denklemi AB bozdu

Kıbrıs’taki dengeler Rumların sorun çözülmeden, tek taraflı olarak AB üyeliğine kabul edilmesiyle bir kez daha değişti. “Bu kararı Ankara önleyemez miydi” bugün bile tartışılmakta. Bir kesim 2003’teki tam üyelik kararının AKP döneminde engellenemediğini savunurken bir başka kesim de sorumluluğu eski Başbakan Tansu Çiller’in AB ile Gümrük Birliği Anlaşması yapabilmek uğruna Rumlarla AB arasında tam üyelik müzakerelerinin başlamasına ‘evet’ demesine çıkarıyor. O dönemin Kıbrıs’tan sorumlu Dışişleri Müsteşar Yardımcısı emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik Gümrük Birliği yolunda taviz verilmediğini savunuyor:

“1 Ocak 1995’te Fransa AB dönem başkanıydı. Dönemin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın ile Londra’ya  gittik. Gündemde Rumlara da müzakerelerin ne zaman başlayacağına dair tarih verilmesi vardı. Karayalçın, ‘Türkiye Rumların üyeliğine karşıdır, kabul edemez’ diye mektup gönderdi.”

Çiller yıllar sonra kabul etti

“Türkiye ile Gümrük Birliği kararı alınan 6 Mart 1995 tarihli Ortaklık Konseyi toplantısında Karayalçın, benim ısrarımla çekince beyanında bulundu. Çiller, o toplantıdan sonra bana ‘Siz ne yaptınız’ diyerek tepkisini belirtti. Ama yıllar sonra Almanya’da büyükelçilik yaparken, ‘Size o zaman kızmıştım ama haklıymışsınız’ diyerek doğru yapıldığını söyledi.” Uluçevik’e göre AB üyeliği Rumlara istediklerini fazlasıyla vermişti:

“Rumların hedefi başından beri Enosis ilkelerini AB potasında gerçekleştirmek. Nitekim 16 Nisan 2003’te de Rumlar için üyelik kararı alınınca Ali Babacan, ‘Enosis gerçekleştirildi’ demişti.”

AKP’nin sanal AB süreci 

Annan Planı’nda Türk müzakere heyetinde yer alan emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı da Rumların AB üyeliğinin Kıbrıs meselesinin çözüm parametrelerini temelden değiştirdiği görüşünde:

“Rum yönetiminin AB üyesi yapılması ile AKP’nin Türkiye’nin sanal AB sürecinde görüntüyü kurtarma anlayışı sonucu Kıbrıs sorununun çözümü BM’den AB’ye kaymıştır. Bu konuda çifte ipotek-rehin tesis edilmiştir. Hem Kıbrıs sorununun çözüm parametreleri AB ilkeleri ve hukukuna bağlanmış, hem de Türkiye’nin AB’ye hayal yolculuğu da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin rehini haline getirilmiştir.”

KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş son nefesine kadar Rumların adil, eşit ve kalıcı bir çözüm istemediğine inanan bir insandı. Yürüttüğü müzakerelerde bu hissiyat her zaman etkili oldu. Denktaş sadece bir kez, 1986 yılında BM planına ‘Evet’ dedi. Onu da Rumların ‘hayır’ diyeceğinden emin olduğu için yaptı. KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu Denktaş’ın tek ‘evet’ dediği planı o zamanlar Meclis’ten geçiren isim olarak o günleri şöyle anlatıyor: “Anlaşma Taslağı’nı biz KKTC Meclisi’nden geçirdik, ancak Kıbrıs Rum tarafının retçi yaklaşımı yüzünden herhangi bir sonuca ulaşılamadı. Plana evet demiş olan taraf olarak bunun herhangi somut bir yararını da görmemiş, aksine üzerimizdeki ambargo ve izolasyonların devamına ve uluslararası toplum tarafından bu konuda bize yapılan vaatlerin hiçbirinin yerine getirilmemesine şahit olmuştuk. Aynısı Annan Planı’nda da oldu ve üzerimizdeki ambargo ve izolasyonlar kalkmadığı gibi, bu konuda bize verilen sözler de unutuldu, alınan kararlar uygulanmadı.”