Türker İnanoğlu: Cüneyt Arkın, içtiği zaman agresif ve tecavüzkâr olurdu, karakollardan toplardık!

Ünlü yapımcı Türker İnanoğlu, hem kendi hayatının, hem de sinemadan siyaset dünyasına kadar bir döneme damgasını vuran isimlerin merak edilen yönlerini anlattı. Türker İnanoğlu, Cüneyt Arkın'ın içki içmediği zamanlar dünyanın en beyefendi adamı oluğunu belirterek "İçki içtiği zaman agresif ve tecavüzkar olurdu. Cüneyt’i sık sık karakollardan toplardık" ifadesini kullandı.

cumhuriyet.com.tr

İşte Sözcü gazetesinden Nil Soysal'a konuşan Türker İnanoğlu'nun röportajından bazı bölümler;

-Cüneyt Arkın tıp fakültesini birincilikle bitirmiş! Ama hiç doktorluk yapmamış doğru mu?

 Cüneyt Arkın Eskişehirli mütevazı bir ailenin oğlu. Çok terbiyeli, çok beyefendi bir adam. İyi de bir tıp doktoru. Tıp fakültesini de, liseyi de burslu okumuş. Hatta o bursun karşılığını sonra ödedi de. Recep Ekicigil'in Artist Mecmuası'nın düzenlediği yarışmada birinci oldu ve oradan girdi sinemaya. Bendeki Cüneyt'in ikinci filmiydi. Ama ufacık bir rolü vardı. Orhan Günşiray başrolü oynuyordu. Cüneyt de genç bir öğretmeni canlandırmıştı.

 -Sonrasında en çok filmi sizinle çekti ama…

 Doğru… Benden sonra da Memduh Ün, yani Uğur Film. Bu iki şirkete vakfetti kendini. Çok başarılı filmler yaptık onunla. Sekiz tane Kara Murat çektik…

-Avrupa'da da çok meşhur oldu mu o dönemde…

 Olacaktı… Ben Küçük Şahit ve Küçük Kovboy filmlerinin bir bölümlerini Cinecitta stüdyolarında İtalya'da çektim. Zaten filmler co-prodüksiyondu. Küçük Kovboy filminin başrolünde Cüneyt, İlker ve dönemin Fransız yıldızı Pascale Petit vardı. Cüneyt oraya gitti ve bir anda efsane oldu.

"İçki içmediği zaman dünyanın en beyefendi adamıydı. İçtiği zaman ise agresif ve tecavüzkar olurdu"

 Olmaz böyle bir şey! Herkes sete hücum etti. Yapımcılar, yönetmenler filan hepsi Cüneyt'i görmeye geldiler. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri bununla bir ön anlaşma yaptı. Cüneyt'in bütün dünyası değişecekti. Orada sekiz ay kalıp, önce lisan öğrenecekti. Sonra dört aylık bir eğitim daha olacaktı. Bir sene sonra da yıldız olarak patlatacaklardı dünyada! Cüneyt çift ruhlu bir adam. Alkol problemi vardı. İçki içmediği zaman dünyanın en beyefendi adamıydı. İçtiği zaman ise agresif ve tecavüzkar olurdu. Türkiye'de tanıştığı İtalyan bir sanatçı var o zaman. Kız Türkiye'de film çekmiş. Cüneyt'i arıyor otelden. Buluşuyorlar, bara gidiyorlar. Kızın ağzını burnunu kırıyor barda. Haydi karakola. Musevi asıllı bir menajeri var. Leon Sason. Yaşıyorsa Allah ömür versin. İsrail'e gitmişti en son. Gece beni yataktan kaldırdı. “Ağabey” dedi “Biz karakoldayız!” “Oğlum ben ne yapabilirim. Türkiye'de olsak yaparım da, burada kimi tanırım” dedim. Sonra hatırladım… Pineski adlı önceden tanıdığım bir yapımcı vardı. Onu bulduk, aldık götürdük karakola. Kızla konuştu. Kızı yumuşattılar, davasından vazgeçti. Döndük geldik otele. Ama Cüneyt o kadar mahcuptu ki… Normalde çok da efendi adamdır zaten. Daha karakolda ayılmıştı. Utancından kafasını kaldıramıyordu.

"Artık iş öyle bir hale gelmişti ki; millet buna bulaşıp, gazetelere düşüp, şöhret olma peşindeydi"

 İstanbul'da da sık sık olay çıkarırdı. Artık iş öyle bir hale gelmişti ki; millet buna bulaşıp, gazetelere düşüp, şöhret olma peşindeydi. Bir akşam Elmadağ'da bir gece kulübünün önünde yine biri buna laf atıyor. Bu da küfür ediyor. Adam da uyanık tabi; “Bana küfür etti” diye karakola gidiyor… Her gece ararlardı beni. O gece de yine bir yerdeyim. Benim evde de yardımcı Mihriye Hanım var. Geldim eli ayağı titriyor. “Ne oldu” dedim. “Cüneyt Arkın yine olay çıkarmış” dedi.

 "Kazandığı paranın bir kısmı tazminatlara gidiyordu"

 -Her aradıklarında gider miydiniz karakola?

 (Gülüyor) Giderdim tabii. Gitmezsem nasıl çıkacak? O gece beni bulamayınca; Arif Hanoğlu diye eski deniz subayı bir dostumuz vardı. Cüneyt'i de çok severdi. Onu aramışlar. O da kalkmış gitmiş karakola. Şikayetinden vazgeçirmek için adamla konuşuyor. Ama adam Nuh diyor peygamber demiyor… “Bana i..e dedi, davacıyım” diyor. Tam o sırada ben geldim. Karakoldaki polisleri tanıyorum… En son Arif Hanoğlu dayanamadı. Baktı adam ikna olmuyor bir türlü; “Ulan” dedi; “İ..e misin değil misin? Poponu muayene ettireceğiz (!).” Döndü komisere; Komiser bey muayene istiyorum” dedi. Komiser de hemen; “Yaz oğlum!” diye tutanak tutturmaya başladı! Adam o zaman korktu ve böylece olay bitti. Ama her defasında bu kadar şanslı olmazdı Cüneyt. Bazı uyanıklar da bundan para koparmak için dayak yerdi! Sonra gidip davacı olurlardı. Cüneyt yıllarca kazandığı paranın bir kısmını tazminatlara ödemek zorunda kaldı!

 Çok para kazanır mıydı?

 -O dönemde filmler para düşünülmeden yapılırdı. Zaten para da yoktu ki sinemada. Sinema emekçilerinin çoğu da büyük sıkıntı içinde vefat etti, gitti. İşte bu ruhla ve maddiyat gözetmeden olayları olduğu gibi, objektif olarak anlatan, gerek siyasi, gerek ideolojik, gerek, maddi, gerek manevi istismara girmeden kurgulanıyordu filmler. Genellikle tertemiz bir aşk anlatılıyordu. Zaten o zamanlar bilhassa kadınların seveceği filmler yapılırdı. Çünkü seyircimizin yüzde 60-70'i kadınlardı. Kadın sinemaya gidelim derse, bilhassa Anadolu'da adam gık diyemez, giderdi.