Türkçe ile Düşünce...

cumhuriyet.com.tr

Özde bir ekin devrimi olan Türk devriminin başat dayanağı ‘dil devrimi’dir. ‘Dil devrimi’ tam anlamıyla yeniden doğuştur. Ulusumuzu yüzyıllar boyunca Türkçesinden ayıran amansız saldırıya son veren, güzelim Türkçesiyle, Yunus Emre’yle, Karacaoğlan’la, Pir Sultan Abdal’la, türkülerle buluşturan; Türkçeyle dupduru ve usçu düşünmesini sağlayan ‘dil devrimi’dir.

Dil başat bir özgürlük sorunudur. Özgürlükse erdemli insanın yoksun kalmaya katlanamayacağı en önemli ereğidir. Türkçemize bu bilinçle bakılmalıdır. Anılan düşünce dizgesi bağlamında yazarın Türkçeyle ilişkisi, öz Türkçenin tarihsel, aydınlanmacı anlamını kavradığı ölçüde bir özgürlük ilişkisidir. Yazarın dil sorumluluğu yadsınamaz bir gerçektir. Türk yazarı bu sorumluluğunun gereğini yeterince yerine getirmemiş, Türkçe duyarlılığını yeterince taşımamıştır. Taşısaydı, yer yer can pahasına yaratılmış kavramların içi bu değin boşaltılamazdı.

Bir ulusun en önemli gereksinimlerinden biri sağlıklı ve anlamlı iletişim ortamıdır. Bu olanağı sağlayan biricik gerçeklik ise ortak dildir. Birbirini anlamayan bir toplum iletişimden yoksun kalacağından, çözülmeye, dağılmaya, giderek sevmemeye başlar. Derinliğini, büyük anlatılarını yitirir. Ortak dil bu kadar önemlidir. Günümüzde kitle iletişim araçlarında dilbilimciler, uzmanlar yeğlenmediğinden, bilerek ya da bilmeyerek kavramlar birbirine karıştırılmaktadır. Bazı izlencelerde görüldüğü gibi konu toplumbilimcilere kaldığında ise halkımıza yanlışların doğruymuş gibi yayıldığı ortamlar oluşturulmaktadır.

Türkçe sözlükte (Dil Derneği Sözlüğü) anadil, başka diller türetmiş olan dil; anadili ise insanın çocukken anasından, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil olarak tanımlanıyor. Sıklıkla birbirine karıştırılmakta olan bu iki kavramın tanımlarına uygun olarak değerlendirilmesi, daha berrak bir biçimde düşünce yürütmeyi sağlayacaktır.

Anadil olgusunu “ortak dil” kavramıyla karşılamak doğru olur. Çünkü ikinci anadili konumunu da alabilecek söz konusu dil; uluslararası düzlemde temsil yeteneği ve birikimi olan, dolayısıyla eğitim, ekin, bilim.. dili niteliğini kazanmış, ulusun iletişimsel gereksinimini karşılayan dildir. Ortak dili benimsemek, başat hak olan anadili konumundaki dilleri hiçbir zaman önemsememek anlamına gelmez. Böyle göstermeye çalışmak ya bilgisizlikten ya da siyasal hesaplardan kaynaklanmaktadır. Cumhuriyetin her alanında süren aşındırma gayretleri, açıktır ki ortak dilimiz Türkçeyi de hedef almaktadır.

Bertrand Russell “Siyasal İdealler” adlı yapıtının bir bölümünde; insanın özgürlüğünü, yeteneklerini geliştirecek koşulları sağlamayı amaçlamayan hiçbir dünya görüşünün, ülkünün saygıya değer sayılmayacağını vurgular. Bu bakış, gerçekten de günümüzde daha da yaşamsallık kazanan önemli bir ölçüttür. Dayatılan, pervasızca her an yinelenen anlayışların söz konusu ölçütle sınanabileceği koşullar varlığını sürdürebiliyor mu? Ne yazık ki hayır!

Felsefesel yaklaşımda belirleyici olduğunda sözbirliği edilen olgu, bireyin özgürlüğüdür. Sürü insanı olmamaktır. Giderek öbeklerin, toplulukların, cemaatlerin.. özgürlüğü ortadan kaldırdığı, haklı ve bilimsel olarak dillendirilir. Kuşkusuz bu ilişki dil gerçeğini de tümüyle içerir.

Yayılmacılık hemen her alanda kendi dilini egemen kılarken, bununla da yetinmeyip ülkemizdeki anadilleri ortak dilimizin, Türkçenin karşısına çıkarmakta, anadilleri eğitim dili yapmaya çalışmaktadır.

Ortak dilimiz bu yöntemlerle aşındırılıp zayıflatılarak halkımızın birbirini anlamaz duruma gelmesi amaçlanmaktadır. Oysa Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun’u çıkararak Kürtçeyi yasaklayan 12 Eylül 1980 darbesinin de, bu yönde yaptığı 1982 Anayasası’nın da; günümüzde özerklik ve ona bağlı ayrı resmi dil planlarının da arkasında aynı yayılmacı güçlerin olduğunu aydınların açıklıkla görmesi gerekmektedir.